7
MÜZİK, DANS, AT, SATRANÇ
Kafkasya’da müzik ve dansla iç içe yaşanır. Tüm evlerde piyano ile armonikadan ya biri ya da ikisi birden bulunur. Azerbaycanda “garmon” denilen armonika, akordeon benzeri bir çalgıdır. Özellikle kız çocuklarının bu çalgıları öğrenmeleri beklenir. Kız erkek tüm çocuklar, yürüyüp koşmaya başladıktan kısa süre sonra Lezginka denilen halk danslarına başlarlar.İsa Bey’in evinde kütüphane, bilardo masası, satranç masası bulunur. Çocuklarının kitaplara ne zaman el sürmelerine izin verildiğini bilmiyoruz, ama daha okula başlamadan satranç masasına oturduklarını biliyoruz. At binmeğe de küçük yaşta başlıyorlar.“BENİM OĞLUMU DÖVMEYECEKSİN!”Günü gelince, İsa Bey büyük oğlu İbrahim’in elinden tutup onu mahalle mektebine götürmüş. Hoca’ya teslim ederken “Benim oğlumu dövmeyeceksin!” diye uyarmış.O zamanlar, Kafkasya’daki mahalle mekteplerinde de Anadolu’dakiler gibi falaka var mı bilinmez, ama dayak varmış ki İsa Bey böyle bir uyarı yapma gereğini duymuş. Yani “Eti senin, kemiği benim” görüşünde değilmiş oğlunu hocaya teslim ederken.O tarihte Kafkasya’da mahalle mekteplerinin paralı olduğunu; bu okullarda ilk birkaç yılın alfabe ve Kuran öğretimiyle geçtiğini; daha sonra Arapça, Farsça, hatta bazılarında tarih, coğrafya ve fen bilgisi okutulduğunu öğreniyoruz.Mahalle mektebini bitiren küçük İbrahim Bey, istenirse dedesinin de ilk öğrencilerinden olduğu Derbent’teki Rus okulunda eğitimini sürdürebilirmiş. Ama, bir erkek çocuğun evinden uzakta, yatılı okulda okuması kişiliğinin gelişmesi açısından daha uygun bulunduğu için onu Dağıstan’ın o zamanki başkenti olan Temirhanşura’daki Rus okuluna göndermeye karar vermişler.“ANNE, BU GECE SENİNLE YATABİLİR MİYİM?”İbrahim Bey, on yaşındaymış. Ailesinden ayrılıp yaşadığı şehirden uzakta hiç bilmediği bir ortama gidecekmiş. Yola çıkmadan önce, evde geçirdiği son gece annesinin yanına gelmiş:“Anne, bu gece seninle yatabilir miyim?”“Bu ne biçim söz? Yarın gece de mi benimle yatacaksın! Git kendi yatağına! Sen yarın öbür gün Rus subayı olacaksın!”İbrahim Bey, belki de o gün aklına koymuştur Rus subayı olmamayı…**
Ertesi sabah babası onu alıp daha önce hiç gitmediği, denizi olmayan bir şehirde, anlamadığı bir dilin konuşulduğu bir okula götürmüş. Dedesi, babası, amcaları Rusça bilirlermiş ama evlerinde yalnızca Türkçe konuşuluyormuş. Babası onu bırakıp ayrılırken yüreklendirici sözler söylemiş olsa bile küçük İbrahim, kendini pek yalnız hissetmiş olmalı... Neyse ki, sınıfında kendi gibi Rusça bilmeyip Türkçe konuşan bir çocuk daha varmış. Hemen arkadaş olmuşlar, birbirlerinden hiç ayrılmamışlar.**Rusça bilmeden Rus okuluna gelen öğrencilere bir yıl hazırlık süresi veriliyormuş.Ders yılı sonunda sınavlar gelip çatmış. İki Türk çocuk,Rusça’dan sınav olurken ne yazacaklarını bilememişler. Öğretmene sorup durmuşlar: “Ne yazacağız?”,“Ne yazacağız?” diye… Öğretmen bir şey söylememiş; sonunda bakmış ki ikisinin de kağıdı bomboş, ikisine de sıfır vermiş. O yıl hazırlık öğrencisi bu iki Türk çocuk sınıfta kalmış.**
“RUSÇA’DA ‘KURT’A NE DENİR?”
