Moskova Çaykovski Konservatuvarı'ndan “kırmızı diploma” ile mezun olma başarısı göstermiş iki genç piyanistimiz, müzik dünyasında giderek daha fazla kendilerinden söz ettiriyorlar. Son olarak Bilkent Konser Salonu'nda Franz Liszt'in “Üstün İcra Etüdleri”ni Transandantal başlıklı resitalde bölüşerek seslendirip, ardından piyano ikilisi olarak bestecinin, Mozart'ın Don Juan operası üzerine fantezisini çalıp ayakta alkışlandılar. Bu ikiliden Cem Babacan'la, aynı zamanda Sanattan Yansımalar portalimizin yazarlarından olan Ayşe Öktem'in yaptığı ve Andante dergisinin Ocak 2015 sayısında yayımlanmış söyleşiyi sizlere sunuyoruz.
Cem Babacan, sizi yeni yeni tanımaya başlıyorum. Oysa geçmişinize baktığımda, genç yaşınıza karşın, hayli zengin bir meslek hayatınız var. Bu nedenle, öncelikle tanımayanlarınız için, sizden yaşam öykünüzü alalım. Özellikle de müziksel boyutunu.
1988 yılında Ankara’da doğdum. 8 yaşında özel derslerle piyanoya başladım. 10 yaşında H.Ü. Ankara Devlet Konservatuarı’nın Piyano Bölümüne kabul edildim. 1998 yılında başladığım ve 2008 yılında bölüm, fakülte birincisi olarak mezun olana kadar bu okulda devam eden eğitimim süresince hem kurum bünyesinde, hem de farklı yerlerde çok sayıda konser ve etkinlikte yer aldım. Başta Fransa ve Avusturya olmak üzere yurtdışında çok önemli müzisyenler ve eğitimcilerin ustalık sınıflarına katıldım. Bu ülkelerde katıldığım bazı yarışmalar ve seçmelerde ödüller aldım, konserler verdim. Mezuniyetimden sonra Moskova Çaykovski Konservatuvarı’nda lisansüstü eğitime başladım. 4 yıllık eğitimim boyunca Moskova’nın büyülü salonlarında ve atmosferinde gerçekleşen pek çok konsere katılma imkânım oldu. Türkiye’de düzenlenen üç
önemli Piyano Yarışmasında birincilik ödülünün sahibi oldum. İsviçre ve Almanya da çok prestijli salonlarda resitaller verdim ve orkestra eşliğinde solist olarak çaldım. 2012 yılında Moskova Çaykovski Konservatuvarı’ndan en yüksek derece olan kırmızı diploma ile mezun oldum ve özel sebeplerden ötürü doktora eğitimine devam etmeden Ankara’ya, evime döndüm. Bir buçuk yıl kadar konser performanslarına ve çalışmalarına ara verdim. Ankara Devlet Konservatuvarı’nda farklı görevlerde sözleşmeli olarak çalıştım lakin bir yılın sonunda görevime son verilip, okula girişim yasaklandı. 2013 baharında tekrar düzenli piyano çalışmaya başladım ve bundan itibaren pek çok orkestra eşliğinde solist olarak konser verdim, festivallerde çaldım; Fransa, İsviçre ve İspanya’da programda Türk bestecilerin ağırlıkta olduğu resitaller verdim. Puigcerda Uluslararası Piyano Yarışması’nda üçüncülük ödülü aldım, Bakü Konservatuvarı’nda önemli Rus piyanist Oxana Yablonskaya ile doktora çalışmalarına başladım. Piyanist dostum Başar Can Kıvrak ile çok önemsediğim ikili konserler yaptık.
Her müzisyenin müzikle ilk karşılaşmasının bir öyküsü vardır. Sizinki nedir? Nasıl yöneldiniz bu tür müziğe? Enstrüman seçiminiz nasıl oldu?
