PROFESYONEL MÜZİK EĞİTİM SÜRECİ ÜZERİNE SAPTAMALAR
VE
YENİ BİR SİSTEM ÖNERİSİ*
Doç. Burak Tüzün1
Bir ülkenin sanat yaşamını doğrudan etkileyen faktörlerden biri de, bu alanda profesyonel eğitim veren kurumların yapısı ve performansıdır. Yaşadığımız toprakların zenginliği ile nüfusumuzun toplamını, müzik kurumlarımızın sayısına, bu alanda yapılan her türlü sanatsal ve bilimsel etkinliğe, bu etkinlikleri izleyenlere ve müziğin ülkemizde gördüğü ilginin toplamına böldüğümüzde, sebepler ne olursa olsun, emeklerimizin gerektiği gibi verimli olamadığı ortaya çıkıyor.
Ülkemizde müzik sanatının hak ettiği ilgiyi görmemesinde, dış etkenlerin yanı sırai iki ayağı üzerinde duramamasının da büyük rolü vardır. Gelenek müzikleri ve çoksesli müzikten oluşan bu ayakların birbirine destek olarak sağlam adımlar atması gerekirken, birlikteliğin sağlıklı bir şekilde bir türlü sağlanamadığını görüyoruz. Bu ayrışma, iki müzik sisteminin birbirinden yararlanarak gelişimlerine karşılıklı ivme kazandırabilme olanağının önünde büyük bir set olarak durmaktadır. Bu set, diğer problemlere geçebilmek için yıkılması gereken bir ön koşul niteliğindedir.
Çok sesli müzik eğitimi alanında çalıştığım için, bu alandaki kurumları esas alacağım. Bazı handikaplarına değineceğim mevcut modelin, ciddi bir revizyondan geçirilmeden çoğu problemin üstesinden gelebileceğimize maalesef inanmıyorum. Bu sebeple yeni bir sistem önerisinde de bulanacağım. Önereceğim modelin en önemli farklılığı; bir tıkanıklık hali yaşanan müzik kültürlerini yeniden canlandırmayı, gelenek ve çok sesli müzik sistemlerinden oluşan geniş satıha yayılan müzik algı ve edim pratikliklerini öğrencilere kazandırmayı hedeflemesidir. Bu algı ve donanım derinliği ile yetişen bir sanatçı, uzmanlaştığında sadece kendi temel alanına ait bilgilerle kalmayacak, aynı zamanda diğer alanın bilgilerini de edinmiş olduğu için çok daha geniş açılı ve olgun bir yaklaşımla müziği ele alabilecektir. Böylece kültür, günümüz tınılarında varlığını sürdürebilecek, gelenek ise gelecekten kopmayacaktır.
Bizi birbirimizden ayıran müzik midir, musiki midir? Hayır, bizi birbirimizden ayıran şey bu soruyu sormamıza neden olan düşünce yapısıdır. Bu ayrımcı düşünce yapısı değişmediği sürece; ne ülkenin müzik panoramasını oluşturan çok zengin iki büyük kutup birbirinden yararlanabilecek, ne de çağın getirdiği sonsuz teknolojik evrim ve devinimler karşısında, müzik kendini yenileyerek, hem ilerlemeyi hem de geleneksel ögeleri korumayı başarabilecektir.
Gerek ülkenin gerekse tüm dünyada benzer özellikleri bulunan müziklerin, iletişim ve zenginliklerini birbirlerine katarak beslenmesi, sadece gerekli değil aynı zamanda zorunludur. Bu zaruretin devlet desteği ile sağlanması, kuşkusuz devletin kültür ve sanat politikasının da kendi hayal gücü ile sınanması anlamına gelecektir. Çünkü çatışmak yerine kendi iç dinamiklerini geliştirmek için zenginliklerinden beslenmeyi başaran bir ülkenin kültürü ile boy ölçüşebilecek ülkelerin sayısı çok azdır.
