Günay Güner - Sevgili A. Cengiz Büker ustam, söyleşi isteğimi kabul ettiğiniz için çok sağ olun. Ozan, çevirmen, hekimsiniz. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İspanyol Dili ve Edebiyatı Bölümünü de bitirdiniz. Çok verimli bir yazarlık geçmişiniz var. Kültür adamı çalışmalarınız daha önceye rastlıyor. Yetişme yıllarınızda kimlerle birlikteydiniz?
A. Cengiz Büker - Değerli ozan-yazar kardeşim Günay Güner! Seni ben Dil Derneği’nin Çağdaş Türk Dili dergisindeki yayın sorumlusu görevinden tanıyorum. Tanımış olduğum için de çok göneniyorum. Senin yeteneğin dergideki yazıları inanılmaz bir ciddiyet ve titizlikle düzelterek çok başarılı hizmet vermiş olmanla sınırlı değil. Giderek, derim ki, gelen yazıları okuyup incelediğinde onların gerçek değerlerini bilmekte büyük bir ustalık ve duyarlılık göstermen de değil. Bence asıl önemli olan Dil Derneği’nin tarihinde idealist ve naif bir devrimcilik deneyini yaşatmış olmandır. Diyeceksin ki, başarılı olmadı... olsun, doğal ki bunun da nedenleri var. En baş nedenini ise siyasal kurnazlıklarla tanış olmaman olarak görüyorum ben. Bana gelince, kimliğim, benim kitap olarak ilk “profesyonel” yayınım sayılabilecek olan “Dhammapada” adlı derleme / çeviri çalışmamın (2008) önsözündeki küçük özgeçmişte yazılı. Şöyle özetlemişim orada:
“A.Cengiz Büker, 1942 yılında Istanbul - Vefâ'da doğdu. İlkokulu Beyazıt'ta (5.İ lkokul'da ve Fatih Taşmektep'te) okudu. (Beyazıt 5.inci İlkokul'da öğretmeninin adı Memduha, Fatih Taşmektep'teki öğretmeninin adı ise Ragıbe hanımdı). Daha sonra Ortaokul ve Lise eğitimini, -sekiz senede-, Vefâ Lisesi'nde tamamladı. 1985'te Deniz Kuvvetleri'nden Yarbay rütbesiyle emekli oldu. Lingüistik, Edebiyat ve Filoloji dalları üzerine özengen uğraşlarını daha sonra A.Ü. - D.T.C. Fakültesi’nde Lisans, Lisansüstü ve Doktora çalışmalarıyla belgeledi. Tezini tamamlamak için Meksika’da iki yıl kalarak, Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi’nde (UNAM’da) Latin Amerikalı şâir, bilim adamı, eğitimci ve devrimci José Martí üzerine araştırmalar yaptı. / Doktorasını hem İspanyolca hem Türkçe olarak iki dilde sundu. / Birçok yerli - yabancı dergide bilimsel ve edebi makaleleri, İngilizce - Almanca - İspanyolca'dan şiir çevirileri, değişik yayınevlerince çok sayıda çeviri kitapları, İspanya - Meksika ve Şili’de şiir ve makaleleri yayımlanmıştır. / Yayınsal çalışmalarında özdeksel bir erek gütmediğini ve her zaman özengen kalmayı yeğlediğini ileri sürer”
Böyle demişim, oysa bundan önceki, -ve sonraki-, yıllar süren şiir ve yazın serüvenimi daha da ayrıntılı anlatmam istenirse, çok uzun sürer.
Yetişme yıllarınızda kimlerle birlikte olduğumu soruyorsun... işte o zaman iş değişiyor. Bu durumda anımsadığım pek çok adı sıralamam gerekecek; çünkü gönlüm hiçbirinden geçmiyor. Her birine bir ayrı öykü yazmaya ise ne zamanımız, ne de bu söyleşimizin oylumu yeter... Ancak, yine de, gönülden arkadaşlık bağları olan Arslan Kaynardağ, Vedat Günyol, Sami Nabi Özerdim, Suat Sinanoğlu… gibi birkaç adı hemen anıvermeden olmaz.
