Son 3 yıldır tekfen filarmoni Orkestrasının daimi şefiliği ve sanat yönetmenliğini yürüten aziz shokhakimov ile 4 ilde "Hava Şubat'ta Klasik Müzikli " sloganıyla düzenlenen, ancak İstanbul konseri 33 şehit nedeniyle iptal edilen "Anna Tifu Konser Turnesi " öncesi bir araya gelerek kendisi ve mesleğiyle ilgili sohbet ettik. Aziz'in anlatıklarını okuyunca, samimiyet ve içtenliğini anlayınca onu daha çok seveceğinize eminim.
- Sevgili Aziz öncelikle İstanbul’a hoşgeldin, röportaj isteğimizi kabul ettiğin için teşekkürler. Bizim takip ettiklerimiz arasında en favori şefimizsin.
- Asıl ben teşekkür ederim, benim için bir zevk.
- 1988'de Taşkent'de doğdun ve 6 yaşında özel yetenekli çocukları gittiği Opolski Müzik Okulu' nda keman ve viyola çalışmalarına başladın. Daha sonra şeflik eğitimine devam ettin. Kısaca bize o günlerden bugüne dek kariyerinden bahseder misin?
- Ama çocukluktan başlayacaksam kısaca anlatmam imkansız! (gülüşmeler)
- Nasıl arzu edersen öyle anlat. Çünkü insanlar hakkında pek bilgi sahibi değil. Web sayfanı açıyorlar orada hep kısa bilgiler var ve Türk klasik müzikseverleri seni gerçekten tanımak istiyor.
- O zaman baştan başlamak en doğrusu.Dediğin gibi 6 yaşımdayken Özbekistan’ın başkenti Taşkent'de doğuştan yetenekli birçok özel çocuğun gittiği okulda keman öğrenmeye başladım . 10 -11 yaşlarımda sesimin çok güzel olduğunu düşünen annem şarkı söylememi çok istedi.
- Şarkı söylemek ???
- Evet, evet! İtalyan aryaları.
- Opera aryaları diyorsun, bunu duymak çok ilginç...
- Annem profesyonel bir müzisyen değil, ama çok güzel sesi olan bir şarkıcıdır. Anneannemin de sesi öyleydi.
- Aile güzel seslilerle dolu, peki senin sesin nasıl?
- Ergenliğe geçişimden sonra hiçbir zaman iyi olmadı. Sonra hayatıma sigara girdi ve çok fazla sigara içiyorum, ama söz veriyorum bırakacağım. Annem bana özel öğretmen buldu ve şan dersleri almaya başladım. 2 ya da 3 ay sonra şan öğretmeni bana çok iyi olduğumu, hatta bir orkestra eşliğinde performans gösterebilecek kadar iyi olduğumu soyledi. Anneme şeflere gitmesini, onlarla benim hakkımda konuşmasını ve hatta onları mutlaka beni dinlemeye ikna edip konserlerinde çıkartmaları gerektiği konusunda ikna etmesi gerektiğini söyledi.
- Gerçekten keman çalman için değil ama şarkı söylemen için öyle mi ?
- Evet kemanı bırakmış değildim, ikisi paralel gidiyordu, hem keman çalıyor hem de şarkı söylemek üzerine çalışıyordum. Annem kelimenin tam anlamıyla çılgın bir kadındır. Birgün konservatuara gitmeye karar veriyor ve dalıyor konservatuvara. Oradaki öğrencilere soruyor "burada nerde şef bulurum" diye . Öğrenci çocuklar şaşkın bir şekilde "1. katta ve ya da 2. katta girdiğiniz her odada bir şef bulabilirsiniz" demişler! (gülüşmeler) Neyse annem 1. kattaki karşısına çıkan ilk kapıdan içeriye dalıyor ve " Burada hiç şef var mı ? " diye soruyor. Odada oturan 63 yaşlarında bir adam, "bana bu soruyu soran bu çılgın kadın kim" diyen şaşkın bir ifade ile anneme bakıyor. Annem elinde salladığı kasetle hemen söze giriyor " ben çok yetenekli şarkıcı bir çocuğun annesiyim, lütfen onu dinleyebilir misiniz ?" diyor. Adam daha da şaşırıyor ve " neden dinleyecekmişim?" diyor.(gülüşmeler). Annem söze devam ediyor "çok yetenekli oğlumun bir orkestra eşliğinde performans sergilemesini istiyorum" ve "Siz madem bir şefsiniz sizin orkestranız vardır, lütfen dinleyin onu" diyor. Adam önce ne yapacağını bilemiyor, kaydı alıp orada dinliyor ve sesimi çok beğeniyor. Anneme beni canlı dinlemek istediği söylüyor ve annem beni kaptığı gibi konservatutra getiriyor. Yaşlı adam beni dinliyor, sesim onu çok heyecanlandırıyor ve o anda beni " Yahudi Orkestrası"na solist olmam için davet ediyor. İşte çılgın kadınla diyaloğa giren ve benim hayatımın akışını değiştiren kişi ünlü şef Vladimir Neymar 'dı. Kendisi daha sonra benim şef eğitmenim oldu. 2. Dünya savaşı zamanında Kiev'den Özbekistan'a göç etmiş. Biliyorsun o yıllarda Özbekistan Sovyetler Birliği'nin bir parçasıydı. Moskova'dan ve Kiev Leningrad Konservatuvarı'ndan birçok insan Taşkent'e geldiler. Çünkü yahudi oldukları için oradan ayrılmaya zorlanmışlardı. Ayrılmak zorunda kalanlar Azerbeycan, Kazakistan ve Özbekistan'a dağıldılar.
