Türkiye'nin, 1948'den bu yana eğitim sisteminin iyileştirilmek yerine, kıyısından köşesinden budanarak çağın ve ülkenin gereklerine uygun insan yetiştirme hedefinden nasıl adım adım uzaklaştırıldığını, 1971 ve 1980 müdahalelerinden sonra politik pazarlıkların sisteme nasıl yansıdığını ve bu adımların 2003 sonrası nasıl "koşar adım"a dönüştüğünü bilmeyeniniz var mı?
Birleşik kaplarda olduğu gibi, müzik eğitimi de tüm bu "dönüştürme" operasyonlarından etkileniyor. Son bir yıl içinde ise operasyon hızlandırılmış durumda. Hem de ilköğretimden başlayıp üniversiteyi de içine alan en az 16 yıllık zaman dilimini kapsayacak biçimde.
İlk ve Ortaöğretim'i 4+4+4 olarak içeren müzik dersi müfredatının, Milli Eğitim Bakanı'nın "müdahale" olarak nitelendirdiği değişiklik, ekleme ve çıkarmalarla ne hale getirilmiş olduğunu Müzik Eğitimcileri Derneği-MÜZED madde madde ortaya koydu:
Yeni müfredatta genellikle ölü müzisyenlerin "örnek" verildiği, İdil Biret, Suna Kan, Cihat Aşkın gibi yaşayan evrenselleşmiş değerlerimiz çıkarılırken, "şef" olarak Rengim Gökmen, Gürer Aykal gibi markalaşmış isimler yerine Rıza Rit başta olmak üzere geleneksel saray müziği şarkıcı veya çalgıcısı olup, bu müzikler tek sesli olduğu için özünde şefe gereksinim duyulmadığı halde alaturka şefliği de yapmış olanlar örnek gösteriliyordu.
Kimlerdi müfredata "müdahale" edenler? Eskiden hep açıklanmasına karşın, bu kez "gizli" tutuldu.
Yapılan müdahaleler, çıkarılanlar ve konulanlara bakıldığında "rövanşist" bir anlayışın egemenliği hemen sezinleniyordu. Tam aklıselim sahibi müzisyen, teorisyen ve yazarların uzun yıllar süren
Batıcı-Alaturkacı kavgasının anlamsızlığını kabul ettirme yönünde mesafe aldıkları bir dönemde, müziğin 6 yaşındaki çocuğa dinî-millî bir araç olarak öğretilmeye doğru yönelmiş bir yol haritası ortaya konuluyordu.
Yüksek öğretim alanında ise ilk önemli adım, 28 Aralık 2016'da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde atıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Müzik Alanında ödülün verildiği, "Hem alaylı hem okullu olarak çalıştığı bu alanda, sözün gelişi değil hakikaten, türkünün profesörü olmuştur" diye nitelendirdiği bağlamacı Prof. Dr. Erol Parlak'ın kendilerine "Müzik Üniversitesi" kurulması talebinde bulunduğunu ifade ederek, "YÖK Başkanımız da hazırlıklarını ona göre yapsın" dedi. (NTV)
Eskiden, askerlikteki hiyerarşiyi ifade etmek için kullanılan "Emir demiri keser" ifadesi artık tüm sivil alanlar için geçerli! YÖK için bu konuşmanın yapılmış olması yeterliydi. Bir "Arama Konferansı" düzenlenmesi için hemen kollar sıvandı.