Günay Güner - Dil öğrenme yeteneğiniz olağanüstü. İspanyolca başta olmak üzere birçok dilden çeviriler kazandırdınız kültürümüze. İki yıl Meksika’da incelemeler yaptınız. Maya, Meksika kültürü karmaşık olduğu denli varsıl. Siz ne düşünürsünüz?
A. Cengiz Büker - İşin kötüsü o ki, bildiğim dillerle dilciliğimi ele alacak olursak, benzer bir durumla karşılaşabiliriz. Demek istiyorum ki, bu alanda da söylenecek söz çok. Örneğin: dillere ilgim nasıl doğdu, dil öğrenmekte karşılaştığım ilginç durumlar, dil öğrenmede kendi kendime bulduğum ilginç yöntemler, ülkemizde Dil Öğretimi neden başarısız sorunsalı, dil öğrenmede karşıma çıkan engeller - zorluklar - yadırgamalar ve bunlara karşı uyguladığım çözüm yolları, dilsel bilgilerimin bana kazandırdıkları… sonra hattâ başıma gelen gülünç kazâlar(!).
Ayrı bir söyleşi, ayrı bir araştırma çalışması hazırlamayı düşünebilirim bu konuda.
Meksika ile ilgili olarak ise söyleyeceklerim çok duygusal, üstelik de alışılandan farklı olacaktır. Bu durumun kurcaladığım dillerle de ilgisi var; öyle ki, Kübalı büyük devrimci ozan José Martí üzerine yaptığım doktora çalışması sırasında Meksika’da, Mayaca ve Aztekçe gibi dillere de bulaştım. Günümüzde hâlâ, bugün bile daha çok ücrâ köşelerde “yarı-resmi” konuşulan birçok “kardeş diller” ya da onlardan ayrı ayrı biçemlerde evrilegelmiş “yavru diller” ile, ana kaynak olan bu eski unutulmuş dillerin Türkçeye, ya da başka dillere, yakınlıkları ya da benzerlikleri, üzerinde epeyce kafa yordum. Şimdi, aradan geçen yıllar içinde biraz unutur gibi oldum ama, Aztek Dili kurslarında aldığım notları hâlâ saklıyorum. Bana göre her biri birer “üstün insan” olan Meksikalı öğretmenlerimin aziz anıları da belleğimde capcanlı duruyor. Onlardan, bir Türk insanı olarak, yaşamı, hem Lâtin Amerikalı hem Avrupa kökenli, hem de yerli (otokton) Amerikalı gibi, yâni Meksikalı gibi düşünüp duymayı da öğrendim. Yaşam felsefesine yönelik bu değişik bakış açısı da bir açıdan önemli, çünkü çoğu yerde Meksika deyince onları, onların gerçek felsefesiyle değil de, sömürgecilerin yaydığı bir sözüm ona Meksikalılar ilkel varlıklarmışçasına bir önyargı ile düşünme alışkanlığı yerleşmiş. Demem o ki, onların deyimiyle, Kuzey Amerikalı “yankilerin” yüzyıllarca süren propagandasının etkisi altında kalarak, Meksikalı deyince geniş yuvarlak “sombrerosuyla (güneş başlığı)” ağaç altında yatıp uyuyan tembel insanlar aklımıza gelir olmuş… Bu tema üzerinde de çok çalışma yapılabilir… Keşke okullarımızda, üniversitelerimizde, televizyonlarımızda, her tür bilim - bilgi yayan yayın örgenlerimizde bu konuyu anlatıp ilgi uyandırmak olanağı olsa!
Günay Güner -Octavio Paz Meksikalı, dünyaca tanınan, Nobel Ödüllü büyük ozan, düşünür. En önemli yapıtı sayılabilecek Güntaşı sizin çevirinizle Türkçemizde görkemli bir soluk yarattı (Piedra de Sol-Güntaşı, Okyanus Yay., 2018). Güntaşı için neler söylersiniz?