- O sebeple mi Türki Cumhuriyetler bu kadar çok yetenekli insanlarla dolu?
- Evet bu yüzden diyebiliriz. Sovyetlerde Oistrakh, Rostropoviç gibi sayamayacağım kadar çok harika müzisyenler vardı. Hatta düşünebiliyor musun Şostakoviç birkaç kere Özbekistan’da konser vermek için festivale gelmiş. Bir gelişinde seyirci olarak katıldığı bir konsede öğretmenim orkestrada çalıyormuş. Yani o dönemlerde Özbekistan klasik müzik yönünden her tür zengiliğe sahip olmuş ve ve yaşamış. Hocam Neymar 'ın yönettiği "Yahudi Oda Orkestrası" ile çıkıp şarkılar söyledim. Bu çılgın annem ve benim için büyük başarıydı. Daha sonra Özbekistan’daki öğrenci orkestrası olan "Ulusal Senfoni Orkestrası" beni solist olarak davet etti. Onların eşliğinde Napoliten Aryalar söyledim özellikle Santa Lucia ve O Sole Mio' yu söylediğimi hiç unutamam.
- Özbekistan 'ın Pavorotti'siydin yani ? (gülüşmeler)
- Evet (gülerek) Pavorotti tarzı şarkılar söylüyordum ama parlak kariyerim kısa sürdü. 2 ya da 3 ay sonra ergenliğe geçiş sebebiyle sesimde mutasyon olmaya başladı ve yaşım ilerledikçe sesim değişti. Şan hocam bu evrede şarkı söylemenin sakıncalı olduğunu söyledi. Profesör Neymar "Sende çok enerji var. Belki sana birkaç şeflik egzersizi veririm ( şeflik egzersizleri koordinasyon için) ve arada bir gel bana ne yapabildiğini göster" dedi.
- Yaklaşık 11-12 yaşındaydın?
- Evet 11, yok 12 idim. Egzersizleri çalıştım. İşin ilginci bu egzersizler konservatuardakilere zor geliyor ve bunları yapamıyorlarken, benim için kolaydı. Sonra hocam başka egzersizler hatta daha zorlarını verdi. Yine de bana kolay geliyor, hiç zorlanmıyordum. Bu egzersiz sürecinden sonra hocam "hadi artık gerçek derslere başlayalım" dedi. Bana "Piyano için Çayvkoski Mevsimler"i verdi ve orkestrasyonunu yapmamı istedi. Hangi ses hangi enstürman için düzenlenmeli oturdum çalıştım ve yaptım. Neymar bunu yönetmemi istedi ve başladık. İlk yönettiğim parça okul orkestrasıyla Rossini' nin "Sevil Berberi" operasıydı. Bir kaç ay içerisinde yönetmem için "Liszt Prelude"ünü verdi bana, hâtta 2019-20 Tekfen sezon açılışını onunla yapmıştım.
- Evet Evet hatırlıyorum..
- Zor bir eserdir ve 12 yaşında hiç zorlanmadan kolaylıkla yönettim. 13 yaşımda Ulusal Orkestrası ile Özbekistan' da Beethoven' ın 5. Senfoni' sini , Liszt' in "Piyano Konçertoları"nı yönettim. 0 zamandan itibaren Ulusal Orkestra 'da asistan şef oldum. Böylece tüm iyi şeflerin provalarına girme ve onları dinleme imkanım oldu .
- Bu arada konservatuarda keman eğitimi alıyorsun ve aynı zamanda da asistan şeflik yapıyorsun değil mi ?
- Evet , ayrıca 14 yaşıma geldiğimde okulun orkestrasında da asistanlık yapmaya başladım . Hocam "benim işim var provayı sen yap" falan diyor ve bu benim için harika deneyim oluyordu.