Babamın profesyonel olarak müzikle hiçbir bağlantısı olmamasına rağmen çok seçici ve kaliteli bir müzik zevki vardır. Çok küçük yaştan itibaren bana çok önemli bestecilerin güzel yorumlarını dinletirdi. Pek çok plağımız vardı. Henüz 5 yaşındayken Alfred Brendel’in Beethoven 5 numaralı Piyano Konçertosu yorumuyla uyurdum. Piyano başlı başına sesi ve yapısı ile beni çok etkilemişti. Bunun dışında aynı yaşlarda popüler müziğin bile kalitelisini dinletti bana. Beatles, Edith Piaf, Queen, Bülent Ortaçgil vs. Televizyonda estetik yoksunu bir müzik gördüğünde hem kendi tahammül edemediği, hem de benim dinlememem için kapatırdı. Belki de bu aşinalıktan ötürü ilkokulda müzik derslerinde başarılıydım ve müzik öğretmenim beni bir enstrüman öğrenmem için teşvik etti. Tam o dönemde ismi duyulmaya başlayan Fazıl Say’ın resitaline gitmiştik. İşte o gece piyano öğrenmek istediğime karar verdim. O zamandan piyanonun ne kadar sınırsız olanakları olan bir enstrüman olduğunu hissetmiştim.
H.Ü. Ankara Devlet Konservatuarı’ndan sonra, Moskova Çaykovski Konservatuarı’ndan da yüksek dereceyle mezun oldunuz. Sizi Moskova Konservatuarı’na kadar getiren süreç içinde “müziksel bir karakter” oluşumu oldu mu, yoksa belirleyici olan Moskova Konservatuarı mı oldu?
Ankara Devlet Konservatuvarı’nda fikir olarak müzikal karakterimin çok büyük bir parçasının oluştuğunu söyleyebilirim. Bunun belirli sebepleri var. Birincisi, gerçek anlamda okulun tarihinin verdiği ruh. İkincisi, çocukluğumun en ateşli, bilgiye aç ve meraklı olduğum dönemini orada geçirmiş olmam. Müzik ile ilgili teorik bilgilerimin neredeyse tamamını orada aldım. Beraber okuduğum sınıf inanılmaz bir sınıftı. Pek çoğu şu anda kendi alanlarında önemli noktalardalar. Hâttâ daha ileri gidip en çok şeyi kendi sınıf arkadaşlarımdan öğrendim bile diyebilirim. Birbirimize çalar, öğrendiğimiz çalışmaları gösterir, konserlere gider, kayıtlar dinler, ardından tüm bunları paylaşır, tartışırdık. Ancak fikirlerin pratiğe geçmesi ve altyapıdaki noksanlık önemli bir sıkıntıydı benim için. Hep bir şeyler eksik kalıyordu çalışımda ve çalışmamda. Moskova Konservatuvarı ve oradaki eğitmenlerim işte tam bu noktada çok önemli oldu. Müzikal ve teorik bakış açıma çok şey kattıkları gibi, fikirlerimi disiplin altına almayı, yaptığım müziğe yansıtmayı öğrettiler.
Peki, bu durumda, eğitimler arasında bir karşıtlıktan mı söz edelim yoksa bir devamlılıktan mı?
Kıyaslamak kolay değil. Farklılık demek daha doğru sanırım. Moskova Çaykovski Konservatuvarı her anlamda oturmuş ve işleyen sisteme sahip bir okul. Belki bana kızanlar olacak ama ne yazık ki Ankara Devlet Konservatuvarı için aynı şeyi söyleyemem. Hâttâ hâlihazırda bozulan çok şey var.
Müzik yaşamınızda sizi etkileyen birileri vardır mutlaka; bu bir hoca, ebeveyn, dost olabilir. Kariyerinizde belirleyici olan karşılaşmalardan söz eder misiniz?