Ülkemizdeki profesyonel müzik eğitiminin diğer açmazlarına da kısaca bakmamız gerekiyor. Dünya genelinde başarılı eğitim sistemlerine sahip ülkelerde, ister profesyonel, ister amatör olsun, müzik ve çalgı eğitimi için en doğru başlangıç zamanı 5-7 yaş arası kabul edilmektedir. Her şeyden önce müzikle yaşamanın çocuğun biyolojik ve psikolojik gelişimine olumlu katkısı ispatlanmış durumdadır. Bu eğitim, toplumun kendi kültürel temellerinden hareketle, her türlü yöne, seviyeye ve gelişime açık, esnek, ama sırtını yalnızca yeteneğe dayamayan, çok ciddi bilimsel çalışmalarla desteklenmiş bir alt yapı eğitimi olmalıdır.
Ülkemizde en erken konservatuvar eğitimi, çoksesli müzik alanında ve 5. sınıfta başlamaktadır. Bu okula kabul edilen öğrenci toplumun gözünde artık mesleğini seçmiştir. 10 yaşında bir çocuktan bahsediyoruz. 10 yaş; profestonel açılımı içinde içinde barındıracak bir şekilde müziğe başlamak için geç, ama meslek, hâttâ ömür boyu çalacağı çalgıya kesin karar vermek için erken bir yaştır.
Tartışmaya çok açık bir yetenek sınavı ile okula alınan bu çocuklarımızı eğer yetersiz bulursak bir yıl sonra okuldan göndermemiz ise başka bir problemli durumdur. Konuya başka bir açıdan bakalım: 10 yaşındaki bir çocuğa konservatuvar kabul sınavında “sen yeterince yetenekli değilsin” diyebiliyoruz. Yetenekli bulup okula kabul ettiğimiz çocuğu ise bir yıl sonra, 11 yaşında yetersiz bulursak okuldan atıyoruz. İlk andan itibaren bu kadar travma üretebilen bir yapının ileriki yıllarında yarattığı sorunları düşünebiliyor musunuz?
Başarılı saydığımız çocuklar ise çocukluk, ergenlik, gençlik hatta ilk olgunluk dönemlerini bir çatı altında, aynı arkadaşlar, aynı hocalarla geçiriyorlar. 10-26 yaş arası öğrencileri aynı çatı altında bir arada tutmanın getirdiği ciddi sosyal ve psikolojik problemler bir yana, mesleğimizin gereği olan yoğun ve uzun çalışma saatlerinin de yardımıyla onları toplumdan uzaklaştırmış, âdeta izole etmiş oluyoruz. Üstelik sistem bu öğrencilerin eğitim hayatları boyunca seçtikleri alanın dışına çıkabilecek, zaman içinde değişebilecek tercihlerine cevap verebilecek yapıya sahip değil. Özellikle eğitimlerine bestecilik ve şeflik alanlarında devam etmek isteyen öğrencilerin, bir icracı olarak bile sahip olmaları gereken donanımlardaki yetersizliklerinin önlerine çıkardığı engellerin, kaybedilen zamanın tanığıyım.
Ülkenin ihtiyaçlarına göre planlamalar yapamıyoruz. Mesela ülkede ciddi bir profesyonel eşlikçi açığı olmasına rağmen piyano bölümleri halen eşlikçi yetiştirecek programları açamamaktadırlar. Piyano bölümüne kabul edildiyseniz solist piyanist olarak mezun olmak zorundasınız. Bu arada tüm icracı mezunlar solist diploması alıyor ama ne kadar solist yetiştirebildiğimiz de ortada. Çok ihtiyacımız olmasına rağmen maalesef solist, orkestracı, eşlikçi, eğitimci vb. uzmanlaşmalara ihtiyaç duymamışız. Globalleşme, yurtdışı eğitim olanaklarının artması ve bilgiye ulaşmada sağlanan kolaylık, geçmişe göre daha başarılı bir tabloyu önümüze koysa da, uygulamadaki gerçek durum potansiyelin altındadır.