- Bunları senin ağzından duymak gerçekten harika, hiç kimse bunları bilmez...
- İki kariyerim arasında kıyas yapabilmek benim için harika bir fırsat oldu. Çünkü ben hiçbir zaman şef olmayı düşünmemiştim. Kendiliğinden sanki doğal bir içgüdüyle şef olmaya başladım. Herşey arka arkaya; Okul orkestrası, Gençlik orkestrası, Ulusal orkestra hepsi doğal olarak gelişti.
- Şef olarak doğmuşsun! ( Natural Born Conductor) (gülüşmeler )
- 14 yaşımda keman öğretmenim geldi ve bana "Aziz senin enstrümanını nasıl çaldığını görüyorum ve harika bir kemancı olamayacaksın, bence enstrümanını viyaloya çevir" dedi . O dönem konservatuvarda keman ve piyano sınavları çılgınca zordu ama viyola sınavları öyle çok zor değildi. Kemanın cok zor sınav programları vardı ve geçmek için her gün en az 4- 5 saat çalışman gerekiyordu. Hocam kesinlikle haklıydı ve viyoloya geçtim. Ama aslında viyaloya geçmemi önermesinin sebebi şefliğe ağırlık vermemi bu yönde çok başarılı olacağımı düşünmesiydi. İşte beni ben yapan ve bugünlere gelmemi sağlayan hayatımın dönüm noktaları.
- Hârika bir hikaye.. Röportaja çalışmak için hakkında çok araştırma yaptım ama bu tarz seninle ilgili hikayelere hiç rastlamadım. Okuyucularımız için harika oldu bu anlattıkların. Ve gelelim henüz 21 yaşındayken, Bamberg Senfoni tarafından düzenlenen Uluslararası Gustav Mahler Şeflik Yarışması'nda 2'ncilik kazanmana..
- Evet doğru. O tarihte hala konservatuarda öğrenciydim. Konservatuvarın viyola bölümünden mezun olmuş ve Okul senfoni orkestrasında 2 senedir viyola çalıyordum . Ama aynı zamanda konservatuarda şeflik eğitimim sürmekteydi. Hatırlıyorum hiçbir özel hazırlık dönemi geçirmeden yarışmaya gittim ve şaşırtıcı olarak ikinciliği kazandım.
- Şaşırtıcı diyorsun, yani böyle bir başarı beklemiyordun! (gülüşmeler)
- Asılında 11 yaşımdan itibaren şef olabilmek için çok çalışmış ve iyi hazırlanmıştım. Yönettiğim herşeyi ezbere biliyordum. Ama hazırlığım yarışma için değildi, şef olmak içindi. Evet bu başarı gerçekten şaşırtıcı çünkü şimdi anlıyor ve farkına vardıkça daha da şaşırtıcı geliyor. Son 5 senedir Almanya'da yaşayan biri olarak , Özbekistan’dan gelen birinin Almanya'da bu ödülü kazanmasının imkansız olduğunun şimdi daha iyi farkına varıyorum. Tabii ki Özbeklerin de büyük isimleri, şefleri, müzisyenleri var. Keman ya da piyano dalında bir yarışmaya katılmak ve bundan ödül kazanmak çok daha olası ve kolay. Çünkü enstrümanınızla geliyor insanlarla hiçbir iletişim içine girmenize gerek kalmadan çalıyorsunuz. Başarı siz ve enstrümana hakimiyetinizle sınırlı. Fakat konu bir şef olarak yarışmak olduğunda onlarca insandan bir araya gelen bir orkestrayı yönetmeniz ve hakimiyetiniz sizin başarınızın kıstası. Tüm bu insanları bir arada tutmalısınız, iletişim içinde olmalısınız, onların yönetmenize konsantrasyonlarını sağlamanız lazım . Düşününce şu an ne kadar şanslı olduğumu anlıyorum. Katılmış ve 2'ncilik ödülü kazanmıştım. Birde üstüne 10 bin Avro kazandım. Taşkent’e 21 yaşında önemli bir yarışma kazanmış ve cebimde çok yüklü bir meblağ sayılacak bir parayla dönmüştüm. O dönemde orkestradaki maaşım 250 Avro civarıydı, ilk işim orkestradaki viyola çalgıcılığından ayrılmam oldu. Hoşçakalın, artık orkestra da çalmıyorum! (gülüşmeler) . Evet, yarışmadan hemen sonra Dresden Staatskapelle Orkestrası'ndan bir operayı yönetmem için davet aldım . Harika bir operaevi ve dünyanın en iyi ilk 10 opera orkestrası içinde bulunuyorlardı. Bunun için çok heyecanlıydım. Bu konser dün gibi hatırlıyorum ve kesinlikle çok çok iyi geçmişti. Akabinde Deutsche Kammerphilharmonie Bremen, Düsseldorf Senfoni Orkestrası, İtalya ve Amerika orkestralarından davetler aldım. Aslında daha çok gençtim ve hala yarışmalara katılabilirdim. Fakat böyle büyük orkestralarla çalışmaya başlamıştım, sürekli davetler alıyordum ve kendi kendime “artık yarışmalara katılmaya gerek yok" dedim. İşte şeflik kariyerim böyle başladı.
