Gezinin birinci yıldönümünde acılar içindeyiz. Yaşamını kaybedenler, gözlerini kaybedenler, yaralananlar, gaza, kimyasal suya maruz kalanlar.
Bunların hepsi bir itirazın sonucuydu. Bu 3-5 ağaç değil, “Bana ne düşüneceğimi, nasıl yaşayacağımı, ne yapacağımı söyleyemezsin, dayatamazsın, bana saygı göstermek zorundasın” itirazıydı.
Bu itiraz işe yaradı mı? Yaradığını düşünüyorum. Anladık ki böyle gelmiş ama böyle gitmesi de gerekmiyor. Gezi’ye o AVM yapılamadı. O dönem gerçekleştirilmesi düşünülen başka şeyler de ertelenmek zorunda kaldı. Bunlardan biri de TÜSAK idi.
TÜSAK ile yapılmak istenen, sanat alanına AVM yapmak, sanatı ranta açmak, cepler dolarken bir yandan da neredeyse nefret edilen bir dönemden, bir dünya görüşünden intikam almaktı. Bir taşla iki kuş.
Gezi itirazı, bir yaşam biçimine karışılmasına, bir yaşam biçiminin dayatılmasına itirazdı. Bu itiraz kendiliğinden gelişti. Organize edilmemişti. Devamı da organize olmadı. Sonrasında da bir parti, dernek vs. gibi bir çatıya kavuşmadı. Ama genlere işledi. Orta-uzun vadede toplumsal kimliğimizde önemli sonuçları görüleceği kabul ediliyor.
Peki, ya TÜSAK?
TÜSAK itirazı da kendiliğinden başlamış sayılabilir. Tehlikeyi gören bir avuç kişi can havliyle kurumlarını, derneklerini, sendikalarını, sivil toplum kuruluşlarını uyarmaya, harekete geçirmeğe çalışmışlardır.
Ancak devlette çalışan sanatçılar genelde örgütsüzdür, dağınıktır, apolitiktir, devletten çekinir. Ne sanatsal sorunları, ne maaşları, ne de özlük hakları için mücadele etmeyi deneyimlememiş bir kesimdir. Bu güne kadar devletten böyle bir darbe gelebileceğini hayal bile etmediklerinden, örgütlü olma ihtiyacı da hissetmemişlerdir. Anlayacağınız örgütlülük konusunda acemidirler. O yüzden de tehlike ortaya çıktığında araba farı gören tavşan gibi ne yapacağını bilememişler, TÜSAK mücadelesini siyasi platformlardan uzak tutmaya çalışmışlar, siyasi boyutun altını çizenlere de makbul gözle bakmamışlardır.
Şu an tehlikeyi gören bir avuç kişinin olağanüstü çabalarıyla, sanatçılar arasında farkındalık gittikçe artmakta. Artık tehlikenin farkına varanların, yakaladıkları birer ipin ucundan tutup bir mücadele organize etmeye çalıştığı bir aşamaya geçilmiş durumda. Bir bakıyorsunuz İstanbul’da, İzmir’de, bir bakıyorsunuz Ankara’da bir toplantı, bir kurultay, bir sempozyum düzenlenmekte. Her toplantıda meslek ve sivil toplum örgütleri kucaklanmaya, her kesimden siyasilere bilgi ve mesaj verilmeye çalışılmakta. Yine de ortalık dağınık. Tabi küçük bir camia olmanın neden olduğu kişisel ve kurumsal anlaşmazlık ve sürtüşmeler de işin tuzu, biberi. Mücadelenin liderliğini yürütme hevesi içinde olanları, kendi siyasi görüşlerini mücadelenin merkezi haline getirmeye, kendi sendikasını öne çıkarmaya çalışanları da görüyoruz. Bu açıdan bileşenlerinin, öne çıkmak yerine yan yana olma konusunda çok titiz olduğu, kışkırtmalardan uzak duran, çağdaş ve örnek bir itiraz olan Gezi deneyiminden çıkarmamız gereken dersler olmalı.
Ama ne olursa olsun, artık TÜSAK itirazında da çadırlar kurulmaya başlanmış, gövdeler ağaçlara siper olmuştur. Gezi’de olduğu gibi, TÜSAK’ta da o AVM oraya dikilemeyecektir.