MESLEKDAŞ GÖZÜYLE
Durumu bir de bu okullarda öğretim elemanı olan meslektaşlarımızın gözünden inceleyelim. Hani şu 5.sınıftan başlayıp doktora programını da içine alan çok çok geniş bir yelpazede verimli ders vermesini beklediğimiz, en iyi ihtimalle 16 yıllık bir süreci başarıyla yönetmelerini istediğimiz hocalarımızın gözünden. Çalgılarıyla biraz fazla etkinlikte bulunup, ulusal veya uluslararası dolaşımda biraz boy gösterseler, “haftada 40 saat okulda bulunmak zorundasın” diye önünü kestiğimiz, sonra da çalgısını ihmal etti diye eleştirdiğimiz hocalarımızın gözünden.
Bu sorunların belki temeli değil ama alevlendiği süreç 35 yıl önceye, üniversite maceramızın başladığı yıllara dayanıyor. 12 Eylül dönemindeki üniversiteye geçiş sürecinde, öğretim üyesi olan yöneticilerle, yükselmek için eğitimini almadıkları alanlarda dayatmalara maruz kalan kıdemsizler arasındaki ayrılık, sanat yönetimine kendi de yabancı olan YÖK’ün konservatuvarlar tarafından mantıklı ve ikna edici biçimde yönlendirilememesi, yeni düzen içinde çözüm üretmek yerine, “üniversite çatısı altında bu iş olmaz” düşüncesine saplanmamız, sürecinin önündeki geciktirici unsurlardan yalnızca bir kaçı oldu.
Biz, bu genç hocalarımızdan yükselmeleri için öğrenimleri boyunca hiçbir şekilde alt yapısını almadıkları yabancı dil ve ALES sınavlarına girmelerini istedik. Akademik geçmişi olmayanlar yönetiminde tezler yazdırdık onlara. İcracılar için kalitesi ne olursa olsun makale ve kitap gibi çalışmaları, en kıymetli sanatsal icraların önünde tuttuk. Sonunda benzetmemi mazur görün lütfen; özel ve kıymetli bir soydan, yıllar içinde kırmanın da kırması melez bir soy elde ettik. Dil sınavı demişken, bir çatının altında 12 yıl boyunca eğittiğimiz öğrenciye bırakın yabancı dil öğretebilmeyi, Türk dilinde bile kendini bir sanatçıya yakışır düzeyde ifade edebilme yetisi kazandıramayan bir sistemimiz olduğunu hatırlatmak isterim.
Bu arada doçentlik sınavları da sistemin açık veren konuları arasında ama konuyu toparlamam lazım.
NASIL BİR SİSTEME GEÇMELİYİZ?
Ülkemiz müzik eğitiminin, bilimsel temeller üzerinde şekillenmiş, mesleğimizin spesifik özellikleriyle uyumlu bir yapılanmaya ihtiyacı var. Bu yapılanmanın hiçbir şekilde aceleye getirilmeden, kişisel ve politik kaygılardan uzak tutulması gereken bir süreç olması sağlanmalıdır. Yapılacak detaylı müzakere ve planlamaların ardından uzun vadede ulaşılacak hedeflere doğru yol alırken, bir yandan da mevcut durumu rehabilite etmek, geleceğin evrensel anlamda donanımlı eğitim kadrolarını yetiştirme zorunluluğumuz var. Planlama ve yetiştirme programlarının gerçekçi verilerden yola çıkılarak hazırlanması, bu alanda başarılı olmuş ülkelerin tecrübelerinden yararlanılabilecek uluslararası ve çok disiplinli bir işbirliğini gerekli kılacaktır. Topraklarında medeniyetler kurulmuş, çok çeşitli kaynaklardan beslenen büyük kültüre sahip, sanat konusunda problemlerine çözümler getirebilmiş ülkelerin tecrübelerinden yararlanmamız gerek.
Sistemin başarılı olması için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın tam bir eşgüdüm içinde olmaları gerekir. Devletin sanat kurumları ile o kurumlara kaynak olan sanat okulları aslında bir bütündür. Birbirlerine verdikleri destekle ayaktadırlar. Bu karşılıklı sorumluluğun yerine getirilmesini kolaylaştıracak, ilişkileri yöneticilerin tercihlerine bırakmayacak düzenlemelere ihtiyacımız var.
