“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”
51
SAVAŞIN YÖNÜ DEĞİŞİYOR
Haziran 1942’de Ulus Anafartalar Caddesi’nde çekilmiş bir fotoğraftan Nisa Hanım kızları Şermin ve Fatma ile… O tarihte, Ankara’da Yenişehir’de dükkân olmadığı için “çorap almak için bile” Ulus’a gidilirmiş.
Ağustos 1942’de Alman orduları Stalingrad’ı kuşatır, Kasım ayında Sovyet orduları bu Alman birliklerini kıskaç altına alır. 18 Ocak 1943’te Sovyetler’in 16 ay süren Leningrad (Petersburg) kuşatmasını yarması ile artık savaşın yönü değişir. Japonlar da Amerikalılara yenilmeye başlar. 30-31 Ocak’ta İngiltere başbakanı Churchill Adana’da Cumhurbaşkanı İnönü ile görüşür. Türkiye’nin ilke olarak Müttefiklerin yanında savaşa girmeyi kabul ettiğini söyleyen İsmet İnönü, ancak önce ordusunun çağdaş silâhlarla donatılması gerektiğini belirtir. İngiltere’nin Türkiye’de hava ve deniz üssü talebini ise Sovyet tehdidini öne sürerek kabul etmez.
22 Ocak 1943 tarihli Cumhuriyet gazetesi
Şubat 1943 başında Stalingrad önündeki Alman ordusu teslim olur, böylece Stalingrad kuşatması da sona erer. Farklı cephelerde Mihver orduları zaman zaman başarılar elde etseler de artık durdurulmakta, geri çekilmeye zorlanmaktadır.Artık İngiliz askerlerinin sevdiklerine kavuşma umudu artmıştır. Vera Lynn söylüyor: We'll Meet Again: https://youtu.be/HsM_VmN6ytkHaziran’da İtalyan askerleri Arnavutluk’tan çekilirken Eylül’de İtalya Müttefiklerle ateşkes imzalar. Ancak, pes etmeye yanaşmayan Almanya Roma’yı işgal edip Mussolini’yi kaçırır.Haydaroğlu ailesi, bu gelişmeleri yakından izlemeyi sürdürür. Dostlarla, hemşerilerle buluşmalarda hep “harbin gidişatı” ile olası gelişmeler konuşulur. TÜRKİYE’DEKİ DOSTLAR/GÖRÜŞÜLEN KAFKASYALILARİbrahim Bey ile eşi Nisa Hanım’ın, demiryolları yapımı sırasında Anadolu’da geçirdikleri 14 yıl içinde, kendi hemşerileriyle görüşme olanakları pek olmamış ama Türkiyeli dostlar edinmişler. Bu dostluklar Ankara’ya geldikten sonra da sürmüş.Çocukları, devlet katında babalarından yüksek görevlerde olan kimselerin “yaşına hürmeten” bayramın birinci günü İbrahim Bey’i ziyarete geldiklerini söylediler.Babaları, Ankara’da Bayındırlık Bakanlığı’nda çalışan Macar mühendislerle de dostluk kurmuş. İbrahim Bey’in Ankara’da yaşamaya başladıktan sonra Kafkasya’dan tanıdıklarıyla daha çok görüşme olanağı bulduğu anlaşılıyor. Hepsi Bolşevik karşıtı olmakla birlikte geçmişte farklı cephelerde yer almış olanların Türkiye’ye geldikten sonra aralarındaki eski ayrılıkları artık önemsemedikleri söylenebilir. Bu tanıdıklarından biri de Denikin’in Beyaz Ordusu’nda Bolşeviklere karşı çarpışan, Oset ulusundan Gulihan’mış. Bolşevikler yönetimi ele geçirince İran’a kaçmış. Orada ticaret yaparak zenginleşmiş. 2. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye gelmiş, Ankara’ya yerleşmiş. Ortanca kızları, hemşerilerden söz açılınca, babasının ağzından Ahmet Bey Ağaoğlu, Topçubaşov, Resulzade gibi isimleri duyduğunu söylese de hiçbirini gördüğünü anımsamıyor. Hep yatılı okuduğu için eve gelen giden herkesi bilmediğini söylüyor. Yalnız -Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Basın Yayın Genel Müdürü olmuş -Ahmet Ağaoğlu’nun kızı -Türkiye’nin ilk kadın hukukçusu- Süreyya Ağaoğlu’nun İbrahim Bey’i ziyarete geldiğini anımsıyor. “Çok uzun boylu” olmasıyla dikkatini çeken Rauf Bey’i (Orbay) ilk kez Ankara’daki evlerine geldiğinde görmüş. “Okulu bitirip Ankara’ya döndükten sonra, babam, kızı olan arkadaşlarıyla buluşmaya gittiğinde beni de götürürdü” diyor. Babasıyla gittiği Rauf Orbay’ın evinde onun yeğeni olan genç kızla tanışmış. Eski Duma üyesi, o sırada TBMM üyesi olan Sadri Maksudî’nin evine babasıyla gittiği, onun da bir kızının olduğu kalmış aklında. Ailece görüştükleri İsmail Hakkı Berkok Paşa’nın kızının düğününe gittiklerinde annesi hastaymış, onlarla gelememiş. Koleji bitirdikten sonra, Polonya Elçiliği’ndeki bir davette babasına eşlik ettiğini, çünkü annesinin hasta yattığını anımsıyor.Mimar Şevki Balmumcu’nun tasarımı olan Sergi Evi 1937
