İstanbul seçimini Ekrem İmamoğlu'nun kazanması üzerine, AKP Cumhurbaşkanlığınca, yeni Atatürk Kültür Merkezi'nin inşaatına ciddi bir ivme kazandırıldı. AKM'nin Avrupa'daki eşdeğer operaevlerinin sahip olduğu en son teknolojileri içinde barındıran yeni haliyle yakın bir gelecekte sanatseverler ile buluşacağı öngörülüyor. İstanbul kültür sanat yaşamının mihenk taşı, göz bebeği konumundaki AKM ile ilgili olumlu gelişmeler en çok, yıllardır evi olarak bilinen binaya dönmeyi dört gözle bekleyen İstanbul Devlet Opera Balesi 'ni (İDOB) yakından ilgilendirmekte. Süreci, İDOB Müdürü ve Sanat Yönetmeni olarak yakından takip eden Suat Arıkan'la, hem bürokrasi içinde sanatçı olmayı, hem de AKM'nin boşaltılması sonrası yaşanılan süreci ve yakında bitecek olan AKM'nin gölgesinde İDOB'un son durumunu öğrenmek amacıyla bir araya geldik.
Öncelikle davetiniz için çok teşekkür ederim . 20 yıla yakın Devlet Opera Balesi'nde hem sanatçı hem de yönetici olarak İstanbul kültür sanat hayatında ön planda biri olmanız nedeniyle tüm sanatseverlerin sizi tanıdığına eminim. Lakin bilinenin dışında suat arıkan çok yönlü bir sanatçı, hatta yurtdışında resim sergisi açmış bir ressam, bize anlatır mısınız ?
Resim hayatımda müzik ve operadan da önce ilgi duyduğum ve konservatuvar sonrası İstanbul'da ufakta olsa üzerine eğitim aldığım ve benim ruhumu besleyen bir sanat dalı. Resim yapmanın hayatımdaki yerini "tuval başında çalışmadığım günü kendimce yaşanmamış addediyorum " şeklinde ifade edebilirim. Sanatın her dal ve disiplinlerine dair çok özel heyecanlarım oldu . Resim, müzik, edebiyat ve klasik sanatların beraberinde önce fotoğrafçılık, sonra sinema-film alanında "İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği"nde (İFSAK) eğitimler aldım. Sanatın her dalına duyduğum bu ilgi ve yakınlık bana İDOB'ta yürüttüğüm sanat yönetmenliğinde çok büyük katkı ve fayda sağlamıştır.
Son iki yıldır opera, resim, fotoğraf derken "klarneti" hayatınıza dahil ettiniz ve 2017'den beri değerli bir klarnet sanatçısından dersler alıyorsunuz . Üstelik kendinize çok sevdiğiniz bir eseri çalmak gibi bir hedef koydunuz. Klarnet ile çıktığınız bu yolculuğu anlatır mısınız ?
Sesini çok sevdiğim klarnete gençliğimden beri büyük bir ilgim var. Ayrıca benim mesleğimdeki idolüm olan Bulgar opera sanatçısı bas Nikolay Gyaurov'un şarkıcılıktan önce klarnetçi olmasının da etkisi olduğunu söyleyebilirim. 2017 'de klarnet çalma arzuma yönelik kendime zaman yaratarak dersler almaya başladım ve iki senede klarnet çalma hususunda ilerleme kaydettim diyebilirim. Bu işe başlarken kendime çok sevdiğim " Mozart La Majör KV 622 Klarnet Konçertosu" nun 2.bölümü olan "Adagio" çalmayı hedef olarak koymuştum. Maalesef yürüttüğüm görevlerimin yoğunluğu sebebiyle özellikle de sezon dönemlerinde egzersizlerim sekteye uğruyor . Açıkçası bu güzel eseri hakkıyla ne zaman çalabileceğim bende bilmiyorum ama bu eseri mutlaka bir gün çalacağıma inanıyorum, çünkü çalmayı çok istiyorum.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi kurulduğundan beri " Müdür ve Sanat Yönetmenliği" görevinde en uzun süre bulunan kişisiniz . Bu görevdeki zaman dilimlerinde ne yapmak istediniz, neler yaptınız, neleri yapamadınız ?
