H. Hüseyin Akbulut
Kültür Bakanlığı eski Müsteşar Yardımcısı
Eski DOB Genel Müdürü
Eski CSO Müdürü
6 Mayıs 1936, Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluş günüdür ve biz bu yıl cumhuriyetin Üniversal anlamda kurduğu ilk konservatuvarının 79. yılını kutluyor olacağız.
Ankara Devlet Konservatuvarı için, “Devrimin Sanat Kurumu” üst başlığını özellikle kullandım. Çünkü cumhuriyetin tarihi bu ilk konservatuvarı, genel anlamda “müzik, tiyatro ve bale eğitiminin verildiği sanat kurumu” olarak tarif edilen ve böylece müzikçi, oyuncu, dansçı gibi yaratıcı, icracı sanatçı yetiştiren klasik konservatuvar düşünceni de aşan bir idealin sonucu olarak kuruldu.
Söz konusu ideal; sanatın toplumu değiştiren, geliştiren, ileriye taşıyan işleviyle, ”özü koruyarak, özden yola çıkarak yeni, çağdaş bir toplumun inşa edilmesi” ideali, cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişiyle “Modern Türk Sosyetesi”nin kurulması idealidir.
Ankara Devlet Konservatuvarı bu idealle konsevatuvar olmanın ötesinde bir “aydınlanma kurumu” olarak kuruldu. Tarihi konservatuvara bu nedenle “Devrimin Sanat Kurumu” diyoruz.
Bu anlayışı ise cumhuriyetin kültür siyasetinde aramak gerekiyor.
Hemen belirtelim, bu kültür siyasetinde sanata ve özellikle de müzik sanatına olağanüstü önem verilmiş, tarihçeye bakılırsa, cumhuriyet işe kültür ve sanat alanındaki kurumlaşma ile başlamıştır.
Cumhuriyetin kurucusu, 9 Mart 1935’te, CHP’nin 4. Kurultayı’nın açılışında “sanata” da vurgu yaptığı konuşmasında bu kültür siyasetini şöyle tarif ediyor:
“Geçen kurultaydan bugüne başardığımız işler; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, güzel sanatlar, bilim, müzik ve teknik kurumlarıyla, kadını erkeği her hakta eşit modern Türk Sosyetesi bu son yılların eseridir. Türk Ulusu, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek kapasitesi ve erdemi uluslararasında tanınır.”
Mustafa Kemal Atatürk konuya o denli önem vermektedir ki gerçekleştirilen kültür sanat devrimini cumhuriyetin “varlık nedeni” olarak görüyor.
Çok daha önceki diğer bir söylevini ele alalım. 1 Mart 1923’de TBMM’ni açış konuşmasında şunları söylüyor Atatürk:
“Vatanın sınırları içinde ve önemli merkezlerinde asri kütüphaneler, bitki ve hayvanat bahçeleri, konservatuarlar, müzeler, güzel sanatlar galerilerinin gerekliliği ile ilçe merkezlerine kadar tüm yurdun matbaalarla donatılması gerekmektedir.”
Cumhuriyet henüz ilan edilmemişken, kurulacak yeni devlet için adeta bir kültür programı sunan Atatürk, yine güzel sanatlardan, “konservatuvarların gerekliliğinden” söz ediyor.
Bu anlayışın nedenlerini de 30 Kasım 1929 da Emil Ludwig’e verdiği demeçte şöyle açıklıyor:
“Bir milletin müzik beğenisi nazar-ı itibara alınmadıkça onun yükseltilmesine imkân bulunmadığını Montesgui’dan okumuştum. Bu çok doğrudur. İşte bundan dolayı bu sanatın geliştirilmesine kendimi bağlı sayıyorum”.
Cumhuriyetin kurucusu, 1934’te meclisi açış konuşmasında konuya değinirken, “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü müzikteki değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir” vurgusuyla, müzik sanatında sürdürülen yenileşme, çağdaşlaşma arayışındaki başarıyı, aydınlanma devrimindeki başarıya ölçü olarak görüyor.
