“Piyanonun Ulu Leydi’si”(La Grande Dame du Piano)
İdil Biret var bugün köşede.
30 yıla yakın bir süre TRT’de program yapımcısı olarak çalışmıştım. Bu süre içinde yerli yabancı devlet adamlarından sanatçılara sayısız röportaj yapmıştım. Ama o röportaja giderken sanki çiçeği burnunda bir prodüktör gibi heyecandan elim ayağım tutmuyordu. Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda yayınlanacak 13 programdan oluşan “İdil Biret” programı için İdil Biret’le konuşacaktım. Peki ama röportaj öncesinde neden böylesine heyecanlıydım?
Televizyonun olmadığı çocukluk yıllarımızda, evlere giren dergi ve gazetelerde bizden yaşça biraz daha büyük Harika Çocuk İdil Biret’le ilgili haberler yer alırdı. Ne çok anne çocuğuna İdil adını koymuş, ne çok çocuk ona özenip piyano çalmaya kalkışmıştı, kimbilir? İdil, o günlerde bugünkü deyişle çok kişinin “idolü” idi. Harika çocukluk dönemi geçtikten sonra da harika işler yapmayı sürdürdü. Çocukluğumdan beri hayranlık duyduğum piyanistle konuşacağım için daha önce hiç olmadığım kadar heyecanlıydım. Ama çalışındaki aydınlık, saydamlık, açıklık, konuşmasıyla gülüşüne de yansıyordu; hemen yatıştırdı beni.
Türkiye’nin Sesi Radyosu, Türkiye’nin sesini yurtdışına duyurma amaçlı yayın yaptığı için Türk müziğinden başka müzik türüne yer vermemek gibi bir kuralı vardı. İdil Biret programıyla ben bu kuralı ikinci kez bozdum. Program yerli yabancı dinleyicilerden güzel tepkiler aldı, ama beni en çok etkileyen, birlikte çalıştığım montaj teknisyeni arkadaşımın tepkisiydi. Her programda yer vermeyi düşündüğüm müzikleri önceden belirliyor, üç yapıta yer vereceksem dokuz yapıtla giriyordum stüdyoya. Genç teknisyen arkadaşıma, “Hangisini çalalım, söyle” diyordum. O da önce, “Mina Hanım, ben bu müzikten hiç anlamam; bana sormayın” demiş, ama sonra düşündüğünü söylemeye başlamıştı. Programı yalnızca klasik müzik dinleyicilerine değil, herkese dinletmekti amacım; onun için bu tür müzikten anlamadığını söyleyen arkadaşımın yapacağı seçim önemliydi. Küçük bir kızı olan teknisyen arkadaşımın, 13. ve son programın kurgusunu yaparken söylediği sözleri unutamam: “Benim kızım da piyano çalsın, hatta piyanist olsun, isterim.”
İdil Biret, bir ebeveyni daha etkilemişti.
O program dizisini yaparken yararlandığım, İdil Biret’le 2008 tarihli söyleşinin iki bölümünü burada paylaşıyorum.
M.T.: “Alman pedagog Merz, siz küçükken sizinle ilgili şöyle yazmış: ‘O bir âlettir ki onu kimin çaldığı bilinmez. Âleti kendi çalmaya başlayınca tehlike baş gösterecektir, çünkü o vakit aklın müdahalesi ve kontrolü başlayacaktır. O bakımdan bu gibi çocuklarda aklın mümkün olduğu kadar geç harekete geçmesi için tedbir almak gerekir, çünkü şimdi o yalnız ilahî içgüdüleriyle, tılsımlı içgüdüleriyle hareket etmektedir. Ondaki coşkun sezgi gücünü aklın cenderesine sokmaya sakın çalışmayın’ demiş. Bu sözler hakkında ne düşünüyorsunuz?”