Profesyonel müzik eğitiminin üniversite ve üniversite öncesi müzik okulları olarak ikiye ayrılması sistemin yönetimi ve eğitimde yaşa, seviyeye göre uzmanlık alanlarının oluşmasını sağlayacaktır. Bu sistem yaş gruplarının eğitimini ayrıştıracağı için çocuklar ile gençler arasındaki günümüzde yaşadığımız olumsuz etkileşimi engelleyecektir. Yaş gruplarına göre uzmanlaşan eğitimcilerin verdikleri eğitimin kalitesi de çok daha sağlıklı ve verimli olacaktır. Ancak burada sözü edilen müzik okulları ile, bu okullarda eğitimci olarak uzmanlaşacak sanatçıların, müzik insanlarının, seviye olarak günümüz konservatuvarlarından daha yüksek bir çıtayı hedefleyecek şekilde planlanması ve yetiştirilmesi gereğinin altını çizmek isterim.
Sistem, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı, her biri her alanda işbirliği yapmak üzere bir Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitesi’yle bağı olan ve başlangıçta her ilde en az bir tane olmak üzere, orta ve lise devresinde eğitim veren Merkez Müzik Okulları ile bölgelerde kurulmuş Müzik ve Sahne Sanatları Üniversiteleri temeline dayanmaktadır.
Bu noktada sisteme yapılacak maddi yatırım ve tüm bu kademelerde görev alacak eğitmenlerin doğru hedeflerde yetiştirilmesi zorlu, zorunlu ama taviz verilmemesi gereken bir süreç olarak karşımıza çıkacaktır.
Sistem, gelenek ile çoksesli müzik kültürü temelini bir arada öğrenciye vermeyi hedeflemelidir. Yıllarca bu birlikteliğin, ayrı sistemler olduğu için imkansız olduğunu dinledik durduk ama, teşbihte hata olmazmış, ben bugüne kadar Türkçe konuştuğu için İngilizceyi öğrenemeyen, ya da İngilizce öğrendiği için Türkçeyi unutan birine rastlamadım. Ayrıca iki müzik kültürüne de son derece hâkim üstatlarımızın bulunması bu iddiayı çürütmektedir. İleri düzeyde uzmanlık eğitiminde bile bu iki sitemin birbirinden faydalanması hedeflenmelidir.
Müzik eğitimi süreci, ilkokul 1.sınıftan itibaren başlamalıdır. Sistemin amacı bu devredeki çocuğu uzmanlaştırmak, sınıflamak değil, kuvvetli bir alt yapı üzerine esnek ve sağlam ileri üst yapıların inşa edilmesine olanak verecek temeli oluşturmaktır.
Herhangi bir sınava tabi olmadan yalnızca yarı zamanlı statüde verilecek bu eğitim, Merkez Müzik Okulları’nda hafta içi ve hafta sonu, ailenin de sürece dahil edileceği bir program içinde planlanmalıdır. Öğretim, yalnızca bu yaş grubu çocuklara eğitim verme konusunda uzmanlaşmış kadrolar tarafından sürdürülmelidir. O yaş çocuğuna uygun veya küçültülmüş üretim imkanları olan geleneksel ve çoksesli müzik çalgılarının bir arada öğretileceği bu süreçte, çocuğun çalgı ve müzik türü olarak seçim yapmasına olanak verecek esneklik hedef alınmalıdır.
Özellikle çok sesli müzik eğitimi başlangıç metotlarında çocuğun kendi coğrafyasından tanıdığı, bildiği melodilerle, ritimlerle eğitilmesi çok büyük bir kolaylık sağlayacaktır. Ancak bu tür çalışmaların bir ekol inşa etme hedefi ve akademik bir yaklaşımla günümüz itibariyle henüz yapılmamış olduğunu üzülerek belirtmek isterim. Bu amaca uygun solfej, koro ve teori müfredatlarının oluşturulması ciddi bir çalışma ve üretim sürecini gerekli kılmaktadır.
İlk öğretimde uygulanacak bu sistemin bir avantajı da zaman içinde kendini müziğe pek yatkın hissetmeyen çocuğun kendi isteğiyle, herhangi bir başarısızlık travması yaşamadan eğitimi bırakabilme veya hedefini amatör düzeyde tutma özgürlüğüne sahip olmasıdır.