Bu ne kadar gurur verici bilemiyorum ama İDOB 'un (eski adıyla İstanbul Şehir Operası) kurucusu değerli sanat insanı Aydın Gün'ün görevde bulunma süresini geçmiş bulunuyorum. Bana göre bu görevde ne kadar uzun süre bulunuyor olmamdan ziyade, bu süre zarfında neler yaptığım ya da yapamadığım daha büyük bir önem arz etmektedir.
Görevde bulunduğum süreçte bir çok dünya prömiyeri, bir çok Türkiye prömiyeri, bir çok İstanbul prömiyeri yaptım. Özellikle son dönemde hiç oynanmayan eserleri repertuvara almayı kendime ilke edindim. Hep aynı eserleri oynamak yerine henüz Türkiye'de oynanmamış, ya da bestecisi hayatta olan yeni yazılmış eserleri sahnelemek gibi bir özgörev yüklendim. Maalesef hala yapamadığım ve yapamayacağım bir çok şey var. Örneğin, Atatürk'ün himayesinde Türkiye 'ye ve Türk klasik müziğine çok büyük emekler vermiş değerli Alman besteci Paul Hindemith'in bestelediği bir operasını Türkiye'de mutlaka sahnelemek, oynanmasını sağlamak çok isterdim . Şimdiye kadar oynanmamış olmasını çok büyük vefasızlık olarak görüyorum. Bu yapmamız gereken ama yapamadığımız şeylerin en başında geliyor.
Bir yandan sanatçının özgür ve sınır tanımaz ruhu, bir yanda ise sanatçı olarak bir Devlet Kurumunda sınırlar- kurallar-bürokrasi kıskacında müdür olarak bürokrasi ile boğuşmak ... Bu ikilem içinizde bir çelişki yaratıyor mu ?
İdealist bir sanatçı ve sanat yönetmeni olarak bir devlet kurumunda bürokrasi altında sanat yapmak ve idare etmek gerçekten çok, ama çok zor. Doğal olarak yer yer ayaklarınızı yere basmak zorundasınız. Zaman içinde edindiğiniz tecrübe ve yaşanmışlıklarla bunun dozunu ayarlayıp ne kadar uçacağınızı, nerede yere basacağınızı öğreniyorsunuz. Birbirine tamamen zıt olan sanatın özgür ve sınır tanımaz ruhuyla bürokrasinin ilkelerini bir noktada buluşturmak her ne kadar zor olsa da bana ilginç geliyor.
Ülkemizden bir çok sanatçı yabancı devletler tarafından sanata olan katkıları sebebiyle maddi ya da manevi olarak ve hâtta ciddi ünvanlar ile ödüllendiriliyorlar. Bunlardan biri de sizsiniz. Peki aynı sanatçılar aynı övgülere kendi ülkelerinde de nail olabiliyor, yeterince takdir ediliyorlar mı ?
Ülkemizin birbirinden değerli birçok sanatçısı kendi alanlarında göstermiş oldukları emek ve katkıları sebebiyle özellikle yurtdışında sorunuzda ifade ettiğiniz şekillerde övgü ve takdir görüyor. Ben de opera sanatına verdiğim katkılar nedeniyle İtalya Cumhurbaşkanı Ciampi tarafından "Şövalyelik Nişanı"yla onurlandırıldım. Ülkemizde de tam anlamıyla takdir görüyor diyebilmek isterdim ama bizde ne yazık ki uzun zamandır "Devlet Sanatçısı" payesinin içi boşaltılması sebebiyle eski ağırlığını yitirdi ve hali hazırda rafa kaldırılmış durumda. Ülkemizde halklar ve insanlar kendi kalplerinde gerçek sanatçıların hak ettikleri payeleri veriyorlar. Maalesef ki şu an Türkiye'de devlet tarafından sanatçısına maddi ya da maveni destek içeren bir ünvan verilmesi söz konusu değil.
Sizce sanat ve sanatçı Türkiye'de hak ettiği saygı ve değeri yeterince bulabiliyor mu ?