İbrahim Bey’in bu Rus okuluyla ilgili oğluna anlattığı anılardan biri de yine Rusça öğrenmeyle ilgili… Hazırlık sınıfında bir yıl daha okuduktan sonra bu kez sınıfını geçmiş olarak yaz tatiline gelince, babası onu sınava çekmiş:“Söyle bakalım, Rusça’da ‘kurt’a ne denir?”Küçük İbrahim Bey duraksamış:“Kurtu öğretmediler, baba.”Türk kültürünün önemli bir simgesi olan kurt, temel Rusça bilgisi verilirken öğretilen sözcüklerden biri değilmiş, anlaşılan. Bu anı, çocuğunu iyi yetişmesi için Rus okuluna gönderen İsa Bey’de Türklük bilincinin olduğunu gösteriyor, aynı zamanda.MUHALİF RUS SANATÇILARIYLA TANIŞMARus okulunun ileri sınıflarında Rusça’dan başka Latince, Fransızca ve Almanca da okutuluyor.İbrahim Bey, edebiyat, tarih, matematik ve fen derslerini severek öğreniyor.Liseyi bitirirken artık siyasal görüşü olan bir gençtir. Siyasal görüşlerini hem muhalif ve milliyetçi görüşler taşıyan amcası Kasım Bey’in, hem de lisede okuduğu Rus edebiyatçılarının etkilediğini varsayabiliriz.Valentin Serov’un 1899 tarihli Puşkin Parkta tablosuRus sanatı 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın başlarında yönetime muhalif, özgürlüklerden yanaydı. Rus edebiyatının ilk büyük şair ve yazarlarından Puşkin hem soylu bir aileden geliyordu, hem de özgürlükçüydü: 1820’de Özgürlük Şarkısı adlı şiiri yüzünden 21 yaşında Rusya’nın güneyindeki Kırım’a ve Kafkasya’ya sürülmüştü. Lermontov, Puşkin’in ölümü üzerine yazdığı şiir nedeniyle aynı akıbete uğramıştı. Lev Tolstoy, Çar III. Aleksandr’ın otokrasisine karşı hak ve özgürlük bayrağını taşımış, 1892’de Çar’a yazdığı açık mektup basılamasa da elle çoğaltılarak bütün Rusya’yı dolaşmıştı. Ukrayna asıllı Gogol baskıcı, hantal devleti ve bürokrasiyi hicvetmişti. Dostoyevski, Petersburg’da kapatıldığı zindanda işkence görmüştü. Aynı tarihlerde Rusya’da ressamlar da acı ve yoksulluk içindeki insanları gösteriyorlardı. “Yaşadığım toplumun büyük sorunları varken nakışlı resimler yapmayı ev hanımlarına bırakıyorum” diyen, resimde Rus Gerçekçiliği’nin en önemli isimlerinden İlya Repin (1844-1930)’in ünlü Volga Kıyısında Mavna Çekenler tablosuROL MODELİ: DEVRİMCİ AMCA KASIM BEY İbrahim Bey liseyi bitirince eğitimini nerede sürdüreceği gündeme gelmiş. O güne değin, küçük amcası Kasım Bey dışında, ailenin bütün erkekleri yüksek öğrenimlerini Petersburg’daki subay okulunda görmüşler. Kasım Bey ise hukuk okumuş Petersburg’da. Üstelik, bugün Rusya Devlet Arşivi’ndeki belgelerden öğrendiğimize göre***, Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra da Petersburg Tıbbî Cerrahiye Üniversitesi’ne “serbest öğrenci” olarak devam etmiş. O sırada (Kasım 1878’de) direniş içinde olan Harkov Üniversitesi öğrencileriyle dayanışma amacıyla düzenlenen gösterilerde ön sıralarda yer aldığı için tutuklanmış. Jandarma kayıtlarına “nizamsızlıklarda daha çok suçlu olanlar” arasında geçmiş. İçişleri Bakanlığı ile yapılan “razılaşma” sonucu Kafkasya’ya sürgün edilmesi kararlaştırılmış. Kasım Bey’in hapsedilmek yerine memleketine “sürgün” edilmesi pazarlığında Rus ordusunun değerli bir subayı olan Nimetullah Bey Haydarov’un yeğeni ya da Çarlığa bağlı bir seçkin aileden olmasının etkili olduğu varsayılabilir.