Orta ve Lise devrelerini içinde barındıracak Merkez Müzik Okullarındaki eğitim süreci ise ulusal sertifika programları üzerine inşa edilmelidir. Müzik öğrenimine bu okullarda tam ve yarı zamanlı olarak devam etmek isteyen çocuklar sınavla okullara kabul edilmeli, ancak öğrenimini başka okullarda sürdürmek isteyen öğrencilerin önünde, ulusal sertifikasyon sistemine bağlı faaliyet gösteren ve denetlenen özel okul veya kurslarda müzik eğitimlerine devam etme olanakları bulunmalıdır. Böylece müzik eğitimi belli bir standartta, fakat yalnızca devletin tekeli ile sınırlandırılmamış, bir yandan istihdamı arttıran, bir yandan da eğitimde rekabeti ve kaliteyi destekleyen bir yapıda daha sağlıklı işleyecektir.
Gelenek ve çok sesli müzik kültürlerinde, alan ve çalgı uzmanlaşmasının başladığı bu süreçte her öğrenci, her iki sistemde de hareket edebilecek teorik ve uygulamalı eğitimleri almalıdır. Tüm çoksesli müzik bölümü öğrencileri yan dal olarak bir gelenek müziği çalgısını, gelenek müziği bölümü öğrencileri de aynı şekilde çok sesliliğin en iyi yansıdığı çalgı olan piyanoyu tercihen çalmalıdırlar. Bu devrenin son iki sınıfında üniversite düzeyinde müzik bilimleri, şan, kompozisyon, şeflik alanlarında uzmanlaşmaya imkan verecek seçmeli dersler bulunmalıdır.
Sistem öğrenimin her aşamasında öğrenciye en uygun ve yeteneğinin en üst düzey olduğu alana yönlendirecek temel donanımı ve esnekliği barındırmalıdır.
YENİ SİSTEMİN GETİRİLERİ NELER OLUR?
Ülkemizdeki üniversite sistemi kendini yıllarca bilim odaklı kurguladıktan sonra 35 yıl önce bir emri vaki ile bünyesine almak zorunda kaldığı sanat eğitim kurumlarının spesifik özelliklerini tüm iyi niyetine karşın çok da dikkate alamayan, genellediği kurallarla sistemi yürütmeye çalışan bir yapıdır.
Üniversitelerin bu yapısıyla müzik eğitim kurumlarının yönetim ihtiyaçlarına, ar-ge, kadro çeşitliliği, müfredat, sanatsal ve bilimsel özel yapı ve topluluklarına yeterince cevap verememesi doğaldır. Yüksek müzik eğitiminin, oluşturulacak Müzik ve Sahne Sanatları Üniversiteleri tarafından verilmesi, sanatsal kaygının ön plana alındığı idari bir sistem olarak işleyişte çok büyük kolaylıklar sağlayacaktır.
Önerdiğim sistemde müzik eğitimini lisans ve lisansüstü düzeyinde verecek okullar olan Müzik ve Sahne Sanatları Üniversiteleri bünyesinde, ayrı binalarda yapılandırılmış, gelenek ve çok sesli müzik eğitimi verecek fakülteleri, henüz yeterince yararlanamadığımız ar-ge çalışmaları, çalgı atölyeleri, müzik yayınları, arşivleri, araştırma ve uygulama merkezleri, tatbikat ve performans sahneleri, müzik toplulukları, en az icra bölümleri kadar önem verilmesi gereken müzik bilimleri ile çok fakülteli üniversitelerle karşılaştırıldığında daha az sayıda öğrenciye sahip olmasına rağmen, çok sayıda özel alana bölünmüş ve çeşitlilik arz eden bir kadro yapısını barındıracaktır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında o günün imkanları düşünüldüğünde konservatuvar içinde bulunmaları çok net anlaşılabilen Dans ve Tiyatro bölümleri aslında birer Akademi olabilecek, dünyada da bu anlamda örnekleri olan alanlardır. Ancak ülkemiz şartlarında bu bölümlerin birer fakülte olarak Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitesi bünyesinde bulunmasının daha gerçekçi olduğuna inanıyorum.