Türkiye’nin önde gelen bestecilerinden ve bana göre dünyada gelmiş geçmiş en önemli müzik eğitimcilerinden İlhan Baran’ın benim için yeri çok özel. 10 yaşında Konservatuvarda 6. sınıftayken derslerine katılmaya başladım. O yaşta bana ve birlikte dersine katıldığım arkadaşlarıma sanatın ve dünyanın evrensel kapılarını açtı. Müzik tarihinin en büyük eserlerini dinleyip, analiz ettik ve tüm bunları büyük bir keyifle yaptırabilen başka biri olabileceğini sanmıyorum. Dersler esnasında Bilim Teknik ve National Geographic dergilerindeki makalelerden bahseder, güncel olaylara yorumlar yapar, doğru zamanlarda mizahı olması gereken yere koyar ve 8 saat kimseyi sıkmadan ders yapabilirdi. Ettiği tek bir cümle yaptığınız müziği değiştirirdi. Sadece müziği değil, hayatı da öğretti. Söyleyebileceğim diğer isim ise Moskova Konservatuvarı’ndaki piyano öğretmenim Alexander Mndoyants. Kendisi 4 yılda benden bambaşka bir müzisyen yarattı. Piyano eğitimi hakkında bu kadar derin bilgi sahibi olan birini tanımadım. Onunla çalışmaya başladığımda 20 yaşındaydım ve 12 yıldır piyano çalıyordum. Çalışımda oturmuş pek çok hatayı büyük bir sabır ve dâhice stratejilerle çözdü. Çıkarmak istediğim, çıkarmam gereken müziğin nasıl olması gerektiğini gösterdi. Kendisine çok şey borçluyum.
“Yıldırım aşkı” yaşadığınız bir besteci var mı? Hani şöyle bir eseriyle ilk karşılaştığınızda, sizi onu daha fazla tanımaya iten; daha da ileri gidelim, yaşamınızı onun eserlerine adayacak kadar sevdiğiniz bir besteci?
Birkaç yıl kadar önce sorsaydınız bu soruya tek cevabım Franz Liszt olurdu. Ancak son yıllarda Scriabin, Prokofiev ve besteci dostum Korhan Ilgar’ı da bu ilişkiye dâhil etmek zorundayım.
Sizi bu bestecilere iten nedir?
Franz Liszt’in Bach’ın org eserlerine yaptığı uyarlamalardan, kendi yazdığı atonal eserlere uzanan, başka hiçbir bestecide olmayan dört yüz yılı kapsayan müzikal dili, piyano yazısına en büyük katkıyı yapışı, virtüozite konusunda önüne geçilemez bir örnek oluşu ve kitaplardan okuduğumuz kadarıyla, değişken karakteri ile kendimin ve çoğu tanıdığımın bana benzetmesi. Scriabin’in müziğini dinlerken ve çalarken evreni hissediyorum. Sayılamayacak kadar fazla nota ama inanılmaz bir bütünlük ve renk içinde… Ayrıca pek kimse bilmez, piyano icrâsına yaptığı çok büyük katkılar var bilhassa pedalla ilgili. Prokofiev ise bana göre her piyanistin çalması, çalışması gereken bir besteci. Çalarken en rahat hissettiğim ve beni en tatmin eden, piyaniste korkmadan ses çıkarabilme özgürlüğünü sağlayabilmiş tek besteci belki. Tüm bunların içinde yazısındaki derinlik ve eserlerindeki form anlayışı beni çok etkiliyor. Korhan Ilgar ile ilgili Prokofiev’le ilgili söylediğime benzer şeyleri iddia edebilirim. Tüm bunlara ek olarak Türk besteci oluşu ve benim arkadaşım oluşu onu çok özel kılıyor. En yakın resitalimde bestelediği son “Piyano Sonatı”nı çalmayı hedefliyorum, dinleyebilenler ne demek istediğimi anlayacaktır.
Eskiye dönelim… İlk konserinizi ne zaman, nerede verdiniz? Resital miydi? Peki, hangisini tercih edersiniz, orkestra eşliğinde çalmak mı, kapsamlı bir resital vermek mi?
İlk performansım sanıyorum Ankara Konservatuvarı’nın konser salonundaki sınıf konserindeydi. 10 yaşındaydım. İlk resitalimi de daha sonra bu salonda verdim. İlk orkestra eşlikli konserimi ise 17 yaşında Hacettepe M salonunda okul orkestrasıyla yaptım. Orkestra eşliğinde çalmak bana göre en keyiflisi. Bunun bir sebebi de repertuvarda gerçekten bu formda yazılmış inanılmaz eserler oluşu. Ancak bir müzisyenin ne olduğunu en iyi gösteren etkinlik resitallerdir. Dinleyiciyle baş başasınızdır ve yaptığınız müzikten program seçiminize kadar her şey sizin sorumluluğunuzdadır. Bir müzisyenin en titiz düşünmesi ve hazırlanması gereken konu resitalleridir bana göre.