- Doğuştan yetenekli ve adeta şef olmak için doğmuşsun. Tüm anlattıkların bunu gösteriyor . Peki sadece doğuştan yetenekli olmak iyi bir şef olmak için yeterli mi ?
- Hayır doğuştan yetenkli olmak kesinlikle yeterli değil ve olamazda. Tabii ki de çok çalışmalısın aksi halde sahip olduğun yetenek hiç bir işe yaramaz. Yeteneğini nasıl kullanacağını öğrenmek için çalışmalısın. Ben şu an sahip olduğum yeteneği kullanmaya hocamla çok çalışarak sahip oldum.
- Vlademir Neymar'la çalışmak sana neler kattı ?
- Hocama çok teşekkür etmeliyim. Öncelikle bana hârika bir teknik kazandırdı. Avrupa'da şeflerin nasıl öğrettiklerini görüyorum. Tabii ki hepsi değil ama çoğu herşeyi öğretiyor. Ama çok önemli bir husus var : Orkestrayı nasıl etkilemeleri gerektiği ya da ellerinizle o rengi nasıl değiştireceğiniz öğretilmiyor. O bana bunları öğretti. Her ortamda, her koşulda orkestra ile nasıl iletişim kuracağımı öğretti. Bazen provada aynı dili konuşmadığınız bir orkestra ile çalışıyorsunuz ve sözlere de hiç gerek olmuyor, beden diliniz, göz temasınız herşey için yeterli oluyor. Ama aynı zamanda bana konuşarak anlatmayı ve yönetmeyi de öğretti. 2 hafta önce Utah Senfoni Orkestrası ile konserim vardı. Karşılarına geçip çalışmaya, anlatmaya ve öğretmeye başladığımda çok şaşırmıştım. Çünkü tüm orkestra pür dikkat bana odaklanmış ve anlattıklarımı duyarlılıkla dinliyorlardı. İşte bana hocamın kattığı en önemli şey, orkestram ile ister sözlü ister sözsüz her yerde her zaman her koşulda ve her şekilde iletişim kurma becerisidir. Bazen Avrupa’da ya da Almanya'da çalışmaktan çok keyif aldığım çok ünlü orkestralarların her biri ile farklı iletişim şeklim var. Bazılarına sözlerle açıklamak yerine göstermek , bazısına göstermek yerine anlatmak çok daha etkili ve verimlidir. Bu kesinlikle ülkeden ülkeye, orkestradan orkestraya fark gösteriyor. Ayrıca kültürlerine göre de yaklaşım şekli farklılık gösterebiliyor. Şuna inanıyorum ki, iyi bir iletişim kesinlikle dengeli bir karışım olmalıdır. Şefin başarılı olması için orkestrasını iyi gözlemlemesi, çalacağı eseri iyi incelemesi ve eser çok iyi hakim olacak kalitede çok iyi bir tekniğe sahip olması gereklidir. Neymar bana bunların hepsini verdi.
- Bir çok başarılı kişi "Başarımdaki en büyük etken, hayatımdaki başarısızlıklarımın beni başarıya ulaştırmasıdır" diyor. Senin hayatın böyle değil ama bu konuda ne düşünüyorsun ?
- Bu kesinlikle ve kesinlikle doğru bir tespit . Başarı öyle birden olan birşey değil . Düşmeden yürümeyi öğrenemezsin. Ama her düşüş ayakta durmaya seni bir adım daha yaklaştıran deneyimi sağlar. Yetenekliysen ve hatalarından ders alacak kadar akıllıysan ve de yeterince çalışıyorsan başarısız olman mümkün değildir. Uğruna çalıştığın başarıya er ya da geç kavuşacağın garantidir. Bir de insanlar üzerinde fark yaratacak kendi tekniğin ve sesini bulmuşsan, başarın kalıcı hale gelir. Ama bunların hepsinin yanı sıra çok önemli birsey var ki oda "Şans" tır.
- Kendi sesini bulmak çok önemli sanırım. Senin bir çeşit imzan oluyor doğru mu?
- Kesinlikle, kendi sesin yoksa sen, sen değilsindir.
- Biraz şeflerden konuşalım. Sence bir şef nasıl olmalıdır ve nasıl olmamalıdır?