Mezun olduğu okula bakılmaksızın gerekli ulusal sertifika koşullarını sağlayan tüm lise mezunlarının sınavla kabul edileceği Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitelerinde yarı zamanlı paralel bir eğitim olmayacaktır. 5 yıllık eğitim süreleri ile Yüksek Lisans diploması verecek bu kurumlar uzun zamana yayılmış ve iyi planlanmış bir eğitim sistemine dayandığı için, en üst nokta olarak yalnızca sanat ve bilim doktorası programları ile spesifik alanlarda uzmanlaşmış üst düzey sanatçı, eğitimci ve bilim insanlarının yetiştirilmesini hedefleyecektir.
Eğitim kalitesinden taviz vermeden kurulması gereken Müzik ve Sahne Sanatları Üniversiteleri’nin ilk etapta çok sayıda olmasına gerek yoktur. Yeter ki eksiksiz bir eğitim kadrosuna sahip bu üniversitelerin, şehir dışından öğrenci kabul edebilecek, mesleğimizin yoğun çalışma gerekliliğine cevap verebilecek yapı ve donanımda yurt ve mekan imkanları sağlansın. “Kervan yolda düzülür” anlayışının bugüne kadar bir çok zararını gördük.
Müzik ve Sahne Sanatları Üniversiteleri, eğitim kadrolarının bir kısmı ile destekleyebilecekleri, kendi kalite ve markalarının bir yansıması olacak, orta ve lise devrelerini kapsayan bir müzik okulunu tamamen ayrı binada ve gerekli tüm tedbirleri alarak kurabilmelilerdir. Bu imkan onların alt yapılarıyla olan ilişkilerinin sürekliliğini garanti edecektir.
Üniversiteler müzik kültürü ile ilgili tüm araştırmaları yapmak ve gerekli önlemleri almak, raporları hazırlamak, taleplerde bulunmak, projeleri yürütmek, bunları konserler ve yayınlar yoluyla halk ve sanat/bilim dünyasıyla paylaşmak, yine sorumluluk alanlarında üstün yetenekleri keşfetmeyi hedefleyen taramalar yapmak ve sosyal sorumluluk projeleri ile görevli ve sorumlu olmalıdırlar.
Sistemin ileri aşamalarında ve ihtiyaç duyulduğu takdirde Ankara ve İstanbul’da yalnızca gelenek müziği ve yalnızca çoksesli müzik alanında eğitim verecek ve uluslararası referans merkezi görevini üstlenecek, birer enstitü kurulması uluslararası markalaşma adına planlanabilir.
Mevcut sistem ile arada sırada karşılaştığımız sıra dışı eğitmenler ve sıra dışı yetenekli öğrenciler dışında ciddi, kalıcı ve çoğunluğun elde edebildiği standart üst düzey bir başarıya ulaşmak olası gözükmemektedir.
Burada mühim olan doğru ve tarafsız tespitleri yapabilmek, kendimizle yüzleşebilmek ve herhangi bir kişisel ego, siyasi kaygı karıştırmadan, akıl ve bilimden ayrılmadan soruna doğru çözümü bulacak iradeyi ortaya koymaktır. Bu topraklar üstünde yaşayan en eski medeniyetlerin mirasçısı olan çocuklarımız, geçmiş ve geleceklerine ancak bizim onlara vereceğimiz bu imkanla layık olabilirler, dünyaya bu toprakların zenginliğini duyurabileceklerdir. Eksiksiz, egolarını terbiye etmiş, tam bir “aydın” sanatçı olabileceklerdir.
Yalnızca sanatsal kaygılar taşıyan, ülkemin zenginliği önce kendi insanıma, sonra dünyaya duyurmak için bir arada, kol kola yürüdüğümüz günlerin çok yakında durduğuna olan inancım ile saygılarımı sunuyorum.
*3-5 Mart 2017'de düzenlenen 3. Millî Kültür Şurası Müzik Komisyonu'nda Doç. burak tüzün tarafından sunulan bildirinin metnidir.
1 Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Anasanat Dalı Öğretim Üyesi