Bu kez köşeyi sinema kaptı.
“Koronanın yararları mı olurmuş?” diyenleri duyar gibiyim; söyleyeyim:
Şu Korona salgını denen illet çok can yaktı, sayısız zarar verdi; ama -şimdilik görebildiğim-en azından bir yararı da olmadı değil: Bu salgından önce, herhangi bir festivalde film izlemek ya da ilgimizi çeken bir konudaki konferansı dinlemek böyle kolay değildi. Şimdi, festivalin ya da konferansın düzenlendiği ülkeden/şehirden uzakta bile olsak bir yoksunluk çekmiyoruz. Sanal ortamda erişim olanağı, bu açıdan, ülkeler arası sınırlarla taşra-büyükşehir farkını ortadan kaldırdı. Böylece, festival filmlerini de, sanal ortamda alınan uygun fiyatlı biletlerle Türkiye’nin her yerinde, belli birkaç gün içinde bile olsa, istediğimiz saatte evlerimizden izleyebiliyoruz. Dilerim ve sanırım, bu olanak salgın bittikten sonra da kullanılır.
Ankara’nın her yıl beklenen Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’ndeki filmleri Korona günlerinde evlerimizden izleme olanağı bulduk. Festivalin bu yılki en çarpıcı filmlerinden biri, İsrail yapımı bir belgesel olan Dört Ana idi.
Rephael Levin ile Dana Keidar Levin’in yönettikleri 70 dakikalık belgesel, İsrail tarihinin en başarılı savaş karşıtı hareketi olan Dört Ana’yı konu alıyor. Film, dört kadının 1970’lerin başında yeni doğmuş ya da küçük çocuklarının fotoğrafları ile videolarını göstererek anlattıklarıyla başlıyor.
İçlerinden biri, yeni doğan oğlunu görmeye gelen bir yakınlarının “İsrail için ölecek bir asker doğdu” sözleri karşısında nasıl irkildiğini söylüyor. Daha oğulları küçücükken onları bir gün canını vermek üzere askere gönderecekleri düşüncesinin dört ananın da beynine kazındığı görülüyor. Bu analar, Lübnan sınırına yakın Galile bölgesindeki bir kibutzda yaşıyorlar. Tüm çocuklar gibi koşa oynaya büyüyen oğulları, okullarını bitirdikten sonra asker olup cepheye gidiyorlar.
Bu sırada İsrail ordusu, -1982’de Lübnan İç Savaşı sırasında Galile Barış Operasyonu adı altında girdiği- Güney Lübnan’daki varlığını sürdürmekte… İsrail için‘güvenli bölge’ olduğu gerekçesiyle burada bulunan askerlerin Hizbullah’la çatışması bitmiyor, çok sayıda asker yaşamını yitiriyor.
Belgeselde, dört annenin anlattıkları ile dönemin televizyon haberlerinin görüntüleri birlikte veriliyor. Şubat 1997’deki bir helikopter kazasının haberini görüntülerle, resmî açıklamalarla adım adım izliyoruz. Annelerin yürekleri ağızlarında… Sedyede taşınan yaralı ya da can vermiş bir askeri televizyonda gören anne: “Bunun çizmeleri kırmızı! Bu benim oğlum değil!” diye önce rahat bir soluk alsa da saatler sonra yapılan açıklamada oğlunun okul arkadaşlarının, komşu çocuklarının adlarını duyuyor. Oğluyla konuşabildiğinde onun bu durumu doğal karşıladığını görüyor.
73 askerin can verdiği bu helikopter kazası üzerine,Galile kibutzundan dört ana bir araya gelerek dertleşiyorlar; ardından protesto eylemlerine girişiyorlar. İsrail Ordusunun Güney Lübnan’dan kayıtsız şartsız çekilmesi için sokaklarda bildiri dağıtmaya, bildiriyi imzaya açmaya, düşüncelerini basın yayın organlarında duyurmaya başlıyorlar. Önceleri, İsrail toplumunda “erkek işi” sayılan ulusal güvenlik konusuna burunlarını soktukları için küçümseniyorlar.
O güne dek, İsrailli analar, toplumun kendilerine verdiği “yurdu için asker doğuran, savaşta yiten oğlunun acısını tutan; sessiz, çilekeş kadınlar” rolünü benimsemişler. Dört Ana’nın protestoları “savaşan çocukları için kaygılanan anaların bencil çıkışları” olarak yorumlanıyor.