- Birincisi yönettiği parçaya çok iyi hazırlanmalıdır. Orkestradan ne istediğini çok iyi bilmelidir. Ve en önemlisi müziğe, ustaya ve orkestradaki müzisyenlere saygı duymalıdır. Orkestranın nefes almasını sağlamalıdır. Bu çok önemli, çünkü diktatör şefler kesinlikle bunu yapmaz.
- Diktatör şeflere gelmeden önce, vücut dili ve göz teması sanırım senin için çok önemli ve kullanıyorsun. Bu konuda ne söylemek istersin ?
- Strauss'u ele alalım, o yönetirken neredeyse hiç vücut dili yoktur. Ve Strauss genç şeflerin sahne performansından sonra gelir onların terleyip terlemediklerini kontrol edermiş. Şayet şef terlemişse "bu ter cahillik göstergesidir, iyi şef terlemez " dermiş. Kesinlikle emin olduğum birşey var ki, her orkestrayı aynı basma kalıp üslup ile yönetemeyeceğinizdir. Her orkestraya göre uygulayabileceğiniz farklı bakış açılarına ve iletişim tekniklerine sahip olmalısınız. Mesela Türk ve İtalyan müzisyenler sıcak insanlar, burada elleri, vücût dilini kullanmak, konuşmaktan daha faydalı. Ama Almanya' ya gittiğinizde insanların duygularını dışa vurumları çok kontrollü ve dışa kapalı. Bu sebeple onlarla iletişim için konuşmak anlatmak daha faydalı .
-Vücut dilini ölçülü kullanmayı tercih ediyorsun ve bu da seni izlemeyi zevkli hale getiriyor. Müziği hissederek bazen dans ediyorsun, bazen zıplıyorsun ama bunun duygusal içten gelen birşey olduğunu şov amaçlı yapmadığını da seyirciye hissettiyorsun . Bir şef " Çin'de genç şefler duayen şefleri Youtube'dan izleyip taklit ederek öğreniyorlar, ama bu bir saçmalık " demişti . Sen ne dersin
- Vücut dilini kullanamak orkestrayı ve müziği iyi yönde etkileyecekse neden olmasın. Önce müziği içinde hissedeceksin ki duyguyu ve hislerini orkestraya aktarabilesin. Ama unutulmamalı ki bu orkestraya ve de esere bağlı olan bir durum. Orkestranın ya da eserin vücut diline ihtiyacı yoksa ve ya onlar için bir anlam ifade etmiyor ise kullanmazsın. Aksi halde gerçekten saçma olur.
- Çok sıcak kanlı ve sempatik bir insansın. Bu bir şef için avantaj mıdır?
- Her zaman değil, bu orkestraya ve ülkeye de bağlı bir durum. Kesinlikle diplomatik olmak zorundasınız . Sıcak ve yumuşak davranırsanız orkestra sizi ciddiye almayabilir . Sert ve otoriter davranırsanız, savunmacı bir pozisyon alır ve iletişim kanallarını kaparlar. Her şey dozunda olmalıdır. Kendine güvenin tam ise, karşındakinin köle değil, saygı duyulması gereken bir birey olduğu unutmaz isen ve de doğalsan hiçbir zaman sorun yaşamazsın. Nitakim ben hiç sorun yaşamıyorum. Bazen öyle şefler görüyorum giymişler son derece pahalı fraklarını "Ben Şefim" edasıyla kasıla kasıla emirler yağdırarak ortalarda dolanıyorlar. Ben asla öyle değilim, öyle de olamam.
- Birçok provanı izledim ve açıkçası provalarda çok da sevimli değilsin. Odaklı ve hatta agresifsin, tam istediğini alana kadar çalıştırıyorsun. Bununla ilgili ne söylemek istersin ?
- Aaa gerçekten öyle mi görünüyorum? İnanıyorum ki öncelikle orkestra üyeleri ile güçlü birer arkadaşlık bağımız var. Ama iş provaya geldiğinde ben şefim, onlar müzisyen. Benden bu orkestrayı en iyi şekilde yönetmem bekleniyor, ben de orkestradaki herkesten en iyi performanlarını göstermelerini istiyorum. Saygı çerçevesinde bunu sağlamak için elimden gelenin en iyisini yapmak zorundayım. Benden bekleneni onlardan almak durumundayım, çünkü müzikte profesyonellik bunu gerektirir. Ama prova , konser biter ünvanlar kalkar gene arkadaş oluruz , dışarı çıkarız, yer içeriz.
- Ünlü şef Vladimir Aşkenazi "Diktatör şefler artık geçmişte kaldı " diye bir demeç vermiş. Sence gerçekten geçmişte mi kaldılar, yoksa hala varlar mı ?
