1967’de Ankara’ya yerleştikten sonra edindiğim arkadaşlarımdan biridir Zahit Büyükişleyen (d. 1946). Gazili ressamlardan, akademik kariyerde ilerlemek üzere yurtdışına gönderilmiş, Hacettepe ve Yeditepe Üniversitelerinde öğretim üyeliği ve yöneticilik yapmış bir akademisyen…Ama her şeyden önce resmini geliştirerek tarzını oturtmuş bir çağdaş ressam. Ben de birkaç tablosunun sahibiyim. Hâtta bir tanesini, yapmış olduğum 41 klasik müzik albümünden birinin kapağında kullandığımı söylemeliyim.Arada yazışır, konuşuruz, ne de olsa ben Ankara’da, o uzun süredir artık İstanbul’da... Geçenlerde görüşürken “Senin kızlar ne alemde?” diye sorduğumda, büyük kızının tanınmış bir yazar olma yolunda ilerlediğini, babasının yaşamından yola çıkan bir roman da yazdığını öğrendim. Kitap “Yel Değirmenlerine Karşı” başlığını taşıyordu.Tam da Zahit’in kendine özgü renk ve leke anlayışıyla Don Kişot ile Sanço Panza’yı tuvaline döktüğü son yıllardaki çalışmalarıyla ve aynı zamanda O’nun kişiliğiyle de örtüşen bir ad seçilmişti bu biyografik romana. Niye daha erken farkına varmadım diye hayıflanırken, bunun doğal olduğunu düşündüm. Çünkü Burçak Hanım evliydi ve Gönül soyadını taşıyordu. Hemen iletişim bilgilerini istedim ve Ankara-Abu Dabi hattında bu söyleşi ortaya çıktı:Kısaca özgeçmişinizden ve yazarlık serüveninizden bahseder misiniz? Çello sanatçısı bir kızkardeşle, ressam bir baba ve grafik sanatçısı bir annenin kimya mühendisi kızı olarak, akademisyen bir ailede büyüdüm. Uzun yıllar İstanbul’da ilaç sektöründe yönetici pozisyonlarında görev yaptıktan sonra, kurumsal yapılara eğitmen-danışman olarak hizmet veren bir firmanın yönetici ortağı oldum. Yazmaya emekli olduktan sonra, eşimin işi dolayısıyla yerleştiğim Abu Dhabi’de başladım. Başlarda amacım, üretkenliğimi devam ettirmek ve çocuklarıma anlamlı bir şey bırakmaktı. Yakın çevremden aldığım olumlu geribildirimler sonrasında, kendimi yayınevleriyle görüşürken buldum. İlk romanım, Falezlere Götür Beni Aysel, teyzemin hayatından esinlenen 100 yıllık bir aile hikayesi. İkinci kitabım, Yel Değirmenlerine Karşı- Bir Ressamın Anıları, babam Zahit Büyükişliyen’in yaşam öyküsünü anlatan bir biyografik roman. Son olarak üçüncü kitabım, Ayağımın Tozuyla Aşk ise çok kısa süre önce yayınlandı.Babanızın yaşamını yazmak nereden aklınıza geldi?İlk kitabımdan sonra, tamamen kurmaca olan ikinci romanımı çalışmaya başlamış, hatta yarılamıştım. Pandemi döneminde sosyal yaşamları en fazla etkilenen yaş grubunun içinde olan ve üretmeden duramayan babam, atölyesine bile gidip çalışamıyordu. Bu süreçte, anılarını yazmaya başladığını, en büyük isteğinin hayatını anlatan bu kitabı bastırmak olduğunu söyledi. Aslında yazdığı notları bir yayınevi editörüne teslim edip, biyografi şeklinde basılmasını sağlayabilirdi ama O, bu kitaba benim bir yazar olarak emek vermemi, daha geniş kitlelere ulaşacak bir biyografik roman hazırlamamı istedi. 51 yaşındaydım, o güne kadar babam benden hiçbir şey istememişti, nasıl hayır diyebilirdim ki? Elbette sevinerek ve onur duyarak kabul ettim. Üzerinde çalışmakta olduğum kitabı bir kenara koydum. Yurtdışında yaşadığım için, bir sene boyunca e-postalar, görüntülü görüşmeler ve whatsapp mesajlarıyla süregelen iletişimimiz sonrasında, Yel Değirmenlerine Karşı ortaya çıktı ve Yaşar Eğitim ve Kültür Vakfı’nın sponsorluğunda İnkılap Yayınevi tarafından basıldı.Bu biyografik romanda, gerçekler mi, kurmaca bölümler mi ağır basıyor?Kitap oldukça geniş bir dönemin panoramasını çizerken, kişiler, olaylar, mekânlar