İ. Biret: “Bir taraftan anlıyorum ne söylediğini; bir taraftan da tam katılmıyorum, çünkü bir disipline girmek çok önemli. Yetenek bir başlangıçtır. Eğer yaptığınızı tam olarak bilmezseniz o zaman hiçbir yere varamazsınız. Bunu şuna benzetiyorum: araba kullanıyorsunuz,-belki çok esin verici bir benzetme değil ama- arabanız bozulduğunda arabanızı açıp tamir edebilmeniz lazım. Bir eseri çaldığınız zaman ‘ben bunu böyle hissediyorum’ diye çalmak mümkün değil. (Çaldığınızın) neden kötü olduğunu gayet mantıklı olarak bulmak lâzım. Bunların yapılması çok önemli, fakat bundan sonra çok önemli bir yer daha var: yaptıklarınızı unutacaksınız, bildiğiniz şeyler bir yerde olacak ama onun üzerine çıkacaksınız. O en önemli tarafı!... Yani bilgi çok güzel, fakat bilgiyi konser salonunda unutmanız lazım. ‘Ben bunu böyle yapıyorum çünkü bu böyle…’ (derseniz) o zaman hesaplı bir çalış olur, hiçbir heyecanı olmaz; hatta insanlarla komünikasyon bile kurulamaz, çünkü ‘ben haklıyım’ gibi kendinizi dev aynasında görmek gibi bir zaafa da düşebilirsiniz (gülüşler arasında ), o da çok tehlikelidir.”
(…………………………………)
M.T.: “(…………..) Chopin’i ilk kez annenizin arkadaşından evde dinlemişsiniz ve ‘aman nasıl melodramatik çalıyor, böyle olmamalı’ demişsiniz. Belki bu sizi sonradan da etkiledi, hep o çalıştan kaçtınız, değil mi?”
İ.Biret: “Şöyle oldu: Türkiye’de ve bütün amatör piyano çalanların dünyasında Chopin’in çok özel bir yeri vardır. Herkes tabii müziğin güzelliğinden, kendisi de biraz katkıda bulunmak istiyor ve herkes bu müziği çalıyor; ama ben onu duydukça demiştim ki ‘olamaz böyle bir şey’ ve sevememiştim bir türlü. Benim Chopin’i tanımam (gülerek) Scriabin vasıtasıyla oldu ki tuhaf -böyle dolambaçlı- bir yol takip etmiş oldum ama hakikaten ondan sonra anladım ne olduğunu. Biraz da Cemal Reşid Bey bana çok heyecanla Chopin’den bahsetti ve onun heyecanı da bana geçti. Tabii, Paris’te Konservatuar’da bize çok Chopin çaldırdılar ama o zamanki bizim çaldığımız Chopin de amatörlerin çaldığı Chopin’den pek farklı değildi (gülerek); belki daha doğru notaları çalıyorduk , fakat hiçbir anlayış yoktu, hiçbir şey bilmiyorduk.”
M. T. : “Siz o dönemde biraz da isyan edercesine galiba, çok mekanik mi çaldığınızı söylemiştiniz bir yerde?”
İ. Biret: “Öyle; biraz kızıyordum müziğe bir takım müziğin dışında anlamlar yüklenmesine. Ben Stravinski’nin müzik hakkında söylediklerine katılıyorum. Müzik tam olarak bir şey ifade etmiyor, yani ‘bu notayı çaldım, bu cümleyi çaldım, bu mavi demektir, yahut bugün gezmeye gidiyorum demektir’ olamaz; yani böyle bir şey yok, müzik böyle bir şey ifade etmez, tam bir abstre (abstrait/ soyut) dünya(dır) ama bazı hisler süzgeçten geçip müzikte etkili olabiliyor.”