-İşin gerçeği belki modern Avrupa'da yok olmuş olsalar da halen diktatör şefler mevcut . Halen Sovyet - Rus ekolü ülkelerde, Ukranya'da, Özbekistan'da, Çin’de ve Kuzey Kore’de kesinlikle hala varlar.
- Ünlü bir şef "Önünde notalar yerine beynimde notalar olunca, parmağımdan çok daha hızlı bir şekilde kafamda istediğim eserin, istediğim bölümünü açmak saniye bile sürmez. Üstelik bu bana orkestra ile daha çok ilgilenmem konusunda bütük bir avantaj sağlıyor" demişti. Katılıyor musun ?
- Böyle iyi bir hafızan varsa tabii ki büyük bir avantaj ve kolaylık. Benim maalesef öyle bir hafızaya alma yeteneğim yok. Tabii ki eseri çalışmışsındır ve biliyorsundur, böylece o notalar önünde dursa dahi sadece göz atarsın, devamlı noktalarına bakamazsın. Ama bunları hafızada tutmak için dahi derecesinde br beyine sahip olmak lazım, kim bu dahi şef merak ettim.
- Karajan'ın öğrencisi olan Alexander Rahbari... Peki gelelim şefin orkestra karşısındaki görevine. Orkestrada şefin tam olarak rolü nedir? Bu rol fiziksel midir yoksa metafiziksel bir rol müdür ?
- İkisi de.. Enerjinle ve yarattığın sinerji ile müzisyenleri etkilersin. Kesinlikle enerjiye inanıyorum, zaten olan bir şeye nasıl inanamamazlık edebilirsin ki ? Ama bunu sahip olduğun metafiziksel aktarımı tekniğinle yapacaksın . İçindeki ateşi dışa vuracaksın ve bu enerjiyi her daim yenileyeceksin. Aslında metafiziksel etki fizikselden daha önem arz etmekte orkestra için. Sonuç olarak yaşlandıkça fiziksel olarak orkestra önünde sergileyeceğin hareketler kısıtlı kalır ama geçmişten gelen repütasyonun yarattığı metafiziksel etki orkestra üzerinde "ooo ünlü şef geldi " şeklinde olacaktır.
- Müzik jargonu kullanmadan bir orkestrayı nasıl tanımlarsın?
- Ben "Aile" olarak tanımlarım . Benim için orkestra ailedir . Aile iyi ve güzel birşeydir, içinde güzel ilişkiler, anlayış barındırır. Ama bazen herşey güzel olmaz, insan gerilebilir, sıkıntılar çıkabilir ama asla kopmaz birbirinden . Orkestra hayatın kendisidir, hatta bir ülke gibidir bile diyebiliriz.
- Aziz Shokhakimov ile Tekfen'in yolları nasıl kesişti ?
- Denis Kozhukhin adlı ünlü bir piyanist çok yakın arkadaşım var. 4 sene önce onunla birlikte Stuttgart'ta birlikte Rahmaninov'un 3. Piyano Konçertosunu çalmıştık. Sohbet ederken " Türkiye’de Tekfen diye bir orkestra ile çaldım, şefleri yok . Sen köklerinde Türklerle aynı soydansın hatta ismin de Türkçe, istersen seni onlara önereyim ya da numaralarını sana vereyim" dedi . Bende tabii ki ver dedim ve böylelikle 3 sene önce konuk şef olarak ilk davetimi davet aldım ve bugünlere geldik.
- Tekfen daimi bir orkestra değil. Sezonda 4-5 konser veren kısıtlı çalışma zamanında 3 prova 1 konser için toparlanıyorsunuz. Bu bir şef için zor olmalı.
- Evet müzisyenler hep farklı ülkelerden, farklı orkestralardan ve hatta farklı disiplin seviyelerindeler. Orkestramızda yer alan bazı müzisyenler müthişler, içlerinde Münih Filarmoni, Berlin Filarmoni, Hamburg Orkestrasında veya Türkiye’nin en iyi orkestralarında çalan müzisyenlerimiz var. Başkemancımız ama şu an yoğun programı sebebiyle bizimle çalamayan Hande Küden , flütist Aslıhan And, fagotçu Mert Kutluğ var. Bu değerli sanatçıların yanı sıra genç sürekli bir orketsrada çalamayan müzisyenlerimiz de var. Bu yüzden dengeli ve iyi bir orkestra olmak için kıstlı zamanımız da olsa sıkı çalışmalıyız. Türkiye gibi ülkelerde iyi kalite orkestra olmak çok önemli, biz de bunun için çok çalışıyoruz diyebilirim.
- Dört ayrı ülkede, dört farklı orkestra yönetiyorsun bunları karşılaştırmanı istesem, ne dersin?