A. Cengiz Büker -Ah! Gerçekten de içimde kanayan bir yaraya dokunup acıttınız şimdi…! Bu kitabım için onyıllarca çalışıp kafa yordum. İyi bir yayın olsun istiyordum. Para istemedim, hattâ üstüne para koydum; ama şans bu ya, beni anlamayan bir editörün azizliğine uğradım da, yayınladığım betik dizim ve basım yönlerinden çirkin ve yanlış oldu. Kötü bir sayfalama (mizanpaj).. kötü basım, kötü ciltleme..!! Sanki bilerek dinamitlediler yapıtımı..! Artık hiçbir editöre güvenmiyorum, çalışmalarımı kendi olanaklarımla kendim dizip basmaya çalışıyorum.. karşılıksız.. özengen olarak… Burada betiğimdeki bir ilginç ön-eklemeyi vererek anlatmaya çalışayım ne demek istediğimi:
“Arjantin’li sanatçı ve edebiyatçı bir arkadaş, hanım ozan Lina Caffarrello, ben kendisine Octavio Paz üzerine bir betik hazırladığımı söylediğimde, bana dedi ki:
«Bitmez tükenmez alt-açıklamaları (sublecturas) ve tartışmalı dil dönüşmeleri (giros idiomáticos) nedeniyle düşüncelerini ve yapıtlarını anlaması, anlatması ve hele yorumlaması çok zor olan Oktavio Paz gibi bir ozan/yazar üzerine betik hazırlama işine balıklama atlamak, işte, çılgınlık denirse buna denir!»
İşte tam tamına böyle dedi.”
Gönlümde eski deyimle “hicran kalan” tek istek, ileride bir gün, olanak bulup “Güntaşı” betiğimi yeniden kendim dizip, kendim basmak. Ne diyeyim.. kimbilir.. belki birgün??
Günay Güner - Paz, Güntaşı uzun yırını (şiir) Maya takviminden yola çıkarak 584 dize olarak yazmış. Çok ilginç geldi bana. Biraz daha açıklayabilir misiniz?
A. Cengiz Büker - Elbette.. Buna vereceğim yanıtı, Güney Amerika tinselliğiyle, iyice sezebilmeniz için hem Güntaşı betiğinde şiirin sunumunu, hem de benim Miguel Angel Asturias’tan çevirim olan “Guatemala Efsâneleri ([Leyendas de Guatemala], Miguel Angel Asturias, çeviren: A. Cengiz Büker, Okyanus Yayıncılık ve Yapımcılık Şti. İstanbul 1997, ISBN: 975-7200-17-4)” adlı betiğimi okumalıyız.. Yine de ben burda kısaca açıklamaya çalışayım. “Güntaşı”nın Meksika’daki ilk baskısında (1957) şöyle bir not bulunmaktaydı: “Bu betiğin kapağında Maya sayılama sistemiyle 584 sayısı görünür durumdadır, böylelikle, 4 Olin (devinim) ayı ile 4 Ehekatl (rüzgâr) gününe uyan Meksika imleri şiirin başlangıcını ve sonunu oluştururlar. Besbelli ki, “Güntaşı” yırının onbir heceli (endecasílabo) 584 mısradan (satırdan) oluşmuş olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok. (En sondaki altı satır, ilk altı mısra ile birebir aynı olduğundan, bu sayıya girmez). Satırların bu sayıda olması Venüs gezegeninin, 584 günlük sinodik dönümüyle tıpatıp aynıdır. Tıpkı bizim Anadolu’muz gibi başlıbaşına bir uygarlıklar evreni oluşturan Orta Amerika (Mesoamérica) bölgesinin ötesinde, ozan, adıgeçen gezegenin ikilliğini (dualidad) gözlemlemektedir. Eski Meksikalılar bu döngünün sayımına 4 Olin gününden başlarlardı; bundan 584 gün sonrasına uyan Ehekatl ayının 4.