Kaliteli dediğimiz "yüksek sanatlar" ülkemizde mutlaka bir gün hak ettiği değeri bulacaktır. Zaman zaman olsa da yüksek sanat dalında verilen eserler ve emekler tabii ki değer buluyor. Ama ülkemizde son yıllarda popüler dediğimiz sanatın daha ağır bastığı yadsınamaz bir gerçek . Ama yüksek sanatlar hiçbir zaman güncel popülarite yok edilebilecek, üstü örtülecek yok sayılacak bir şey değildir. Bir gün mutlaka yüksek sanat kazanacaktır.
Hâl böyle iken çok daha ilginç ve sevindirici olan bir şey daha var ki Türkiye'de özellikle İstanbul'da düzenlenen contemporary sergiler, bienaller gibi sanat etkinlikleri, açılan bir çok yeni sanat müzesi, sanat galerileri veya merkezleri arasında sanatsever nereye gideceğini şaşırıyor. Bu da başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye'de sanatın artık toplumumuzun vazgeçilmez bir olgusu olduğunun adeta kanıtı ve mutlaka bunların ileride toplumumuza olan pozitif katkılarını göreceğiz.
Son dönemlerde maalesef İstanbul Devlet Opera ve Balesi daimi izleyicisi nezdinde kendini tekrar ediyor algısına yenik düşüyor, fuayede kulak kabarttığımızda bu serzenişleri duyuyoruz. Sanatseverlere bu konuda ne demek istersiniz?
Yukarıda ifade etmiştim hiçbir zaman birbirini tekrar eden eserler sergilemek en azından benim prensibim değil. Ama zaman zaman zorluklar sebebiyle üretmek durumunda kaldığımız yeni fikirler temalarımızı oluşturuyor. Temamız gereği "Retrospektif Sezon" uygulamasının, yani elimizde ne var ise onunla hazırladığımız programlara "dönüp dolaşıp aynı şeyi sahneliyorlar" şeklinde algılanması biraz acımasızlık olur. Son yıllarda Süreyya Operası'nda sergilediğimiz eserleri, yeni bir bakış ve farklı solistlerle dönüştürmek mevcut koşullar altında bence akıllıca bir tercihti. Ayrıca hem felsefe olarak derin bir anlamı var, hem seyircilerimiz de değişiyor. Ayrıca bildiğiniz üzere Süreyya Operası'nın koltuk kapasitesi İstanbul'un nüfusu ile doğru orantılı değil bu sebeple hala "Falstaff" operasını isteyip te izleyememiş veya haberi olmamış binlerce insan dururken, bunları sahneden kaldırmak, yok saymak ve yeni şeyler üretmeye girişmek pek akıllıca gelmiyor bana. Bu sebeple en az bir sezon daha bu henüz seyircileri ile buluşmasını sürdürmekte olan eserleri tekrar sahneleyerek yeni bir ivme, yeni bir enerji vermek istedik. "Dönüp dolaşıp aynı şeyleri oynuyorlar" eleştirisi pek kabul edilebilir değil, bizi tanıyanlar kendinizi tekrar etmediğimizi bilirler.
Bir beyanatınızda "Bulunan her yeni şey Türk opera ve balesinin bünyesinde ve hizmetinde olmalı" şeklinde bir ifadeniz var . Ama ışık sanatı, sahne teknolojisi yenilikleri ve benzeri yenilikleri maalesef Devlet Opera ve Balesi bünyesinde göremiyoruz, neden acaba?
Operanın tarifinde "tüm sanatların birleşimi" diyoruz o halde icat edilen, operanın hizmetine sunulan ve sahneyi ilgilendiren her türlü sanat, teknik, teknolojik yenilikler bizim takip etmek zorunda olduğumuz ve bizim de hizmetimizde olması gereken çok önemli unsurlardır. Bizim en büyük eksiğimiz bu konudadır. Özellikle ışık sanatında son yenilikleri takip edemiyoruz. Bu hususta özeleştiri yapmak gerekirse başta ekonomik sebepler olmak üzere vizyon eksikliği sebebiyle bunlardan yoksunuz.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi olarak, her şeye rağmen sahneleyebildiğiniz zaman mucizeler yaratarak operada ve balede muhteşem prodüksiyonları çok düşük bilet fiyatları ile sanatseverle buluşturuyorsunuz. Lakin özel işletmeler çok daha basit ve sıradan prodüksiyonları sizin 5-6 katı bedelle satıp salonlarını dolduruyor. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz ?
