“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”
3
KAFKASYA’DA MÜSLÜMAN ARİSTOKRASİ
19. yüzyılın sonunda Rusya İmparatorluğu uçsuz bucaksız topraklara yayılıyor. Avrupa’nın kuzeyinde Atlas Okyanusu’ndan Asya’nın en doğu ucunda Büyük Okyanus’a uzanıyor, güneyde Kırım ile Kafkasya’yı içine alıyor. Bu topraklarda yaşayanların yalnızca %44’ü Rus…
Rus Çarlığı, yerel halkları kendine bağlı tutmak için yerel soylularla ilişkilerinin iyi olmasına özen gösteriyor. 1773’te Osmanlı İmparatorluğu ile imzaladığı Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra, Çariçe Büyük Katerina bu konuda yeni bir uygulama başlatıyor. İmparatorluk sınırları içinde yaşayan Sünnî Müslümanların ruhanî lideri olarak Halife’yi tanımayı kabul ediyor etmesine ama bir yandan da Müslüman soyluları kendine bağlamak için onları Rus aristokrasisine katma çabalarına girişiyor: onlara Rus aristokrasisine özgü ünvanlar vermeye başlıyor. O dönemde, askerlik zaten Müslüman soylularının ayrılmaz bir parçasıdır. Rus ordusuna uzun süre yararlı hizmetlerde bulunan Müslüman soylular, Rusya İmparatorluğu’nun verdiği aile armasına da sahip olmaya başlıyorlar. İleriki bölümlerde sözü edilecek bazı kişiler, bu arada İbrahim Bey’in eşinin ailesi Arablinskiler, bu sınıfa giriyor. Daha sonra, Çarlık, soyluluk verme uygulamasını genişletiyor: yalnızca yerel soylular değil, başarılı yerel tüccarlarla işadamları da çeşitli derecelerde (gelecek kuşaklara aktaramayacakları ya da aktarabilecekleri) soyluluk ünvanları alıyorlar.Kafkasya’nın yerel Müslüman soylularına gelince, onlar Han, Bey gibi ünvanlarla anılırlar. Bu kullanımda “Bey” bütün erkekler için kullanılan bir hitap şekli değil, bir ünvandır: Batı’daki Lord, vb. gibi... Yaşı küçük bile olsa, bir bey oğlundan “Bey” diye söz edilir. Ruslar bu ünvanı “Bek” olarak söylerler.
Rusya İmparatorluğu’nda subaylık aristokrasiye özgü bir meslektir. 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında Müslüman soyluların çocuklarını subay olarak kendine bağlamayı seçen Rus Çarlığı, onların başka alanlarda yüksek öğrenim görmelerini ise dolaylı yollardan engellemeye çalışıyor. Soylu olmayanlarınsa -II. Aleksandr’ın toplumsal ayrımcılığı ortadan kaldırmasına dek- zaten hiçbir biçimde yüksek öğrenim görme şansları yok. Amanat: Emanet verilen Müslüman ÇocuklarÇarlığın Müslüman halkları kendine bağlı tutma uygulamalarından biri de Osmanlı’nın devşirme yöntemini andırıyor, ama ondan epeyi farklı… Yerel halkın ileri gelenlerini denetim altında tutmak için çocuklarını “amanat” (emanet), bir bakıma ‘rehine’ alıyor: Anlaşma bozulursa çocuklara zarar verilir tehdidine dayanan bir sistem; ya da çocuklar aracılığıyla beyleri kendine bağlamayı amaçlayan bir sistem… Savaşılan kabilelerin beylerinin kaçırılan oğullarından başka yerel soyluların erkek çocukları da ailelerinin onayıyla “amanat” alınabiliyor. Bu çocukların adlarını da, dinlerini de değiştirmeden kendi soylularını gönderdikleri okullarda yetiştiriyorlar, sonra da Rus devlet sistemine katıyorlar.Dağıstan’da Ruslara karşı en uzun süreyle savaşan Şeyh Şamil’in oğlu da “amanat” alınmış: Bir baskın sırasında Şamil, eşi ve iki küçük oğluyla atına atlayıp kaçınca Ruslar 10 yaşındaki büyük oğlunu emanet almışlar. Aradan yıllar geçmiş. Subay olarak yetişen delikanlıyı, kazanma şansının olmadığını anlatmak üzere babasına göndermişler. Artık 20 yaşını geçmiş olan oğlunu Rus subayı kılığında gören Şamil, onu da öteki Rus tutsaklarını tuttuğu zindana atmış. Gencin bu zindanda veremden öldüğü söylenir.