Annesi rahatsızlığı nedeniyle pek dışarı çıkamadığı için babasıyla birlikte –daha sonra Büyük Tiyatro’ya dönüştürülecek- Sergi Evi’ndeki resim ve heykel sergilerine gittiklerini anlatıyor. Turgut Zaim’in, ağabeyi Minnetullah’ın Sivas Lisesi’nde resim öğretmeni olan Eşref Üren’in ve başkalarının resimlerini burada gördüklerinden söz ediyor. Sergi Evi’nde gittikleri sergilerden birinin Almanya’dan gelen büyük bir sergi olduğunu anımsıyor. Bu serginin 31 Ocak-15 Şubat 1943 tarihlerinde açık kalan Yeni Alman Mimarîsi konulu sergi olduğu anlaşılıyor. İşin ilginç yanı, Nazi Almanya’sının propaganda amaçlı bu sergisinin açıldığı tarihte Nazizm’den kaçmış pek çok Alman mimar, Türkiye’de yaşamakta ve çalışmaktadır. Başkent Ankara’nın yeni bölümünde yer alan bir çok devlet dairesini, okul ve üniversite yapılarını Alman mimarlar yapmıştır. Bugün öğreniyoruz ki, bu serginin açılmasından bir yıl sonra, 1944’te Ankara’da bu kez İngiliz mimarlığıyla ilgili bir sergi açılmış. Savaşan ülkelerin Türkiye’deki propagandalarını bu düzlemde de birbirleriyle yarışarak sürdürdüklerini görüyoruz.NİSA HANIM’IN HASTALIĞINisa Hanım’ın yaşadığı sağlık sorunlarına 1943 yılında tanı konur: böbrek tüberkülozu... O yıl sonbaharda İstanbul’da Şişli Sıhhat Yurdu’nda böbrek ameliyatı geçirir.Nisa Hanım ameliyat olmak için gittiği İstanbul’da kızı Fatma ile…Fotoğrafı Taksim Meydanı’nda bir sokak fotoğrafçısı çekmiş.
Kızı Fatma, hastanede annesine refakatçi olarak kalmış. Geceleri annesinin yanında beklerken Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını okuyor, gündüzleri amcasının evine banyo yapmaya ve uyumaya gidiyormuş. Babası İbrahim Bey onun için endişelenmiş olmalı ki bir gün onu amcasının evinden alıp hastane yerine sinemaya götürmüş. Kendini veremediği için filmden hiçbir şey anlamadığını, ama babasına belli etmemeye çalıştığını anımsıyor. Annesinin o ameliyattan sonra bir türlü toparlanamadığını anlatıyor.MÜTTEFİKLER YENİ CEPHE PEŞİNDE1943 Aralık başında Cumhurbaşkanı İnönü, ABD Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill ile Kahire’de buluşmaya giderken Türkiye’de halk soluğunu kesmiş, beklemekte… Konferans’tan Türkiye’nin savaşa girmesi kararı çıkacak mı? Ancak, iki güçlü müttefikin önderleri İnönü’yü savaş girmeye yine ikna edemeyince Müttefiklerle Türkiye’nin arası açılır. Türkiye’ye üst üste verilen notalar Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu’nun istifasına yol açar. Müttefiklerin Almanya ile siyasal ve ticarî ilişkilerin kesilmesi isteği TBMM’de tartışmalara neden olur. Haziran 1944’te Müttefikler Normandiya’ya çıkarak Almanlara karşı yeni bir cephe açarlar. Sovyet orduları ise yalnızca kendi topraklarını kurtarmakla kalmaz, Orta ve Güneydoğu Avrupa’da ilerler.1944 sonbaharında Sovyetler Letonya’yı Almanlardan alırken Müttefikler Atina’ya girer. Hitler’le anlaşmazlığa düşen General Rommel intihar eder.Sovyetler ile müttefikleri ABD ve İngiltere arasında bir yarış başlamıştır: Alman işgali altındaki topraklara önce girme yarışıdır bu.Eylül 1944’te Türkiye’de savaş tehlikesinin azalması üzerine, karneyle dağıtılan kişi başına ekmek payı 150 gramdan 375 grama çıkarılır. İki ay sonra gece karartmaları da sona erecektir.NİSA HANIM’IN VEDÂSIBütün bunlar yaşanırken, Nisa Hanım’ın sağlığı hiç iyi değildir: bir yıl önce geçirdiği böbrek ameliyatının ardından yarası bir