Opera ve bale gerçekten çok pahalıya üretilen sanatlar. Bu iki sanat devletin koruması altında, ve ne yazık ki 1 paket sigaradan belki de daha da ucuz bir bilet karşılığı seyredilebilen sanatlar. Bu benim her zaman eleştirdiğim bir durum. Hem saygınlığı, hem de maliyet matematiği açısından bilet fiyatları gerçekten çok daha yüksek olmalı. Bir düşünün sanatçıların ve sahne arkası personelin maaşları ödeniyor, sahne üstü ve sahne arkası ekipmanların üretim ve malzeme masrafları ödeniyor, bir de bunlara sabit ve genel yönetim giderlerini ekleyiniz ... Bu kadar yüksek maliyetli emek yoğun bir ürünü çok düşük bir bedel karşılığı satmak pek akıl kârı değil. Evet devlet sanatı desteklemek ve sanatı ulaşılabilir kılma politikası amacıyla destekliyor olsa da aynı zamanda bu yüksek sanatların saygınlığının da zarar gördüğü kanısındayım. Bu yüksek sanatların saygınlığının nasıl zarar gördüğünü şöyle örneklemek isterim. Birey satın aldığı etkinliğin içeriğinden ziyade ödediği bedele istinaden bir algı geliştiriyor. Düşünün ki özel sektörün bu alanda yaptığı etkinlikleri bizden 5-6 yüksek fiyata satın alan kişi, yüksek bedel ödediği etkinliğe gidemeyeceğini anladığı zaman panik halinde ya bunu satmaya, ya da "o kadar para ödedim yazık olmasın" diyerek bir tanıdığına hediye etme yoluna gidiyor. Ama aynı durumda bizden çok ucuza satın aldığı bir opera veya bale etkinliği söz konusu olduğunda o "düşük bedel ödediği bilet"e bilinçaltında saygı duymadığından, o etkinliğin tüm biletleri satılmış olmasına rağmen hemen hemen her etkinlikte bilet alıp gelmeyen seyircilerden dolayı yer yer boş koltuklar oluyor. Bu düşük fiyatlandırma politikası sebebiyle hem bilete karşı hem de bu sanata karşı prestijden yoksun bir algı oluşuyor. Bu sebeple katıldığım her toplantıda ya da bulduğum her fırsatta düşük fiyatlı bilet politikasına karşı bu sanatların önem algısını yükseltmek adına eleştirilerim oluyor.
Yıllardır Süreyya Operası sahip oldukları tüm imkânlarıyla İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ne kapılarını açt,ı hâtta operanın evi oldu. Son dönemde de Zorlu PSM size kapılarını açtı ve temsil vermeye başladınız, bunun İDOB'a bir kazanımı oldu mu?
Kadıköy Belediyesi ve Süreyya Operası'na ne kadar teşekkür etsek azdır. Bize kapılarını açtılar İDOB'a ev oldular. Bu süreç zarfında yıllardır her konuda bize ellerinden gelen tüm desteği gösterdiler ve göstermeye devam ediyorlar. Bunca yıldır Kadıköy Belediyesi bizden Süreyya Operası'na dair ne kira aldı, ne elektrik parası, ne de personel giderlerini talep etti. Her şeyi Kadıköy Belediyesi karşıladı.
Zorlu PSM husunda öncelikle şu belirtmek isterim ki , Sürreyya Operası gibi bize kapılarını açması gibi bir şey söz konusu değil. İki kurum arasında yapılan anlaşma çerçevesinde, çok ciddi bir kira bedeli ödeyerek salonlarında sahne alıyoruz. Eğer bir kazanımdan bahsetmek gerekirse en büyük katkısı AKM'den ayrıldığımızdan beri sahneleyemediğimiz geniş kadrolu, büyük sahne gerektiren prodüksiyonları oynama imkanı bulmuş olduk. Beraberinde yüksek seyirci kapasitesine sahip olmaları, Sürreyya Operası'na hiç gelmeyen Avrupa yakasında yaşayan sanatseverlere ulaşabilmek gibi kazanımlardan da bahsedebiliriz.