Lermontov, en uzun şiiri “İsmail Bey”de “amanat” alınmış bir Kafkasyalının dramını anlatır. Kahramanımız İbrahim Bey’in dedesi ile eşi Nisa Hanım’ın dedesinin de “amanat” alındığını göreceğiz.Kuzey Kafkasya’da Türk OlmakKafkasya’dan Anadolu’ya göçmüş ailelerden gelenler, birbirleriyle karşılaşınca hep şu soruyu sorarlar: “Sizinkiler kimlerden? Avar mı? Çerkes mi? Abhaz mı?” vb… “Türk!” yanıtı biraz yadırganır. Öyle ya, Kafkasyalı Müslümanların çoğu Türk değildir- tüm Kafkasyalıların ortak değeri Şeyh Şamil’in Türk olmayışı gibi… Peki, yaşamı boyunca hep aykırı “Müslüman” ve “sosyalist” kimlikleriyle birlikte “Kafkasyalı Türk” kimliğini de gururla taşıyan İbrahim Bey’in Türklüğü nereye dayanıyordu? Haydaroğullarına adını veren kişi kimdi? Nerden gelmişti? Horasan’dan Kafkasya’ya Bir kilometreyi aşan büyük Kafkas sıradağları, Karadeniz ile Hazar Denizi arasında doğu-batı ekseninde uzanarak kuzeyle güney arasında geçit vermez.
Dağların zorlu ve gizli geçitlerini ancak orada yaşayanlar bilir. Kafkasya’da kuzeyle güney arasında asıl ulaşım ise dağların iki denize yaklaştıkları yerlerdeki geçitlerle sağlanır. Bu iki geçitten biri, kuzey doğuda, Büyük Kafkas Dağlarının Hazar’la buluştuğu Dağıstan’da yer alır. Bu nedenle, tarih boyunca Hazarlardan Romalılara, Araplardan Moğollara ve Selçuklulara, İranlılardan Osmanlılara ve Ruslara kadar pek çok güç bu geçidi ele geçirmek için savaşmış. 18. ve 19. yüzyıllara gelindiğinde ise, artık Kafkasya’nın doğusundaki geçit noktası olan Dağıstan yalnızca iki güç arasında el değiştiriyor. Bu iki güç, İran Şahlığı ile Rus Çarlığı…Yabancı güçler Dağıstan’da Dağıstan için birbiriyle savaşırken yerli halkın tepkisi ne mi oluyor? Yerli beylikler ile hanlıklar kendi aralarında uzun süreli birlik kuramadıklarından yabancı akınlarına karşı direnemiyorlar; ya dağlara sığınıyorlar ya da işgalci büyük güçlerle anlaşıyorlar. Asıl direniş, Rus egemenliği kurulmaya başlamasından sonra ortaya çıkıyor. Direnenlerse beylerle hanlar değil; daha önce sözünü ettiğimiz gibi, dinî önderlerin peşinden giden halk oluyor.
XVIII. yüzyılda Kafkasya’nın artık yalnızca İran’la Rusya arasında kavga nedeni olduğu dönemde, 1736’de Horasanlı** bir Avşar Türkü olan Nadir Şah, İran tahtına geçiyor. Nadir Şah, Kafkasya’yı almak üzere Dağıstan’a 10,000 kişilik bir ordu gönderiyor. Kahramanımız İbrahim Bey’in oğlunun aktardığına göre, bu ordunun başında yine Horasanlı bir komutan olan Haydar Bey varmış.*** Haydar Bey, Hazar kıyısındaki Derbent kalesini alıp kuzeye doğru devam etmiş; ancak Ruslara yenilince geri çekilirken Derbent kalesine kapanmış; İran’a dönmemiş; bir grup askeriyle burada yerleşerek Mikri Mahallesi’ni kurmuş..JPG)
Derbent'te Horasanlı Haydar Bey'in kurduğu 1. Magal (Mahalle)
(Müzik: Madem bu bölümde yolumuz Haydar Bey’in ayak izini sürerken İran’dan geçti, öyleyse İran’dan esinlenmiş bir müzik dinleyebiliriz. Kısa orkestra yapıtlarıyla ünlü İngiliz besteci Albert William Ketelbey’nin (1875-1959) Türkçe’de Bir Şark Pazarından olarak tanınan In a Persian Market adlı yapıtını dinlemeye ne dersiniz? (Nõmme Muusikakooli Sümfooniaorkester, şef: Riivo Jõgi )https://www.youtube.com/watch?v=ySmWEudpy2w
DEVAMI YARIN
(Gelecek bölümde: Derbent’e gidişim kolay olmadı)*Hazar Denizi kıyısındaki Dağıstan’dan batıya doğru Çeçenya, İnguşya, Osetya, Çerkes ülkeleri (Kabardey-Balkarya, Karadağ-Çerkesya) ile Karadeniz kıyısındaki Abhazya… Daha kuzeyde yine doğudan batıya, Hazar Denizi’nden Karadeniz’e doğru Astrahan, Kalmıkya, Stavropol Kray, Rostov, Adigey, Krasnodar Kray…
** Horasan’ın büyük bir bölümü bugün İran sınırları içinde,ülkenin Kuzeydoğusunda yer alıyor.
***Aileden geçen bu bilgi şu kitapta da doğrulanıyor: Şerafettin Erel, Dağıstan ve Dağıstanlılar, (İstanbul: İstanbul Matbaası,1961), s.105
“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”