- Çok zor bir soru, hepsi birbirinden farklı, çünkü insanlar farklı orkestraların yapıları farklı . Mesala Almanya'da opera orkestrası müzisyenlerine birşey söylememe ya da yapmama gerek bile yok çünkü orkestra tarafından eser 40 senedir çalınıyor, öğrenmişler gözleri kapalı çalıyorlar . Bazen prova bile yapmıyoruz çıkıyoruz ve çalıyoruz. Mesela Tosca'yı kaç kere çaldıklarını bile artık hatırlamıyorlar. Hiç provasını yapmıyoruz, etkinlikten 30 dakika önce yerlerimize geçiyoruz ve mükemmel bir şekilde çalıyorlar. Ama Milano orkestrasına gidince, çok hızlı bir çalışma 3 gün içinde prova +konser yapıyoruz. Program değişiyor bir konser piyano konçertosu oluyor, diğer bir konser keman konçertosu oluyor. Tekfen için geldiğimde çoğunlukla 4 gün çalışma imkanım oluyor . İtalya’da ki gibi kısıtlı değil burada daha çok prova yapma şansın var çünkü kalite için fazla prova iyidir, daha çok güven hissedersin. Bu sebeple Tekfen'in bana burada sunduğu imkanları seviyorum. Bütün bu detaylarla ve bizimle ilgilenen insanlara çok saygı duyuyorum. Müzisyenlere de öyle... Bu çok önemli ve bence Tekfen çok iyi ve önemli bir iş yapıyor .
- Opera orkestrası yönetmekle senfoni orkestrası yönetmek arasındaki fark nedir ?
- Tamamen farklılar . Operada tüm olay şefte değil, olayın tüm kontrolü nerdeyse şancılarda diyebilirim , ben sadece dengeleyiciyim .Operada o kadar çok şey var ki birbirinden bağımsız yönetilen, ama bir bütün içinde hareket etmek zorunda. Koro var, sahne direktörü var ve hepsi farklı çalışıyor fakat herşey birleşip bir araya gelince o hengamenin sonunda büyük bir iş başarılmış oluyor. Senfoni orkestrası ile kıyaslanınca opera şefliği inanılmaz keyifli bir iş .
- Türkiye’de aslında her yanımız klasik müzik ile sarılmış durumda olmasına rağmen, insanlar klasik müziği tabu olarak görüyor ve "sevmiyorum" şeklinde tepkililer. Özbekistan ve diğer ülkelerde bu nasıl ?
- Bu biraz klasik müziğin propogandası, neden böyle olmak zorunda anlamıyorum . Bazen profesyonel müzisyenler dahi ne yaptıklarını ve neden yaptıklarını bilmiyorlar. İnsanları neden klasik müziği sevmeleri gerektiğine ikna etmelisin. Bu çok entellektüel ve güçlü birşey. Klasik müziğin içinde birçok fantezi, hayat ve his var. Tabii ki Azeri müziklerini de çok seviyorum. Aynı zamanda Gürcü, Romen, Türk, Macar müziklerini de severim, bunlar bambaşka müzikler. Ama tüm müzik türleri içinde caz müzik bambaşkadır. Çok bilgim olmamasına rağmen, taparım caz müziğine. Tüm bahsettiklerim harika müzik türleri ama hiç biri klasik müzik ile kıyas edilemez ve içinde barıındırdığı entellektüelik başka hiçbir müzik türünde yoktur. Klasik müzik besteciler tarafından yaratılmış bir güzelliktir. Almanya'da 10 -11 yaşında çocuklar klasik müzik provalarına götürülürler . Yarım saat ya da bir saat provaları izlerler ve prova bitiminde müzisyenler bu müziğin ne olduğunu çocuklara anlatırlar. Son zamanlarda Amerika’da da böyle genel provalarda öğrencileri götürüyorlar. Klasik müzik kültürü böyle oluşturulur...
- Şimdiki soru o zaman çok anlamlı olacak. Türkiye’de ne yazık ki klasik müzik bu işin en tepesinde olan kişiler tarafından yaygınlaştırılacağına, astronomik pahalı bilet fiyat politikalarıyla halktan soyutlanıp zengin kesimin eğlencesi gibi konumlandırılıp pazarlanıyor desem , ne söylemek istersin?
- Evet klasik müzik herkes için değil, bu doğru, ama klasik müziği para ve zenginlikle ilişkilendirmek de kesinlikle doğru değil. Entellektüel bir klasik müzik dinleyicisi olmanız için illa zengin olmanız ve paralı olmanız gerekmez . Ama pahalıya bilet fiyatı politikasıyla klasik müzik tutkunu para kriteriyle dışlamak, ya da onun ulaşmasını engellemeyi doğru bulmuyorum.Hükümet halkı eğitmeli ve olanakları halkına sunmalı diye düşünüyorum.
