Ülkeyi derin acılara boğan Soma maden faciası ile faciada yaşamlarını yitiren madencilerimizin ölümlerini ”işin doğası”, “normal” gören kaderci değerlendirmeler, sanat alanı için kaleme aldığımız “Çuvaldızı kendimize!” başlıklı yazıyı gelecek haftaya bıraktı.
Aslında yaşananlar bağlamında konular ayrı olsa da, sürdürülen anlayış aynıdır. Tanımı daha baştan yapalım. Değerlendirmedeki kabul edilemez anlayış; yok edilen aydınlanma kültürümüz ve bu kültür üzerinde kurulan yaşamımızdır.
Meseleyi, yazının dar sınırları içerisinde ortaya koyalım:
İnsanlığın sanatta, bilim ve felsefede Rönesans aydınlanmasıyla karanlık ortaçağı aştığı süreç, bizde 1926 yılında yürürlüğe giren “Yurttaşlık Yasası”nın gerekçesinde (Türk Kanunu Medenisi) tanımını bulmuştur.
Doğumdan ölüme kadar “yaşamı” düzenleyen, miras hukukunu da düzenlediği için ölümden sonrasını da hukuksal güvenceye bağlayan Yurttaşlık Yasası, cumhuriyet aydınlanmasının temel yasası niteliğindedir.
Yasanın gerekçesi özetle şöyledir:
“Kanunları dine dayanan devletler, kısa zaman sonra memleketin ve milletin gereksinmelerini karşılayamazlar. Çünkü dinler değişmez hükümler ifade ederler, yaşam ve gereksinmeler ise süratle değişir. Değişmemek dinler için zarurettir. Esaslarını dinlerden alan kanunlar ilerlemeye mani belli başlı nedenlerdir ve uygulandıkları toplumları ilkel devirlere bağlarlar. Bu nedenle asrın medeniyetine sahip toplumların ilk ayırıcı özelliği din ile devleti ayırmak olmuştur. Yasa bu anlayışla hazırlanmıştır.”
Yasanın temel özelliği, akla bilime dayanmasıdır. Ortaçağdan kalma kurallar yerine, çağın kültürünü yaşamın merkezine koyan yasa, bu nedenle en önemli düzenlemedir.
Yurttaşlık yasası ile ulus olmanın, yurttaş olmanın, birey olmanın, kadın ve erkek olarak eşit olmanın, kısaca uygar bir toplum olmanın yolu açılmıştır.
Şimdi ise, Yurttaşlık Yasasında tanımını bulan evrensel açılımdaki cumhuriyet aydınlanmasının ve kültürünün yok edildiği bir süreci yaşıyoruz.
Başarılırsa, inşa edilmek istenen bu “Yeni Türkiye” kültüründe çağdaş laik devlet de, millet de yoktur, cemaatlere, mezheplere bölünmüş ve ayrıştırılmış ümmet vardır. Okul yoktur, medrese vardır. Bilim ve bilim insanı değil, ulema ve mele, molla vardır. Bu yapıyla aydınlanmış özgür birey, duyarlı birey, sorgulayan birey de yoktur. Sonuçta bilim olmayınca, Soma faciasında söylendiği gibi “kadercilik” vardır.
“Yeni Türkiye” siyasetinde; özgür birey, duyarlı birey, sorgulayan birey, kısaca aklını kullanan birey istenmediği için, onu yaratan “sanat” da yoktur, en fazla zanaat vardır. Sanatı ve sanat kurumlarını yok eden TÜSAK vardır.
Gidişatı görmek için, günümüzde siyasallaştırılan din ve inanç üzerinde sürdürülen siyasete, bu siyasetle büyük sorunlar yaşayan çağdışı kalmış coğrafyaya bakmak yeterlidir.
Doğaldır ki bu siyasetin sonucunda çoğulcu toplum ve demokratik yönetim de yoktur, şeyhler, kıralar, tiranlar vardır.
Soma faciasına, TÜSAK düzenlemesine ve diğer alanlarda yaşananlara bu bütünlük içinde yaklaşmak gerekir. Yaşananları, cumhuriyetin aydınlanma kültürünün yok edilmesinin sonucu olarak görmeliyiz.
Gidişat durdurulmazsa çağdışı coğrafyanın bir parçası da biz olacağız.
Hüseyin Akbulut // Bakış Açısı