O arada, hazırlıkları çok önceden başlamış olan Milli Kültür Şurası 5-6 Mart'ta yapılırken, H.Ü. Ankara Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi, Orkestra Şefi Burak Tüzün'ün sunduğu bildiri, mevcut sisteme içtenlikli bir özeleştiri getirirken, bir de yeni model önerisi sunuyordu:
http://www.sanattanyansimalar.com/profesyonel-muzik-egitiminde-yeni-sistem-onerisi/2929/
Şûra'da müzik komisyonu başkanlığını da yapan İTÜ-TMDK'lı Doç.Dr. Yalçın Çetinkaya'nın Tüzün'ün eleştirilerinin belli bölümleriyle mutabık olduğunu, 26 Mart 2017 tarihindeki yazısından anladık:
"... bu üniversite kurulacaksa eğer, kurulmadan önce ülkemizdeki müzik eğitim düzeyi masaya yatırılmalıdır. Meselâ bu üniversitede nasıl bir akademisyen kadrosu yer almalıdır ve bu kadro yeterli ve kifayetli bir kadro mu diye düşünmek gerekmektedir. Mevcud konservatuarların ve diğer müzik eğitimi kurumlarının müzik eğitim kalite ve yeterliliği gözden geçirilmelidir. Bu okullardan mezun çocuklarımızın istihdam meseleleri incelenmelidir. En kestirme ifadeyle bugün konservatuarlardan mezun olan çocuklarımız öğretmen olamamaktadır. Devletin (TRT de dahil) koro ve orkestralarındaki kadrolar parsellenmiş durumdadır ve koro veya orkestralara alımlarda performans ve kabiliyetten çok, referans (yani torpil) geçerli olmaktadır. Mezun olan çocuklarımızın zihinleri, özellikle son sınıftan itibaren ciddî bir iş bulabilme sorunu ile meşgul olmaktadır. Bu, önemli bir meseledir. Bugün batı ülkelerinde konservatuar bitiren bir gencin iş sahası, gerek müzikbilimleri alanında, gerekse sanatını icrâ edebileceği alanlarda olsun, ülkemizden daha geniştir. Türkiye, bir müzik üniversitesi kurmadan önce bu elverişliliği sağlamalıdır. Bu üniversitenin, “sanat müziği, halk müziği, batı müziği” türünden anlamsız sınıflandırmalar üzerine kurulmaması gerektiği de önemlidir."
(http://www.yenisafak.com/yazarlar/yalcincetinkaya/muzik-universitesi-2036959)
"Müzik Üniversitesi" önerisini getiren Prof. Dr. Erol Parlak ise, bu üniversitenin nasıl olması gerektiğini 24 Mart 2017 günü çoktan tanımlamıştı bile:
"İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda öğretim üyesi olan Erol Parlak; Türk halk müziği, Türk sanat müziği başta, Türk müziği geleneğini temel alan bir üniversitenin kurulmasına ihtiyaç olduğunu söyledi. Parlak, söz konusu üniversitenin sadece akademik temelli olmayacağını belirterek, "Rektöründen akademisyenine kadar herkesin müzisyen olduğu bir üniversite olacak. Sadece akademik temelli olmayacak. Ustalık, mastır sınıflarıyla da yaşayan usta sanatçılardan da faydalanması amaçlanıyor. Konferans ile Türkiye'deki tüm müzisyenlerin görüşleri alınarak yol haritası hazırlanacak" (Sabah)
YÖK Başkanı ise üç aylık süreçte hazırlıkları yaptırarak verilen görevi yerine getiriyor, "Müzik Üniversİtesİ Arama Konferansı", tüm müzik eğitim kurumlarından görevlendirilmiş temsilcilerin huzurunda 6 konuşmacının sunumları üzerinden yapılıyordu.
Katılımcıları YÖK şöyle açıklıyordu:
"Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı Doç. Dr. İbrahim Kalın'ın yanı sıra birçok üst düzey bürokrat ve üniversitelerimizin müzik ve sahne sanatları fakülteleri ve eğitim fakültelerinde görev yapan müzik ve müzik eğitimi bölüm başkanları, akademisyenler, konservatuvarlarda alanında çalışma yapan sanatçı ve öğretim elemanları ve Türk din musikisi ile ilgili bölümlerin öğretim elemanları."
Prof. Dr. Mehmet Şişman moderatörlüğünde Prof. Dr. Erol Parlak, Prof. Dr. Gülçin Yahya Kaçar, Gönül Paçacı Tunçay, Süher Pekinel, Doç. Dr. Süleyman Ergüner ve Yiğit Aydın'dan oluşan konuşmacılar, sunumlarını yapıp katılımcılardan gelen soruları yanıtladı. Ancak daha bu arama konferansı sırasında, yeni kurulacak üniversitenin rektör adayları arasında gösterilen kimi isimlerin birbirlerinin sunuşu dinlemedikleri görülmüştü! Üstelik sunum yapanlardan bazılarının konuşmalarında "Radyoda da Türk müziği yasaklanmıştı" türünden ifadelerle rövanşist hissiyatlarını ortaya koymaları, ilköğretim müfradatından üniversite arayışına kadar hangi ölçütlerle yola çıkıldığının göstergesi gibiydi.