- Sence neden bizim Türk şeflerimizden bir "Aziz Shokhakimov"umuz yok ya da çıkartamıyoruz?
Hiç kimse Aziz Shokhakimov olamaz , çünkü bir tane var.!(gülüşmeler) Belki bir kaç sene içinde olur diye düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla klasik müziğe dair geçmişiniz Cumhuriyet kurulur kurulmaz başladı ama geç te olsa son 50 sene içinde varlık gösterebildi . Yakında genç ve başarılı şefleriniz olacaktır. Benim şeflik hikayem tamamen bir istisnaydı . Normal koşullarda kimse Ulusal Orkestrayı 14 yaşındaki bir çocuğun eline vermez .Bu düşününce normal birşey değildi, herkes şaşırmıştı hatta saçmalıktı diyebilirim.
- Çoğu şef verilmesi gerektiğini düşünüyor. Okullardaki şef adaylarına derste anlatmakla şeflik öğretilemiyeceğini, yönetmek ve tecrübe kazanmaları için şans verilmesi gerektiğini söylüyorlar. Buna ne dersin ?
- Genç şeflere piyano ile eğitim veriliyor, bu kadar! Orkestralara girişleri yok!!! Şef için en önemli şey nedir ? Orkestra... Ama ulaşamadığı okestrayı yönetmesi bekleniyor. Almanya'da da bu aynı, şef adayı piyano akorlarına kadar herşeyi biliyorlar ama orkestra yönetemiyor çünkü mezun olana kadar orkestra göremiyor. Tabii ki hepsi değil, istisnalar var ama çoğunluğu bu durumda. Çünkü eğitim böyle... Konservatuvar şeflik bölümünü bitirmeden en şanslısı canlı orkestrayı gördüyse 4 -5 kere görmüştür. Bunu hiç göremeyenler olduğunu varsayarsak bunlardan nasıl profesyonel şef olmaları beklenebilir ki ?
- Almanya'da da böyle olduğunu duymak gerçekten çok şaşırtıcı . Biz sadece Türkiye’de böyle olduğunu sanıyorduk ... Peki bir şef olarak sahnede başına gelen en iyi ve en kötü anın ne diye sorsam?
- En kötü hatıram bir bale performansında başıma gelen olaydır. Orkestra felaket bir hata yaptı ve yanlış tonaliteden eser girdi. Ben çok hassas bir insanım, sadece bir kaç ölçüydü ama o anki his bana kendimi çok kötü hissetmem için yetmişti. Anında topraladık ve güzel bitti . Ama bu çok kötüydü ve bir daha başıma gelsin istemem. Sahnede benim için en güzel olan şey ise benim istediğim mükemmmeliyeti bana vermeleridir ve bu her zaman benim için en güzel andır.
- Genç şeflere ne önerirsin ?
- Sakın şef olmayın (gülüşmeler) ama işin ciddi yanı bu işi yapacaksanız şeflik size doğal gelmeli, hatta sizin doğanızda olmalı. Eğer genç şefler müziği seviyorlarsa, en derinden tüm hayatlarını müzik üzerine kurmuşlarsa o zaman hoşgeldiler. Ama böyle değilse şefliğe asla başlamasınlar. Şef olmak için çok şey feda etmelisin hayatından. Fedakarlık gerektiren bir meslek. Ben bunlarıın bilincinde değildim çünkü bu profesyonelliği yani şefliği ben seçmemiştim, şeflik beni seçmişti.
- Türkiye'de Özbekistan’daki gibi kendini evinde hissediyor ve burada olmayı seviyor musun?
- Kesinlikle ve kesinlikle burada olmayı çok seviyorum. Sizin atalarınız bizimle aynı topraklardan göç etmiş, aynı kanı ve genetik kodları taşıyoruz. Bu yüzden Türkiye’ye gelince kendi ülkeme gelmiş gibi hissediyorum. Buradaki orkestra, müzisyenlerle abi kardeş gibiyiz ve birlikte önemli birşey yapıyoruz. Ama ne yazık ki benim ülkem Türkiye ile aynı seviyede değil. Çünkü Özbekistan’daki şirketlerden sanata destek yok. Burada Tekfen'e çok müteşekkirim. Tekfen gibi müziğe sanata destek veren başka özel şirketlerin desteklediği orkestralar var. Bu ülkenin gelişmesi için çok önemli ve bu yüzden burada olmaktan çok mutluyum. Buradaki konumum sayesinde müzik ile ilgili ilginç şeyler yapabiliyor ve destek görüyorum. Burada her zaman evimde gibi hissediyorum...
OSMAN ENFİYECİZADE
23 Şubat 2020, İstanbul