türlü kapanmamıştır. Yarasına pansuman yapmak üzere her gün eve hemşire gelir. Bazan da, İbrahim Bey çalıştığı için, kızı Fatma ile hastaneye muayeneye giderler. Kızı “Eğer Penisilin bulunmuş olsaydı, annem iyileşirdi” diyor.1 Sağlık durumu iyiye gitmeyen Nisa Hanım, dünya gözüyle kızı Fatma’nın evlendiğini görmek ister. İbrahim Bey’se o güne dek kimseleri kızı için beğenememiştir. Oğlu ona: “Sen kızına asilzâde arıyorsun ama Osmanlı bu ülkede babadan geçen soy bırakmamış ki!” diye takılmaktadır. Sonunda, yanında çalışan genç bir mühendisin ısrarlarına karşı koymaz. “Ekmeğini taştan çıkarır” diye düşündüğü genç adam, zaten Nisa Hanım’ın aklını çelmeyi çoktan başarmıştır. Nisa Hanım evden çıkacak durumda değildir. Kızı Fatma’yla evlilik öncesi alışverişi yapmasını aile dostları Saffet Hanım’dan rica eder. Fransız kız lisesi Dame de Sion’u bitirmiş olan Saffet Hanım, Devlet Demiryolları Reisi (Genel Müdürü) İkbal Adil Sungu’nun eşidir. İki aile Anadolu’da demiryolları yapımı sırasında tanışmış, Erzincan depreminden sağ çıkabilmişlerdir. Evlilik alışverişi sırasında, çarşaf diktirmek için patiska alırken memurlara verilen kuponları kullanırlar. Bir başka dükkânda beğendikleri battaniyeyi satıcıya gösterdiklerinde, Erzincan depremi sırasında yardım malzemesi olarak gönderilmiş bir İngiliz malı olduğunu öğrenirler!1944 Eylül’ünde kızı evlenirken Nisa Hanım nikâha katılamaz. Savaş, müttefiklerden yana da olsa tüm şiddetiyle sürmektedir. Kızları Fatma’nın nişanlısı ikinci askerliğini yapmaya çağrılmıştır. Kızları evlenince, ikinci kez askerlik yapacak olan kocasıyla birlikte Erzurum’a gider. Hukuk Fakültesi’ni o yıl bitirmiş olan oğulları da Urfa’nın Siverek ilçesinde askerlik yapmaktadır. Küçük kızları Şermin ise İstanbul’da okula devam eder. Çocuklarından bir tek, doğuştan sağlık sorunları olan Leylâ yanlarındadır.Günümüzde kapatılarak boş tutulan Numune Hastanesi
Çok geçmeden, Nisa Hanım’ın durumu ağırlaşır. Numûne Hastanesi’ne kaldırılır. Alman vatandaşı Mimar Robert Oerley’in2 tasarımı olan Numûne Hastanesi, 1933’te yapımı tamamlanan ekleriyle, Türkiye’nin en büyük hastanesiydi. Böbreğindeki tüberkülozun beynine atladığını söyler doktorlar. Kızı Fatma ile oğluna haber verilir. İstanbul’da lise öğrenimini sürdüren küçük kızı Şermin’e ise annesinin durumu söylenmez.Nisa Hanım, artık ara sıra kendine gelmektedir. Oğlu izin alıp gelemez annesini görmeye. Ziyaretine gelen, kayınbiraderi Ömer Bey’in damadı, askerlik yapmakta olan Enver Ediger’i subay giysisi içinde görünce kendi oğlu sanır. İstasyonda trenden iner inmez hastaneye giden kızı koridorda annesinin odasına doğru yürürken Nisa Hanım “Fatma… Fatma…” diye sayıklamaktadır…Nisa Hanım’ın 1925 tarihli fotoğrafı
***
Nisa Hanım, Azerbaycan’da söylendiği gibi, “dünyasını değiştirdi”ğinde 44 yaşındaydı. 20 yaşında çıkmak zorunda bırakıldığı konakta kalan piyanosunun konağın yeni sakinlerince bahçeye atılıp kırıldığını duymuştu. Bir daha hiç piyano çalmadı. Bu bölümün sonunda Schubert’in Op.90 no. 3 Impromptu’sünü Letonyalı piyanist Olga Jegunova’dan dinleyebiliriz. https://youtu.be/w_z9oSn-eIM
(1) Penisilin, Fleming tarafından ta 1928’de bulunmuştu ama ticarî olarak üretilmeye başlaması kolay olmayacak, Avrupa’ya çıkarma yapan askerleri korumak amacıyla üretimine hız verilmesi 1944 yazını bulacak, ancak 1945’te halkın kullanımına sunulabilecekti.
(2) Oerley, meslektaşı Holzmeister’le anlaşamayınca Ankara’dan Viyana’ya dönüyor; Nazilerce “güvenilmez adam” olarak görülüyor, iş yaptırılmıyor; 1945’te Secession binasından çıktığında bir kamyon çarpması sonucu yaşamını yitiriyor.
“Bu eserin tüm hakları yayın Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”