Bugün köşeyi eski bir kitap kaptı.
Sahaf dükkânı gibi bir evde yaşıyorum. Bu “dükkân”ın, bana göre, en değerli kitaplarından biri 1930 basımı “Serbest İnsanlar Ülkesinde”… Kitabın yazarı Ahmet Ağaoğlu, 1869 yılında Azerbaycan’ın Karabağ bölgesindeki Şuşa’da doğmuş. Üniversiteyi Fransa’da okumuş. O zamanlar Rusya İmparatorluğu sınırları içinde olan Azerbaycan’da Çarlık rejimine karşı çalışmaları nedeniyle uğradığı baskılar üzerine çoluk çocuğunu alıp 1909’da İstanbul’a göçmüş. Osmanlı döneminde “maarif müfettişliği”nden Afyonkarahisar milletvekilliğine, Cumhuriyet döneminde basın yayın genel müdürlüğünden Kars milletvekilliğine, önemli görevler yapmış. Her iki dönemde de üniversitede dersler vermiş. Verdiği dersler arasında Rusça, hukuk tarihi, anayasa hukuku, uygarlık tarihi gibi dersler var. İslamiyetin çağdaşlaşması, Türkçülük, uygarlaşma üzerinde kafa yormuş; kalem oynatmış. Malta’ya sürüldüğü, gözden düştüğü dönemler de olmuş. 19 Mayıs 1938’de İstanbul’da dünyaya gözlerini kapatan Ahmet Ağaoğlu, ilk kadın hukukçularımızdan Süreyya Ağaoğlu’nun babası…
“Serbest İnsanlar Ülkesinde”, Ahmet Ağaoğlu’nun bir ütopya denemesi… Kitabın sunuş bölümü şöyle başlıyor: “Monteskiyö ‘Kanunların ruhu’ adlı eserinde hükümet şekillerinden bahsederken diyor ki: “istibdat –yani şahsî hükümet- korkuya, Meşrutiyet şerefe, Cumhuriyet de fazilete dayanır.’” 1748’de yayınlanan hukuk tarihinin ve siyaset kuramının bu belki de en önemli kitabından yaptığı alıntı için 1930 yılında “hâlâ da mâna ve ehemmiyetini gaybetmemiştir” diye yazıyor Ahmet Ağaoğlu ve açıklıyor*:
“Şahsî Hükûmette halk bir tek şahsın keyf ve hevesine uymak zorunda (tabî) olduğundan milyonlarca insanların bu keyf ve hevese itaat etmeleri için halkı korkutmak ve yıldırmak biricik (yegâne) çaredir.(……….)
Cumhuriyete gelince orada Hakimiyet tam ve kapsayıcı (şamil) olarak Halkın elindedir. Ahaliden herkes idareye katılmak yetkisine sahiptir (iştirak etmek salâhiyetini haizdir). Apaçıktır ki (Bedihîdir ki), milyonlarca insanların katıldıkları (iştirak ettikleri) idarenin düzgün ve beğenilir (muntazaman ve makbul) olabilmesi için bu insanların yüksek görev ve sorumluluk (vazife ve mes’uliyet) duyguları ve seçkin ahlâk kuralları ile donanmış (mümtaz ahlak düsturları ile mücehhez) olmaları lâzımdır; yani cumhuriyette vatandaşların erdemli (faziletli) olmaları şarttır.”
Türk milletinin “Dahî rehberinin” yönlendirmesiyle Cumhuriyet gibi en gelişmiş yönetim biçimini kurduğunu yazan Ağaoğlu, ancak “bu pek ince, pek zarif”, dolayısıyla pek güç olan Devlet şeklinin gelişmesi ve desteklenmesi için milletin bireylerinde bazı “manevî” özelliklerin bulunması gerektiğini belirtiyor. Bu özelliklerin neler olduğunu yazarak “Cumhuriyetin manevî cepheden ideolojisini kendime göre kurmak cür’etinde bulundum” diyor.
Düşüncelerini nasıl anlatacağı konusunda epeyi düşündükten sonra, kitabını “bir hikâye şeklinde” kaleme almış: “Esaretten kurtulmuş bir Türk ferdi”, kendini “geniş bir çöl” ortasında buluyor. Nereye gideceğini bilemeden yürürken bir direk görüyor. Direğin üzerindeki yazıyı okuyor: “Sol tarafa giden yol hürriyet yoludur. Sağ tarafa giden yol kölelik yoludur.” Sol tarafa yönelip sabaha dek yürüyor. Şafak sökerken kendini bir kalenin önünde buluyor. Kale kapısının üstündeki “altın hat ile yazılı levhayı” okuyor: “Serbest insanlar ülkesi”… Bu ülkenin vatandaşı olabilmek için “pir” dediği rehberlerden “bir Cumhuriyet’te hür ve serbest vatandaşların nasıl olmaları lâzım geldiği”ni öğreniyor. Esir olduğu dönemlerden kalan alışkanlıklarını bırakıp bu özellikleri kazanmanın ne denli güç olduğunu anlasa da “serbest insanlar ülkesi”ndeki yaşamı gördükten sonra bu ülkede kalmak isteği ağır basıyor, serbest insan olmanın kurallarına uymak için çalışma kararı alıyor.