üncü günü, bir dönümün sonu ve yeni bir dönümün başlangıcı demek olan, Venüs (Afrodit) ile Güneş’in buluşmasını imliyordu...”Günay Güner - Mayalar, Aztekler bu gökbilim bilgisini nasıl edindiler? Bu konuda doyurucu bilgi var mı?A. Cengiz Büker - Mayalar astronomide çok ileri yıldızbilimciler idiler. Göğü büyük bir dikkatle gözlerlerdi. Hemen hemen tüm binaları bir gözlemevi olarak inşa edilmişti. Bu sayede ayın, Mars’ın ve diğer gezegenlerin hareketlerini kataloglayan ayrıntılı tablolar oluşturmuşlardı. “Maya Takvimi” yalnızca bir tane değildi. Mayalar, birbirine bağlı birkaç takvim kullanıyorlardı.Günay Güner - Özellikle İspanyolca biliyor olmanız dolayısıyla Türkçenin elçisi gibisiniz. İspanyolca konuşulan ülkelerde dostlarınız var. Bu konuda ilişkileriniz dünyanızı, düşüncenizi nasıl etkiliyor?A. Cengiz Büker - Benim Meksika’ya gidiş gelişim sırasında, Meksika hükümeti bana hem oraya vardığımda hem de oradan ayrılırken büyük ilgi gösterdi. Yaptığım çalışmaları ve edindiğim izlenimleri sordular, yaptığım tüm çalışmaya önem verip bu konularda bürokratik belgeler yapıp sakladılar. Ders gördüğüm öğretmenlerden de uygulanan etkinliği anlatan yazılı belge istediler. Yaptıkları işlemi ciddiye alıyorlar, burs verdikleri herkese, ya da yaptıkları her tür bürokratik işleme kayıtları rutin uyguluyorlar. Bu konuda çok titizler, hattâ aşırı formaliteci oldukları bile söylenebilir. Tuhaf olan odur ki, benim kendi hükümetim izin vermek için büyük zorluklar çıkardı ve sonra ne ben giderken ne de dönerken, sözcüğün tüm anlamıyla hiçbir şeyden “haberi bile olmadı”. Tek başıma neler yaptım, ne kurslar gördüm, ne konferanslar verdim, ne dersler dinledim. Ben kendim tümünü imzalı belgelerle kendime saklıyorum. Ama devletimin bürokrasisinden en küçük bir ilgi görmedim. Ne soran oldu, ne bilen; ne de benden bir şekilde yararlanmayı düşündüler! “Türkçenin elçisi” olmak şöyle dursun, arşivlerde bir yerlerde adımı yazan en küçük bir kayıt olduğunu bile sanmıyorum. Buna hâlâ hem şaşarım, hem üzülürüm.Günay Güner - Türkçemize, arı öz Türkçeye özeniniz biliniyor. Kuşkusuz özeniniz çevirilerinize de yansıyor, çalışmalarınızı varsıllaştırıyor. Dil-çeviri üzerine neler söylersiniz? A. Cengiz Büker - Çevirinin ve çevirmenliğin önemi, ne yazık ki, ülkemizde yeterince anlaşılmış değildir. Oysa çağdaşlaşma yarışında ilerlemenin, bence, tek koşulu dünya kültürünü ve tüm dünya uygarlıklarını tanımak olmalı. Bu da çeviriyle olur. Biz Türkler bu geniş dünyanın her kültüründe varız, ve asla daracık bir bilisizlik kutusu içine kapanıp kalacak bir budun değiliz… Çeviri pek de kolay olmayan önemli bir iştir. Türk insanının doğru ve güzel çeviriye çok gereksinimi var. Hatâlı çevirilerle, zihinsel ilerleme olarak, çok şey yitiriliyor. Doğru olmayan ve “Türkçe”si güzel olmayan çeviriler ortalığı kasıp kavuruyor. Her