Bir resital/konser sonrasında öz eleştiri yapar mısınız? Kendinizi affetmediğiniz durumlar oldu mu?
Ne yazık ki abartılı derecede fazla yaparım. Bazen daha da ileri gidip kendimi cezalandırdığım bile olur ve bu durum bana zarar verir. Şimdiye kadar sahnede hiç rezalet yaşamadım. Mesela hafıza problemlerini şimdiye kadar hiç yaşamadım; umarım da yaşamam. Kontrolü kaybettiğim, ya da üzerinde çok emek sarf edip, sonuç alamadığım icram da olmadı gerçekten. Buna rağmen daha iyisini yapabileceğimi bilip, kendimi tatmin edemediğim performanslarım oldu ve kendimi hâla affetmem. Ama yine de önemli tecrübeler olarak görüyorum.
Konser öncesinde heyecan var mıdır? Biliyorsunuz bazı ünlüler yıllar sonra bile yaşadıkları heyecan nedeniyle konserlerini azaltacak kadar ileri gitmişlerdir. Ya siz?
Yaptığım işteki en büyük avantajım bu konudur diyebilirim. Asla heyecanlanmadım ve heyecanlanmam ya da gerilmem, büyük bir zevk alırım sahneye çıkmaktan. Konser anında hiçbir zaman çalmadığım kadar iyi çalarım bu sebeple sanırım. Moskova’daki piyano öğretmenim Alexander Mndoyants ile mezuniyet sınavımdan bir gün önce yaptığım son derste tam istediğim gibi çalamamıştım. Kendisi öğrencilerinin performansları öncesi çok gerilir hatta kan ağlatırdı. Ama bana o derste beklentisinden düşük çaldığımı ancak hiç korkmadığını çünkü sahnede her zaman en iyi performansımı yaptığımı söylemişti.
Konser demişken; ünlü bir piyanist “iyi bir dinleyici kitlesi önünde daha iyi çaldığını” söylemiş. Sizce “iyi dinleyici” nasıl olmalıdır? Yorumcuya bunu hissettiren ne olabilir?
Benim için değer verip konserime gelen bütün dinleyiciler “iyi dinleyicidir”. Ancak bazı konserlerde “zor dinleyiciler” ile karşılaştım. Ön yargılı, ne yaparsanız yapın sıkılmaya hazır dinleyicilerin davranışları ve yaydıkları negatif enerji beni bazen çok zorlamıştır.
Kendinizi şu aşamada yorumlamaya hazırlıklı hissetmediğiniz bir besteci var mı? Varsa da, neden hazır hissetmiyorsunuz kendinizi?
Çok saygı duymak ve dinlemekten büyük keyif almakla beraber, ne yaparsam yapayım şu anda çalarken kendimi rahat hissetmediğim ve hak ettikleri gibi yorumlayamadığımı düşündüğüm iki besteci var ne yazık ki. Bu besteciler Chopin ve Schubert. Chopin dünyadaki bütün piyanistler için çok tercih edilen bir besteci. Bu nedenle de tabii ki inanılmaz başarılı ve başarısız uç yorumları var. Benim de şahsen üzerinde çok çaba harcadığım bir bestecidir. Ancak ne yaparsam yapayım başarılı yorumlarının yakınına yaklaşabildiğimi hissedemedim. Tam olarak nasıl yorumlanması gerektiğiyle ilgili de kafamda çok soru işareti var. Haddim olmayarak Schubert’in piyano yazısının piyanistik olmadığını düşünüyorum. Ancak tabii ki inanılmaz müzikler yazmış, bu müziklerin efsanevi yorumları da yapılmıştır ve dinlemekten her zaman keyif alacağım. Bunun dışında, ne kadar büyük olursa olsun, icra etmeyen piyanistin kalmadığı; üzerine de şahsen karakteristik ve entelektüel bir ayrıntı katamayacağım eserleri de çalmamaya gayret ediyorum.