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter yardımcısı İbrahim Kalın'ın Konuşmasındaki şu bölüm ise âdeta sonucu bildiriyordu. "Bizim kendi müziğimiz de ister Dedeefendi, ister Itri, ister Neşet Ertaş olsun, ister Aşık Veysel olsun bu coğrafyanın toprağı ile teneffüs edilmiş, bu insanın mahşeri vicdanı ile ortaya konmuş, kalbi ile aklı ile ortaya konmuş bir sanat eseri olarak onun da aynı anda hem yerel ve milli hem de evrensel bir yönünün olduğunu mutlaka dikkate almak durumundayız. O yüzden bizim müziğimizin bir tınısını ya da sanatımızın, bu hattır, ebrudur, başka bir sanat dalıdır, bir tınısını duyduğu zaman, bir esintisini aldığı zaman, insanlar dünyanın neresinde olursa olsun bir şeyler hissedebiliyorsa orada zaten bir evrensellik boyutunu yakalamışız demektir."
Ve sonuçta "Müzik Üniversitesi" aranırken, ebruya, hatta da yer açılarak "Ankara Güzel Sanatlar Üniversitesi" bulundu! 360 kişilik öğretim kadrosuyla kurulacak yeni üniversitenin rektörlüğüne aday olarak YÖK'e başvuranlardan, aralarında şaibeli isimlerin de bulunduğu 12' si mülakata katıldı. Bu satırların yazıldığı 22 Ağustos günü, öneri sahibi usta bağlama çalıcısı Prof. Dr. Erol Parlak'ın adı ilk sırada olmak üzere, udî Prof. Dr. Gülçin Yahya Kaçar ile ressam Prof. Dr. Alaybey Karoğlu'nun yeraldığı öneri listesi Külliye'de Cumhurbaşkanı'nın seçimini ve yapacağı atamayı bekliyordu.
Dönelim İTÜ-TMDK'ndan Yalçın Çetinkaya'nın 23 Temmuz 2017 tarihli "Ben Doğamadan Ölmüşüm" başlıklı yazısına:
"Müzik Üniversitesi fikri ile yola çıkıldı, “her kesimden” yeterli-yetersiz pekçok kişinin davet edildiği birtakım göstermelik istişâre toplantıları yapıldı, toplantılarda bir-iki düzgün konuşmanın dışında genellikle verimsiz ve sığ öneriler getirildi, Türkiye’de Türk Müziği-Batı Müziği- Halk Müziği çatışmaları gibi son derece anlamsız çatışma ve fikirler bu önerilere yansıdı, yeni, farklı ve ileride bir fikir ortaya atılamadı. Herkes, sahip olduğu düşünceye göre bir üniversite ismi önerdi, bu sığ ve ufuksuz fikir ve yaklaşımların ortaya konulmasının ardından da “Müzik Üniversitesi” gitti, “Ankara Güzel Sanatlar Üniversitesi” geldi.
... Neden böyle oldu ? Çünkü iş kifayetsiz, birikimsiz, donanımsız, ufuksuz insanlara teslim edildi.
“Müzik Üniversitesi” olarak tasarlanan bir girişimin, mimarlık, tiyatro başta bütün diğer sanatları da içine alan “Güzel Sanatlar” konseptine dönüşmesi, başarısızlığın ve müzik üniversitesi fikrinin gerçekleştirilemediğinin açık bir göstergesidir. Neden başarısızlık ? Çünkü ilk adım doğru atılmamıştır. İkincisi de; evet arkadaşlarımız ortaya güzel bir başlık atıyorlar, ancak bu ortaya atılan başlığın altını dolduracak birikim, donanım ve hazırlıkları olmadığı için, yetkililer bu başlığı beğenip “ haydi yapın, işte size imkân” deyip bütün birimleri harekete geçirdiği zaman da bocalıyorlar, karıştırıyorlar, ne yapacaklarını şaşırıyorlar ve başaramayıp böyle duvara tosluyorlar !"
(http://www.yenisafak.com/yazarlar/yalcincetinkaya/muzik-universitesi-ben-dogarken-olmusum-2039172)
Ne dersiniz, bazen nakilcilik yorumculuktan daha etkili galiba!
Şefik KAHRAMANKAPTAN
Not: Değerli okurlarımız, yazıdaki linklere girerek kaynak gösterilen haber ve yazıların tamamını okudukları zaman, bir takım ayrıntıları daha iyi anlamlandırabileceklerdir.
Bu yazı ANDANTE'NİN 1 EYLÜL 2017 Tarihli son sayısında yayımlanmıştır.