son derece detaylı bir şekilde okuyucunun karşısına çıkıyor. Buradaki en önemli kaynak babamın notları olduğu için, küçük öykücüklerle kurgulamış olsam da elbette gerçekler ağır basıyor. Zahit Büyükişliyen, bu kitapta suya sabuna dokunmadan değil, filtresiz şekilde gerçeklerin yazılmasını istedi. Ben de cesurca ve sansürsüz, ama art niyetsiz ve saygı sınırlarını aşmayan bir dille yazmaya çalıştım. Ayrıca babamın gittiği her yeri, yaşadığı her şeyi resmettiği sayısız eskiz defteri ve bu görsellerden beslenen inanılmaz bir hafızası var. Dolayısıyla, isimleri anımsıyor, olayları sanki dün yaşanmış gibi betimleyebiliyordu. Bunun dışında, yüz yıllık bir sözlü tarih söz konusu olduğu için, titizlikle çalışıp araştırmak, gerçek dışı bir şeye yer vermemek, kronolojik hata yapmamak, sanat felsefesini ve yapıtlarını detaylı incelemek gerekti. Başka biyografilerden, yakın tarih ve resim sanatına dair kitaplardan ve eski fotoğraflardan da yararlandım. Neden Yel Değirmenlerine Karşı? Zahit Büyükişliyen’in resimlerine, sizin de kitabınızın ismine yön veren Don Kişot romanının hem bir yazar hem de okur olarak sizdeki yeri nedir?Yel Değirmenlerine Karşı, onurlu bir yaşamı aşk edinmiş, idealist, tutkulu, her yeni günü gelişmek için bir fırsat olarak gören bir adamın serüveni. Bu kitapta Zahit Büyükişliyen’i doğru olduğunu düşündüğü yolda, yel değirmenleriyle savaşında yenileceğini bilse de geri adım atmayan, en karanlık zamanlarda bile ona coşku veren sanata sığınmış bir modern zaman Don Kişot’u olarak tanımlıyorum. Don Quijote romanına gelirsek; Cervantes’in hayran olunacak bir dehaya, çağının değil günümüzün ötesinde bilgeliğe sahip bir yazar olduğunu düşünüyorum. Sıradışı, özgün bir anlatım, ince, pırıltılı bir mizah... Romanının kahramanı Don Quijote, idealizmin öncüsü, insanı bir şeyleri değiştirme gücüyle donatan, yılgınlık anlarında yeniden güçlendiren, hep doğruyu savunan, akıntıya karşı kürek çektiğini bilse de vazgeçmeyen çok önemli bir sembol… Nazım’a bile, “yolu yok, Don Kişot’um benim yolu yok, yel değirmenleriyle dövüşülecek” dedirtmiş. Beni etkilememesi mümkün mü? Günümüzde, hayatın pek çok evresinde, haksızlıklar, yanlışlar, adaletsizlikler var. Bütün bunların karşısında umudu ve motivasyonu korumak bazen öylesine zor ki. Don Kişot bir okur, bir yazar ve bir birey olarak benim için esin kaynağı. Yel değirmenleriyle savaşı kaybetsem de, yeni başlangıçlar yapmak, keşfetmeye, üretmeye devam etmek için…Son kitabınız Ayağımın Tozuyla Aşk, kısa sürede çok satanlar arasında yer aldı. Bu başarısını neye bağlıyorsunuz? Kitabın konusundan biraz söz eder misiniz? Ayağımın Tozuyla Aşk, önceki iki kitabımdan çok farklı; tamamen kurgusal. Modern çağın gezgin Külkedisi masalı olarak tanımlıyorum. Romanımın ana karakteri Asuman genç bir kadın, hem televizyon için gezi programı yapan bir plaza kadını, hem de dünyanın değişik destinasyonlarına seyahat eden bir gezgin ve özgür bir ruh. Asuman, paralel giden bu iki farklı hayatta, sevgi, dostluk, ihanet, öfke gibi kavramları sorgularken, iki erkek arasında kalıyor ve finalde zor bir karar onu bekliyor. Son yıllarda ben de oldukça yoğun ve turist gibi değil bir gezgin gibi seyahat ediyorum. Kendi gezilerimde yaşadıklarımı, anılarımı, bir aşk romanının içine entegre etmeye çalıştım. Belki bu yanıyla özgün ve akıcı olması, hikayenin farklı ve kimi zaman egzotik destinasyonlarda geçmesi, dünya mutfaklarından tariflere yer vermesi, belli bir edebi değer taşımasının yanısıra, benim için