Cumhuriyet, çağdaş yeni bir toplum inşa etmek istiyordu. Toplumu değiştiren, geliştiren, ileriye taşıyan işlevi nedeniyle sanata ve öncellikle de müzik sanatına olağanüstü önem vermiştir.
Peki, ne oldu, bu denli önem verilen alan için neler yapıldı? Şimdi özetle kurumlaşmada atılan adımları ve konservatuvarın kuruluşuna giden yolu irdeleyelim:
Atılan ilk adım, Mızıka-i Hümayun’un 1924’te Ankara’ya getirilerek “Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti” adıyla halka konserler veren ulusal bir orkestraya dönüştürülmesidir. (Bugünkü CSO)
İkinci adım 1924’te kurulan Musiki Muallim Mektebidir. MMM’nin, cumhuriyetin hukuk mektebinden de önce kurduğu ilk yüksek okul olduğunu not edelim.
Aynı yıl, Tevhidi Tedrisat Kanunu ile “müzik dersi” müfredat programlarında yer aldı.
Diğer önemli bir adım, bu alandaki sanatçı eğitimci yoksunluğunu gidermek için, 1925’te açılan devlet sınavıyla Avrupa’ya genç yeteneklerin gönderilmesidir. (Erkin, Saygun, Akses, Anlar ve Ün)
Musiki Muallim Mektebinin müzik eğitimcisi yetiştirme görevi yanında yaratıcı icracı sanatçı yetiştirmedeki beklenti yetersiz kalınca yeni bir yapılanma için 1934’te “Milli Musiki ve Temsil Akademisi”nin kurulmasıyla arayış sürdürülür.
Sonunda deneme niteliğindeki ilk Türk Operası “Öz Soy” un icrasında yaşanan sorunlar ve görülen yetersizlik üzerine acilen “Konservatuar”ın kurulması kararı alınır.
Süreci bir de anılan dönemde Almanya’da Kültür Müşaviri ve Öğrenci Müfettişi olarak görev yapan günün tanığı Cevat Dursunoğlu’nun (Dursunoğlu’nun sonraki yıllarda Güzel Sanatlar’ın organizasyonu ile görevlendirildiğini ve 2 dönem Erzurum Milletvekili olarak görev yaptığını da not edelim.) değerlendirmesi ile verelim:
“…Gün geçtikçe çeşitli olaylar bu alandaki zayıflığımızı gösteriyordu. Özel olarak Rıza Şah Pehlevi’nin Ankara’ya gelmesi dolayısıyla Halkevinde birtakım heveskârların oynattıkları opera taslağı bizim için acı bir ders olmuştur. Bu duruma bir çare bulmak için her şeyden önce musiki ve tiyatro sanatının kaynağına el atmak ve ilk iş olarak kelimenin tam anlamıyla bir Konservatuvar kurmak gerekiyordu. Fakat bu işi kendi gücümüzle başaramayacaktık. Batıdan bir musiki otoritesi getirerek bu işi onun yetkili eline vermek tek çıkar yoldu.”
Belirtmek gerekir, ülke o gün kuruluşa öncülük edecek uzman sanatçı birikiminden ve deneyimden yoksundur.
Konservatuvarın kuruluşuna öncülük edecek uzman arayışı için Cevat Dursunoğlu görevlendirilir ve arayış Almanya’da titizlikle sürdürülür. Önerilen 2. 3. sınıf isimler beğenilmez. Sonunda, Berlin Filarmoni Orkestrasının efsanevi şefi Furtwaengler’in önerisiyle Alman Besteci Paul Hindemith ismi üzerinde anlaşma sağlanır.
21 Mart 1935 tarihinde Berlin’de, “Konservatuvar Kurulması ve Türkiye’de Müzik Kültürünün Organizasyonu İşleri” için anlaşma imzalanır. Paul Hidemith bu görevlerle, “Milli Eğitim Bakanlığı Müşaviri” olur.