M. T.: “Peki, yorum nedir?”
İ. Biret: “Yorum, yorum… ah,yorum, çok münakaşa götürebilecek şey, fakat yorum yaparken yazılanların dışına çıkamazsınız. Yazılı olan şeyler zaten size bütün ipuçlarını verir, ama doğru okumasını bilmek lazım. Şimdi bir şeylere bakıyorum: ‘Efendim, benim hoşuma gidiyor, ben bunu böyle çalıyorum.’ Olmaz böyle bir şey, çünkü kompozitör kendisi belirli bazı şeyler yazıyor, ancak hiçbir şey koymazsa, bütün her şeyi serbest bırakırsa ona diyeceğim yok; ama belirli şeyleri koyduğu zaman demek ki adam kafasında bir şey düşünmüş, onun da istemiyor pek dışına çıkılmasını. Neden phrasé’ler var 19. asır müziğinde? Mesela Chopin’den bahsettiniz. Chopin çaldığınız zaman bazı şeyleri bilmeden çalmak mümkün değil. Bugün çok güzel kitaplar çıktı bu konuda. Bir tanesi Jean Jacques Eigendinder’in kitabıdır: Chopin’in, talebeleri tarafından anlatılması… Orda çok ipucu var. Hâlâ bugün elimizde plak olarak bulunan yorumlardan bahsediyor ki o bir şaheser! Mesela Raoul von Koczalski… Mikuli’nin talebesi, Mikuli de Chopin’in talebesi ve o belirli şeyleri göstermiş ve hakikaten Koczalski’yi dinlediğiniz zaman ‘bu doğru’ diyorsunuz. Chopin’in yazıları var. Chopin ne şekilde bir tını istiyordu? Nasıl legato istiyordu? Veya bel canto’dan nasıl esinlendiğini söylüyordu. Bunları görünce bir takım şeyleri yapmanıza imkân yok, mümkün değil.”
M.T.: “Siz Chopin’i Chopin’in istediği gibi yorumluyor- (İdil Biret bu sözlere karşı çıkınca değiştiriyorum: ) istediğini düşündüğünüz gibi- “
İ. Biret: “İstediğine yakın-”
M. T. : “Peki, tevazuyla öyle diyorsunuz, Chopin’i Chopin’in istediğine yakın yorumluyorsunuz. Öte yandan, mesela Boulez’in piyano sonatını da Liszt gibi çaldığınızı söylüyorsunuz. Boulez bundan hoşlanır mı, hoşlanmaz mı, bilmiyorum, diyorsunuz.”
İ. Biret: “Liszt tekniği kullanmaktan söz ediyorum. Chopin’de bel canto ve legato var ve daha fazla Bach’a yakın, onun devamı… Boulez sonatında kullanılan teknik ve virtüozite tipi tamamiyle Lisztienne (Lisztvari) bir virtüozite, Chopin virtüozitesi değil, çünkü çok daha büyük şeyler var içinde. Ama Boulez, duydum, Chopin etüdleri oturup çalıyormuş. O da başka bir şey (gülerek); bir şey gösteriyor o da.”
M.T.: “Efendim, Liszt’in de çok iyi bir Chopin yorumcusu olduğu söylenmez mi? Hatta Chopin ona ‘Benim bestelerimi benden iyi çalıyorsun’ demiş?”
İ. Biret: “Hayır. Chopin’i güzel çalıyormuş, fakat büyük bir Chopin yorumcusu olarak geçmiyor. Chopin, piyanoyu tamamiyle sesten esinlenerek ve şarkıdan, bel canto’dan esinlenerek (kullanıyor). Liszt ise piyanoyu bir orkestra gibi görmek istiyor. Bambaşka bir yaklaşım… İki tane çok değişik dünya… Ve şahsiyetleri de çok değişik… (……) Liszt piyanonun imkanlarını çok genişletmiş bir insandır. Chopin de, ama o başka bir anlamda… Hatta çok söylüyorum: bir Chopin forte’si ile bir Liszt forte’si arasında muazzam farklar vardır. Lizst’in forte’leri büyüktür, ses bütün gücüyle çıkar, Chopin’de o sesi çıkarttığınız zaman Chopin olmaktan çıkar. Yani, bunlar çok ince detaylar ve bunu anlamak uzun zaman alıyor. ”
21 Kasım’da 75 yaşına giren gurur kaynağımız, hem olağanüstü sanatçı, hem olağanüstü insan İdil Biret’e bizlere ve müzik dünyasına kattıkları için teşekkür ederek nice yıllar dileğiyle…