Bu yapıt, yazınsal açıdan değil elbette ama içindeki görüşlerle amacı açısından önem taşıyor.
Aşağıda kitaptan bazı alıntılar yapıyorum:
“Hür insan yalan söylemez. Yalan, zayıfların, hor görülenlerin (zelillerin), korkakların işidir.(…..) ustalıkla (maharetle) söylenmiş bir yalanı zekâ eseri sayan veya yalancılıkla elde edilmiş bir başarıyı onaylar (muvaffakiyeti tasvipkâr ) bir tavırla karşılayan, ve hele yalancı olduklarına inandığı (kani olduğu) insanlara hürmet ve ikram eden bir cemaat yalancılık illetinin (…) bütün felâketli neticelerine boyun eğmek mecburiyetinde kalır. Böyle bir cemaatte kimse kimseye inanmaz, güvenmez (itimat etmez) ve dolayısıyla (biaenaleyh) ne ortak (müşterek) bir faaliyet ve ne de ortak (müşterek) bir girişim (teşebbüs) imkânı olur. Her türlü gelişme (inkişaf) ve yükselme imkânı kalkar ve yavaş yavaş yozlaşma ve çöküşe (tereddi ve iznihlâle) doğru sürüklenip gider!”
“…baskıcı yönetimin (istibdadın) kullandığı en etkili araç (tesirli vasıta) jurnalcılıktır(…..), vatandaşlar arasında karşılıklı inanma ve güven (itimat) iplerini çözmektir, ve biri birine karşı tereddüt ve şüphe üflemektir. Bunun için de kullandığı en kuvvetli araç (vasıta) jurnalcılıktır.(…….) Herkes herkesten ürker. Aradan doğruluk ve açıklık kalkar. Yerine yalan ve iki yüzlülük geçer ve birlikte iş görmek imkânsız olur. Bu hale gelmiş toplumlar (cemaatler) ipliği çözülmüş kumaşa benzerler, her türlü direnç yeteneğini (mukavemet kabiliyetini) kaybederler ve zorbalığa karşı gelemedikleri gibi, ilim, sanat, ticaret ve sair yollarda dahi birlikte yürüyemez olurlar.”
“Hürriyet demek, denetleme (murakabe) demektir. Denetleme (murakabe) olmıyan yerde hürriyet olmaz ve olamaz! İşte bunun içindir ki serbest ülkede denetleme (murakabe) vatandaşlar için hem haktır, hem borçtur.(……) Serbest (….)ülkede memurlar dikkatle, itina ile seçilirler (intihap olunurlar). Fakat unutmayınız ki, hükûmet ve kuvvet, bozucu etmenlerdir (âmillerdir).(……..) Eğer hükûmet sürenler etraftan bakan, gören ve lâzım olduğu zaman eleştiren ve kınayan (tenkit ve muahaze eden) gözler olduğunu bilmezlerse, gitgide ve kendileri farkında olmaksızın bile bu heveslerini arttırırlar ve nihayet zorbalık yoluna saparlar.”
“Hürriyet nedir? Serbest düşünmek ve düşündüğünü serbest ve samimî söylemek değil midir? Yani, iyi tanıdığımız şeye iyi ve kötü diye tanıdığımız şeye kötü demek!! Hür insanlar bu hürriyete sabır göstermeliler (tahammül etmeliler). Gerçi (vakia), iyi ve kötü anlayışları (mevhumları) bireyseldir(ferdî anlayışa bağlıdır). Bireysel (ferdî) anlayış ise ya doğru olur ya yanlış. Fakat doğru olsun yanlış olsun katlanmak gerekir (tahammül lâzımdır). Zira tahammül olmazsa, tekrar ediyorum, hürriyetin ta kendisi kalkar. Yalnız (…..) verilen hüküm doğru sanılmadığı takdirde onu reddetmek ve düzeltmek (ret ve tashih etmek) de diğer vatandaşların bir hakkı olmalıdır. Bu da hürriyetin ikinci ve esas şartıdır. Serbest belde insanları arasında ne doğruluk ve ne de yanlışlık kimsenin tekeli (inhisarı) altında olamaz. Yanılmak ve yanılmamak eşit olarak (seyyanen) herkesin hakkıdır. Yanılmamaklık ayrıcalığının (imtiyazı) sınırlı bir gruba verildiği bir toplumda (mahdut bir zümreye hasrolunan bir cemaatte) hürriyet olamaz.