Umuyoruz ki eski ihtişamıyla, yeni akm sizlere ve seyircilerine en kısa zamanda kapılarını açacak. Peki yeni AKM için İstanbul Devlet Opera ve Balesi hazır mı ? Ve olmasını arzu ettiğiniz son teknolojiler AKM bünyesinde bulunacak mı ?
Şu an size net olarak şunu söyleyebilirim ki İDOB olarak hazır değiliz. Öncelikle, ki en önemlisi, personel açısından hazır değiliz. Sanatçı kapasitemiz orkestramızda, koromuzda, solist ve teknik ekip açısından şu anda AKM'den çıktığımız tarihin çok gerisinde. Emeklilik ve vefatlar sebebiyle daha da küçüldük.
Başta piyanolarımız olmak üzere malzemelerimiz de artık çok yıpranmış ve eskimiş durumda. AKM'nin açılması öngörülen tarihten en az 1-2 sene öncesinde gerek personel, gerekse ihtiyaç duyulan demirbaş ve malzemelerin belirlenip alımlarının planlanıp tedarikinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bunların zamanında yapılmasıyla AKM açıldığında evimize silahlanmış ve yenilenmiş bir İDOB olarak geri geleceğimize ve hârika işlere imza atacağımıza inanıyorum.
Şu an en büyük eksiğimiz olan sahne teknolojileri konusunda AKM 'nin yeni sahnesinde her şeyin en iyisi olacak. Çünkü bu işleri yürüten firmaları tanıyorum. Bütün dünyanın en yeni ve en iyi opera evlerinin sahnelerini yapan en iyi firmalar AKM'de çalışıyor. Ayrıca şu an sahip olduğumuz demirhane, kundurahane, şapkahane gibi sahne üstü ve sahne arkası gibi opera ve balenin can damarı olan atölyeler yeni AKM'de hem daha büyük, hem de tüm donanımlarıyla mevcut olacak. Bu sebeple gerçekten şanslıyız. Evimiz olan AKM 'ye döndüğümüzde dünyadaki en iyi opera evlerinden birine sahip olacağız.
Son olarak bir sanatsever, sanatçı ya da İDOB Müdür ve Sanat Yönetmeni olarak ne söylemek istersiniz, söz sizin ...
Değerli halkımızın opera ve baleyi anlayabilmeleri ve zevk alabilmeleri için daha çok okumaları, edebiyat ve diğer klasik sanatlarla ile daha çok ilgilenmeleri gerektiğinin önemini vurgulamak isterim. Örneklemek gerekirse opera denen sanatın sahnede "bağırıp çağırmaktan " ibaret olmadığını, şayet birey tüm sanatlardan zevk alan birikim ve deneyime sahip bir hazırlıkla operaya geldiği taktirde zevk almaması gibi bir şey mümkün olmayacağıdır. Halkımızın çoğunluğunun opera ve baleyi böyle derinlemesine algılayacağı estetik düzeye en yakın gelecekte ulaşmasının temenni etmekteyim.
Opera ve bale toplumların yaşama, hayata ve dünyaya bakışlarını çok farklı kılan sanat disiplinleri. Sizin gibi yazarlara görsel ve yazılı medyada insanların sanatın tüm dallarına dikkatini çekecek daha çok yazılar yazma ve haberler yapma görevi düşmekte. Çünkü sizin gibi yazarların yükleneceği bu özgörevle ne kadar çok insan sanatın içine çekilir, ne kadar çok müze, sergi, sanatsal etkinlikle buluşmaları sağlanır ise, bir ileriki adım olarak operaya baleye o kadar çok insanın gelmeye başlayacağına inanıyor ve insanların daha çok sanatla bulaşmalarını arzu ediyorum. Bu sebeple seyirci ile sanat kurumları arasındaki ilişkiyi kuracak siz yazarlara daha çok iş düşüyor. Bu güzel röportaj için size kurumum ve kendim adına çok teşekkür ederim.
OSMAN ENFİYECİZADE
10 Aralık 2019, İstanbul