Ulusal/uluslararası yarışmalar benim zihnimi kurcalamıştır hep. Bu yarışmaların kapılar açtığını biliyoruz. Lakin büyük bir yarışmada örneğin üçüncü olan bir yarışmacının, kariyer hayatında, birinci olandan daha ünlendiği de çok olmuştur. Ayrıca, yarışmacıyı da fazlasıyla etkilediğini düşünürüm. Sizce bir yarışma sonucu bir müzisyeni ne kadar etkiler? Siz ne kadar etkilenirsiniz?
Ben çok etkilenirim. Ancak sonuç ne olursa olsun yarışmalar, katılanların kendi kapasitesini zorlaması ve görebilmesi için önemli araçlardır bana göre. Bilhassa büyük ve çok turlu yarışmalarda 1, 2 gün arayla büyük programları yapılabilecek en ideal şekilde hazırlarsınız ve performansınız size gelecekte üst üste kaç konseri kendi ideal performansınızla bitirebileceğiniz hakkında ipucu verir. Tabii ki geçmişte de, şimdi de büyük yarışmalarda pek çok değerli müzisyenin hakkı yenmiş, hak etmeyen müzisyenler ise derecelere girebilmiştir. Ancak gerçekten orijinal ve kaliteli müzisyenlere, bana göre, hayat bir şekilde hakkını veriyor. Vermediği de oluyor tabii ama bu insanların kendi değerlerini bilmeleri, akıllı ve stratejik olmaları gerekiyor. Yarışma sonuçları beni de hep etkilemiştir ancak bana göre başarısız olmadan, başarılı olmayı ve onun değerini öğrenemiyoruz.
Önünüzde yoğun bir program olduğunu biliyorum. Arkadaşınız, partneriniz, nasıl tanımlarsanız tanımlayın ama iyi piyanist Başar Can Kıvrak ile dört el ya da iki piyano, güzel konser programlarınız var. Sizi bir kez dinlemiş olmama karşın, aranızda “seçkin bir uyum” olduğu anlaşılıyor. Bize gelecek hakkındaki projelerinizden söz etseniz…
Evet Başar Can Kıvrak ile Moskova’ya gidişimiz aynı döneme rastlar. Ardından 4 yıl bu şehirde neredeyse her şeyi beraber yaptık. Beraber okula gittik, derslere girdik, iki piyano çalıştık, yemek yedik, aynı yurtta kaldık. Bu süreçte bana ailemden daha yakın biridir. Bu kadar uzun süre bu kadar yakın olabildiğim, beraber müzik yaptığım ve hiçbir problem yaşamadığım başka kimse yok. Bu da onun ne kadar özel bir insan ve müzisyen olduğunun göstergesidir. Aramızdaki uyumu ancak böyle analiz edebiliyorum. Önümüzde kesin olan üç konser var. Bunlardan birinde sadece iki piyano değil ayrı ayrı solo da çalacağız. Türkiye’de, yanılmıyorsam, ilk kez tek konserde Liszt’in bütün Transandantal Etütlerini seslendireceğiz. Gelecekte bu formattaki resitallere de devam etmeyi düşünüyoruz. Umuyorum devamı gelir.
Ayşe Öktem
***
Konser Programları
15-16 Ocak 2015- Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde Başar Can Kıvrak ile Bela Bartok- 2 Piyano ve Vurmalı Çalgılar için Konçerto (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu) Bkz:
http://sanattanyansimalar.com/yazarlar/sefik-kahramankaptan/demek-modern-muzigin-de-dinleyicisi-varmis/416/
***
4 Şubat 2015- Başar Can Kıvrak ile Resital- Franz Liszt- Transandantal Etütlerin tamamı ve İki Piyano için Mozart Don Juan Operasının Uyarlaması (Bilkent Konser Salonu)
Bkz:
http://sanattanyansimalar.com/yazarlar/sefik-kahramankaptan/bilkent-e-transandantal-moskova-cikarmasi/448/
***
22 Nisan 2015- Orkestra Akademik Başkent eşliğinde konser (Eser henüz kararlaştırılmadı.)
***
25 Mayıs 2015- Başar Can Kıvrak ile 4 el konseri ( Hekimbaşı Salih Efendi Yalısı, İstanbul)