Hindemith’in hazırladığı, kapsamlı sayılabilecek rapordan da kısaca söz etmek gerkir. Berlin’de bir çoğaltma evinde mumlu kâğıtla çoğaltılıp mavi kapak geçirildiği için “Mavi Kitap” olarak anılan tarihi rapor, “Türk Müzik Yaşamının Kalkınması İçin Öneriler” başlığını taşıyor. Rapor; A. Orkestra, B.Müzik yüksekokulu, C.Kamusal müzik yaşamı, D. İzmir – İstanbul, E. Türk sanat müziğinin biçimlendirilmesi, bölümlerini içeriyor.
Ankara Devlet Konservatuvarı Paul Hindemith’in verdiği rapor doğrultusunda 6 Mayıs 1936 tarihinde kurulur. Yapılan işlemi, bir yönüyle Musiki Muallim Mektebi’nin konservatuvara dönüştürülmesi olarak da tanımlayabiliriz.
Müzik eğitimcisi yetiştiren bölüm (MMM) 1937’de Gazi Eğitim Enstitüsüne bağlanır.
Carl Ebert (ortada) Atatürk'ün ölümünde İstanbul'da
Kuruluşta tiyatro – opera bölüm başkanlığına Berlin Operası Yönetmeni de olan dünya ölçeğinde ünlü Alman Opera ve Tiyatro Rejisörü Carl Ebert, müzik bölümü başkanlığına Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası Şefi, Köln, Berlin, Leipzig, Weimar Operarı Orkestraları Şefi Ernst Preatorius, yaylı sazlar bölüm başkanlığına Berlin Filarmoni, Frankfurt Orkestrası Konsertmaisteri Lico Amar, şan bölümü başkanlığına Paul Lohman, piyano – korrepetisyon bölümü başkanlığına Georg Markowitz, Mainz, Frankfurt Operaları Piyanist, Orkestra Şefi Eduard Zuckmayer getirilir. Adları sayılmayan diğer çok önemli sanatçı, eğitimciler de kuruluşta yer alırlar.
Kısa zamanda tiyatro temsilleri, 1941 yılında ise ilk opera temsilleri verilir.
1948’de devletçe davet edilen İngiliz Kraliyet Balesi’nin kurucusu Dame Ninette De Valois’in öncülüğüyle ve Yeşilköy Bale Okulu’nun Ankara’ya taşınmasıyla bale bölümü kurularak yapı tamamlanır.
Dikkat çekicidir, işbaşına getirilenlerin mesleklerinde birinci sınıf uzman sanatçı oluşları, cumhuriyeti kuran kadronun, işe duyarlılıkla ve titizlikle yaklaştığını gösteriyor.
Başa dönelim.
6 Mayıs 1936’da kurulan “Konservatuvar”, cumhuriyet devriminin, yeni bir toplum, yeni bir ulus yaratmak idealiyle, müzik ve sahne sanatları alanındaki en önemli sanat kurumudur. Ses dünyamız, bestecilerimiz, onların yaratıları, virtüözlerimiz, senfonik orkestralarımız, operamız, balemiz, tiyatromuz ve bunlara can veren yaratıcı ve yorumcu sanatçılarımız bu kaynaktan fışkırmışlardır.
Bu kaynağın çağdaşlaşmamızdaki rolü ve işlevi tartışılmaz.
Değerini anlamak için, konservatuvardan ve bu kaynakla yaşam bulan sanat kurumlarından yoksun İslam coğrafyasına bakmak yeterlidir.
Yaşanan sorunlar, kaynağı kurutmak için uğraş veren çağdışı kör siyaset ile Türkiye’de sayıları 47’yi bulan konservatuvarların! çözüm bekleyen dev sorunlarını irdelemek ise diğer bir yazının konusudur.
Ankara Devlet Konservatuvarı’nın 79. yılı kutlu olsun.