olduğu gibi, pek çok kişi için de en sevilen peri masalına göndermelerde bulunması, kitabı popüler hale getirmiş olabilir. Kitabın Remzi Kitabevi’nden çıkmış olması da, okuyucuyla buluşmasını kolaylaştırdı diye düşünüyorum. İnstagramda Ayağımın Tozuyla adlı bir seyahat bloğunuz var. Kitabın ismi buradan mı geliyor?Aslında instagramdaki bu hesabıma seyahat bloğu demek pek doğru olmayabilir. Daha çok bir gezi güncesi diyebilirim. Uçak bileti fiyatı, nerede kalınır, nerede ne yenir gibi detaylar pek yok orada. Bu tür bilgileri her yerde bulabilirsiniz. Oysa duygular eşsizdir. Ben gezdiğim yerlerde hissettiklerimi, bende ne kaldığını yazıyorum. Olayları her zaman güçlü duygulara hatırlarız. Bu nedenle zaman geçirmeden, bazen dönüş yolunda, oradaki duyguyu kaybetmeden, ayağımın tozuyla yazıyorum. Ve evet, kitabın adı buradan geliyor. Zira Asuman da ayağının tozuyla aşkı buluyor. Kitapta neden yemek tariflerine yer verdiniz? Bu tarifleri nereden edindiniz?Ayağımın Tozuyla Aşk, elbette bir yemek kitabı veya gezi kitabı değil, bir aşk romanı. Aslında, romanlarında karakterlerin hayatlarını ve ilişkilerini daha iyi anlatmak için yemek tariflerine yer veren birçok yabancı yazar mevcut. Bu yapıtlar arasında, Acı Çikolata, Julia ve Julia ve daha ortaokul çağlarımda beni etkilemiş ve gastronomi merakımı başlatmış olan Yalnız Havyarla Yaşanmaz’ı sayabiliriz. Sadece kitaplar değil, Ferzan Özpetek’in hemen hemen bütün filmlerinde yer bulan geniş aile ve dost sofraları da beni her zaman etkilemiştir. Ben de romanımda betimlemeleri yaparken, okuyucunun öykünün içine daha derinlemesine girmesini sağlamak, karakterlerin, mekanların veya olayların daha canlı bir şekilde hayal edilmesini desteklemek için mümkün olduğunca beş duyuya hitap etmek istedim. Tat da duyguları harekete geçiren çok önemli bir duyu değil midir? Ayrıca gastronominin aşkla yakın br ilişkisi olduğunu unutmayalım. Romantik bir akşam yemeği, özenle hazırlanmış bir sofra, iki sevgilinin birlikte yemek yapma deneyimi, ritüeller, lezzetler ve atmosfer, gastronomik metaforlar, aşk hikayelerini zenginleştirir ve bu iki kavramın nasıl içiçe geçebileceğini gösterir.Kitap için seçtiğim tarifler, gezdiğim yerlerde yediğim, döndükten sonra araştırarak yapılışına ulaştığım ve deneyerek kendi mutfağıma uyarladığım gerçek yemek tarifleridir. Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Abu Dabi’de yaşamak bir yazar olarak sizi nasıl etkiliyor?Başlangıçta dünyaya bir şeyler bırakmak için yazmaya başladığımı söylemiştim. Ama sonra farkettim ki, yazmak benim için kendimi ifade etmenin en yaratıcı yolu. Şimdi hiç basılmayacak, yayımlanmayacak olsa bile bir şeyler yazıyorum. Bu bir tür terapi, yazarken gülüyorum, ağlıyorum, zihnimi odaklıyorum, düşüncelerimi netleştiriyorum. Yazmak çok dönüştürücü bir deneyim ve aynı zamanda bir disiplin meselesi. Uzmanların dediği gibi mutluluğun sırrı disiplin. Yazmak hayatıma düzen getiriyor ve bana bir yaşam amacı veriyor. Abu Dhabi, bir yazar için bir çok açıdan konforlu bir yer. Güzel çöl manzaraları, altın kumsallar, harika gündoğumları ve günbatımları, zevkli dekore edilmiş şık kafeler… Bütün bunlar elbette esin kaynağı. Ayrıca şehrin biraz dışında yaşadığım için kalabalık ve trafikten uzak, izole olabiliyorum. Öte yandan şehir fazlasıyla steril, hatta belki biraz yapay. Dolayısıyla seyahat ederken besleniyorum. Kaotik bir Güney Asya ülkesi de bana ilham verebiliyor.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
3 Haziran 2024, Ankara-Abu Dabi