-Fakat üstat! Burada bir şarta bakılması lâzım değil midir?
-Nedir o şart?
-İyi niyet (hüsnü niyet).
-Aman efendim! Hürriyeti bu gibi görünmesi, anlaşılması, ellenmesi pek çetin ve hatta mümkün olmayan şartlara bağlamaktan sakınınız. Başkasının içini yoklamak kimsenin işi değildir.(…..) bu iyiniyet (hüsnü niyet) bahanesiyle herkesin ağzını kapamak pek kolaydır. Bu gibi dolambaçlı yollara girmiş olan hürriyetin sonu esarettir!”
“Üstat,sizde fikir ayrılığı yok mu?
-Hem de ne kadar! Hürriyet olan yerde fikirlerde ayrılık pek tabiidir.
-Fakat bundan dolayı memleketin idaresi güçleşmiyor mu?
-Asla! İdare etmek san’atı zaten fikirlerin ayrı olduğu yerlerde kendisini gösterir. Asıl hüner serbest insanları idare etmektir.(……) Susturmak, hareket ettirmemek, vatandaşların ağızlarını, gözlerini, kulaklarını, beyinlerini bağlamak istibdat usulünün idare sistemidir.”
“Evet, oğlum. Hür olmak kolay değildir. Kölelik daha kolaydır. Köle kendisini başkasına teslim eder, iş biter! Hür ise bilâkis başkasını düşünmekle yükümlüdür (mükelleftir). Görmedin mi, kale bekçilerinin ilk suali: ‘Başkalarını sever misin?’ oldu. Başkasını sevmek onun yolunda rahatsızlığa, ıztıraplara katlanmak demektir. Yalnız bu yolladır ki (vasıta iledir ki) vatandaş hem kendini ve hem de başkalarını kurtarabilir. Fakat sen şimdiye kadar başka usule alıştın. Sen rahat ve kurtuluşunu toplumdan ayrı (necatını cemiyetin haricinde) aradın. Şimdi sen hür olmaya karar verdin (……) İçinde yaşadığın cemaatin mukadderatına kayıtsız kalmıyacaksın, onun hakkını, hukukunu, menfaatini, şeref ve yüceliğini (izzetini) benimseyeceksin, onun fakirlerini, çocuklarını, cahillerini düşüneceksin. Bunlar için kurulmuş olan yardım, koruma, okutma ve sair teşekkülllere yazılacaksın!”
Sıradan insanın okuyup anlayabilmesi amacıyla yazılmış bu 128 sayfalık küçük kitaptan yaptığım alıntıları burada keseyim; kitabı okurken aklıma gelen iki anıyı paylaşayım:
Birincisi dayım Minnetullah Haydaroğlu’nun bir anısı: Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken Mithat Paşa Caddesi’nde babasının bir arkadaşıyla birlikte Hasan Alî Yücel’le karşılaşmış. Babasının arkadaşı onu hukuk fakültesi öğrencisi olarak tanıtınca, Hasan Alî elini sıkarken gözünün içine bakarak “Bizim işimiz zordu, sizinki daha zor” demiş dayıma…
Yıllar önce Gençlik Parkı’nda Oğuz Tansel, Cahit Külebi ve Uğur Mumcu’nun katıldığı bir panelde Uğur Mumcu’nun söylediği şu sözü sık sık anımsarım: “Ben bizden önceki kuşağın yaptıklarını eksik buluyorum, ama bizim kuşağı suçluyorum” demişti.
Bu anılarda sözü edilen güçlük ile eksiklik, Cumhuriyet devriminin gereksindiği davranışları yerleştirmekteki güçlük, devrimin insanlarını yetiştirmekteki yetersizlik olsa gerekti. Cumhuriyet bu yüzden tehlikelere açıktı.
Bitirirken dilimin ucuna bir tekerleme geliyor- çoğu masalımızın başlangıcında söylenen o tekerleme: “Az gittim, uz gittim, altı ay bir güz gittim, bir de dönüp arkama baktım ki, ne göreyim? Bir arpa boyu yol gitmişim!” Belki bundan sonra masal anlatanlar bu tekerlemenin sonunu şöyle değiştirirler: “Bir de dönüp arkama baktım ki, ne göreyim? Geri geri gitmişim!”
* Gençler okuyacak olurlarsa kolay anlasınlar diye, alışılmıştan farklı bir uygulamayla, metni yer yer günümüz Türkçesiyle yazdım, aslını parantez içine aldım. Alıntılardaki bazı sözcüklerle sözcük grupları bugün farklı yazılıyor, ama o tarihteki yazılış biçimlerini korudum.