Dört Ana ise yalnızca kişisel kaygılarla yola çıkmadıklarını, çocuklarının boşu boşuna Güney Lübnan’da öldüğünü açıklamak için uzman görüşlerinden de destek alıyorlar. Ulusal güvenlik konusunda bilgi açıklarını kapatan Dört Ana ile onlara katılanlar, devletin yanlış politikaları yüzünden genç canların tehlikeye atıldığını öne sürüyorlar. İsrail’in Güney Lübnan’daki askerî varlığının güvenliği korumayıp tehdit ettiği konusunu savunuyorlar.
Yalnızca başka analar katılmıyor Dört Ana’ya; askerden ayrılmış erkeklerin, çocuksuz kadınların da katıldığı bir harekete dönüşüyor zaman içinde. Bunun üzerine, cephedeki askerin moralini bozmakla, Hizbullah’ın ekmeğine yağ sürmekle suçlanmaya başlıyorlar. Ordunun üst rütbeli bir generalinin, bu görüşü dile getirdikten sonra “ama bir şey yapamayız, çünkü İsrail demokratik bir ülke” dediğini görüyoruz. Hele can kaybıyla sonuçlanan bir olaydan sonra yapılan “asker silah kullanmakta çekimser davranmasaydı, silah arkadaşları şimdi hayattaydı” yorumları, Dört Ana hareketine karşıtlığı besliyor. Bu ortamda, bazı arkadaşları dört anayla selamı sabahı kesiyor.
Onlarsa yılmıyorlar; bildiri dağıtmakla kalmayıp televizyonlarda siyasal tartışma programlarına katılmaya başlıyorlar, ilgili kamu kurumlarının önünde kalabalık gösteriler düzenliyorlar. Birkaç yıl içinde kamuoyunda ibre Dört Ana hareketinden yana dönüyor.
Seçimler yaklaşırken -o sırada da Başbakan olan- Netenyahu bile ağız değiştirmeye başlasa da, açıkça Güney Lübnan’dan çekileceğini duyuran Ehud Barak kazanıyor seçimleri.
Dört Ana hareketinin oluşumundan üç yıl sonra, Mayıs 2000’de Barak hükümeti Güney Lübnan’dan askerlerini çekme kararı alıyor.
Belgesel, İsrail’in tek taraflı olarak Güney Lübnan’dan çekilmesi üzerine Dört Ana hareketinin kendi varlığına son vermesinin 20. yıldönümünde hazırlanmış. Geçen yıl, belgeseli duyuran bir yazıda, Dört Ana’nın bütün dünyada protestocu analara öncülük etmiş bir hareket olduğu vurgulanıyor ve şöyle deniyor: “Eğer günümüzdeki Netenyahu karşıtları, kendilerine bir esin kaynağı arıyorlarsa, İsrail askerinin Güney Lübnan’dan çekilmesini sağlayan anne dörtlüsüne bakmaları yeter (…..) Rephael Levin ile Dana Keidar Levin’in yönettikleri belgesel film, şu anda –tam da Başbakan Benjamin Netenyahu’ya karşı protestolar sürerken- sıradan vatandaşın sokağa çıkması bir değişikliğe yol açabilir mi, diye soran İsraillilere açık bir ileti taşıyor: Evet, bir değişikliğe yol açabilir.”*
İsrail’deki son seçimlerde de bu belgeselin bir katkısı olmuş mudur, bilemeyiz. Belgeselden bir sahneyle bitsin bu yazı…
Televizyonlar, askerlerin İsrail’e dönüşü ile onları karşılayan komutanların sınıra yakın, açık havada, gösterişsiz bir ortamda yaptıkları konuşmaları gösteriyor. Bir komutanın konuşmasının ardından, belgeselin başından beri gördüğümüz, uzun boylu, zayıf, yorgun yüzlü bir kadın yerinden kalkıp mikrofona geliyor. Dört Ana hareketinin kurucularından biridir bu kadın. Şöyle diyor: “Oğulları bugün Lübnan’dan dönüp ‘Anne, ben geldim’ diye seslenen anababaların sevincini paylaşmak istiyorum. Ama, oğulları bugün dönüp de ‘Anne, ben geldim’ diye seslenemeyen aileleri de kucaklamak istiyorum.” Bu sözlerden sonra yerine geçip ağlayan anne, üç yıl önceki bir çatışmada oğlunu yitirmiştir.
MİNA TANSEL
28 Haziran 2021, Ankara
* https://www.haaretz.com/israel-news/.premium-the-original-wall-of-moms-how-four-mothers-changed-israeli-history-1.9107400