iki dili de iyi bilen çevirmenler, acele etmeden çalışabilmeli. Emeğinin karşılığını alabilmeli. Evet, az sayıda iyi çevirmenimiz var, ama onlar da haklarını tüm alıyor değiller. Ortalık “lügata bakarak” yapılan gülünç çevirilerle dolu. Az para karşılığı şipşak tercüme yapanlar büyük hatâlar işliyorlar. Kim anlayacak, kim düzeltecek, kim buna önem verecek! İyi çeviri için, yabancı dil kadar Türkçe’nin de geçmişiyle geleceğiyle iyi bilinmesi gerekir. İyi bir çevirmen olmaya çevrilen dili iyi bilmek, konuyu iyi anlamak yetmez, güzel çeviri için “güzel Türkçe”yi sevmek de gerekli. Önemli yapıtlarda yapılan yanlış anlamaları, ya da Türkçe yanlışlarını düzeltecek bir çeviri eleştiri kurulu olması iyi olurdu belki, ama bu da zor. Çünkü değerlendirmeyi yapan Türk’se yabancı dili bilmiyor, yabancı ise Türkçeyi bilmiyor; ne desek boş! Bu iş, örneğin, Atatürk’ün Türk Dil Kurumu gibi bir derneğin, özellikle, “eğitici ve destekleyici” bir uğraşı olmalıydı, çevirmenleri ürküten kırıcı eleştirilere gerek yok... İşin içinde anlamsız, “çocuksu”, çekemezlikler de karışabilir. Bir keresinde bir Çeviri Yarışması açtılar, katılmaya kalktım; beni görünce, nedense, korkup yarışmayı “iptâl” ettiler, ha ha! Gülmeli miyim, üzülmeli mi, bilmiyorum. Kazanacağım ödülü elbette ki, yerinde bırakacaktım, ama en azından seslendiğim canların sayısı çoğalırdı; amacım buydu. Başlangıçta üzüldüm, ama artık pek de aldırmıyorum… Günay Güner - Biz bu değerli söyleşimiz üzerine çalışırken, ülkemiz on ilimizi kara bir duman gibi kaplayan yer sarsıntısı yıkımını yaşadı. Acısı dinmeyecek. Çok belli. Yaklaşık on üç milyon insan, binlerce can, desteklerin bir türlü görülememesi yüzünden donup ölenler, henüz yaşamda iken uzun süre çıkarılamayıp ölenler, çocuklar, onların yakınları… A. Cengiz Büker - Ulusumuz, ne yazık ki, yalnız acıların değil, sürekli sık sık yapılan, bilinçli bilinçsiz, yanlışların yanılmaların da kurbanı oluyor. Bu bizim yazgımız olamaz, olmamalı. Yanlış önyargılar zincirinden kurtulmak zorundayız. Biz insanlığın “yüz akı” olan bir halkız, ama nasılsa bir türlü kendi kendimizi doğru tanımayı başaramıyoruz. Ya Türk olmak budur sanarak, hiç de bilimsel dayanağı olmayan, abartılı gereksiz övünmeler yapıp kendi kendimizi oyalıyoruz; ya da “biz adam olmayız” formülüne saplanıp kalıyor ve yabancı hayranlığı altında eziliyoruz. Ulusça anlak ve zihin evrimimizi ilerletemeyip yerimizde saymaya neden yargılıyız sanki? Bu soruya yanıt arama çabasının da yine başlı başına uzun söyleşilere gereksinim doğurduğu düşüncesindeyim. Öyleyse şimdilik geçelim!Günay Güner - Sevgili Büker, tüm bu içten yanıtlarınız nedeniyle çok sağ olun, var olun. Böylece size, okurlarımıza, hepimize esenlikler diliyor, saygımızı sevgimizi sunuyoruz. A. Cengiz Büker - Ben de size sağlık esenlik dilerim!(Sayın A. Cengiz Büker’in yazım biçimi korunmuştur).