Derbent Belediye Başkanı Kasım Bey Baron Joseph de Baye'nin kitabı
Amcası Kasım Bey, İbrahim Bey’e kendisi için de subaylık dışında bir meslek seçeneği olabileceğini gösteren kişi olmakla kalmamış yalnızca. Her ikisinin de yaşamına bakınca, yeğenini hem siyasal görüşleriyle, hem de yaşamıyla etkilediği anlaşılıyor.Babası İsa Bey gibi, amcası Kasım Bey de Derbent Belediye Başkanlığı yapmış. Hem de bu göreve üst üste üç dönem seçilmiş. FRANSIZ BARON'UN ÖNEMLİ GÖZLEMİ1900 yılında, Fransız arkeolog Baron Joseph de Baye, Fransız Halk Eğitimi Bakanlığı’nın görevlendirmesi üzerine, önce Rusya’da devlet yetkilileriyle görüşüyor; ardından gezisinin “asıl amacı”olarak belirttiği “Azerbaycan Türklerinin yaşadığı bölgeyi incelemek” için Kafkasya’ya geliyor. “Türkler: Derbent’ten Gence’ye” kitabında Kasım Bey’le ilgili şu satırları yazıyor: “Sözün çağdaş anlamıyla medenî, Avrupaî giyimli, iyi şarapçı, mükemmel yönetici olan Derbent’in Türk belediye başkanı Kasım Bey Haydarov, beni çok güzel karşıladı. Onunla sohbet, onun ırkından gelen adamlarda ne büyük niteliklerle karşılaşabileceğimi bana kanıtladı.”****Baron bu satırların ardından, belediye başkanıyla birlikte Derbent’in dar ve gizemli sokaklarında yürüdüklerini, pazardan geçerlerken kulaklarına gelen şarkının sözlerini Kasım Bey’in ona çevirdiğini anlatıyor. Hâlâ söylenip söylenmediğini bilemediğim bu şarkının sözleri şöyle: “Sevgilim, seni görmeye geleceğim. Kaşına, gözüne sürme çek; güzel gözlerinin haline hekim gibi bakmaya geleceğim. Yüz yıl karanlık zindana atılacak olsam bile seni görmeye geleceğim.” Baron’un kitabı, 2015 yılında Bakü’de üç dilli olarak yeniden basıldı: Fransızca, Azerbaycan Türkçesi ve Rusça!...Kasım Bey’in adının 1909’da Derbent Bağcılık, Üzümcülük, Şarapçılık ve Bostancılık Okulu’nun koruyucusu olarak da geçtiği görülüyor.Üzüm, derbent ve çevresinin vazgeçilmez meyvesi..
Baron’un belirttiği gibi, Kasım Bey’in Derbent Kalesi’nin güney surlarının ötesinde geniş bağları varmış ve şarap üretirmiş. Bu bağlar, Sovyet döneminde halka açık bahçe olarak kullanılmış.2011 yılında Derbent’e gittiğimde, şehrin sur kapılarından birinin önünde karşılaştığım Zübeyir adında yaşlı bir Derbentli önüme düşerek beni Kasım Bey’in bağlarına götürdü. Yol boyunca, Sovyetler Birliği’nin dağılmasına yol açan Perestroika’nın mimarı, son SSCB devlet başkanı Garbaçov’a söylendi durdu. Derbent’te artık ekmek bulamayan çocukları gurbete - Rusya Federasyonu içindeki Rusya Cumhuriyeti’ne- çalışmaya gitmişlerdi. Kasım Bey’in bağlarına vardığımızda, gözalabildiğine uzanan alanın parsellenip imara açıldığını öğrendik birlikte; bir bölümünde villalar yapılmaya başlanmıştı bile. Daha sonra Birinci Magal (Mahalle) de denilen -Horasanlı Haydar Bey’le adamlarının kurduğu- Mikrî Magal’a yürüdük. Zübeyir Bey bana -İbrahim Bey’in babası- İsa bey Haydarov’un yaptırdığı söylenen Mikrî Bulagı’nı (çeşmesini) göstermek istedi. Gittik baktık ki onun da yerinde yeller esiyor.Petersburg’dan Derbent’e sürgün olarak dönerken yanında bir Rus kızıyla gelen Kasım Bey’in çok sevdiği eşinden çocuğu yokmuş. Liseyi bitiren yeğeninin geleceğine ilgi göstermiş olsa gerek. Çocukları, İbrahim Bey’in babasından çok Kasım amcasından söz ettiğini anımsıyorlar. Ondan söz ederkenki konuşmasından amcasını çok sevdiğini anlarlarmış.Bu bölümün sonunda Azerbaycanlı besteci Kara Karayev’in(1918-1982) Yedi Güzeller balesinden Vals’i dinleyebiliriz: Ankara Opera Orkestrası çalıyor:
DEVAMI YARIN
(Devamı gelecek: 20. Yüzyıl başında Petersburg’da Üniversite Öğrencisi Olmak)
**1908 gibi daha ileri bir tarihe ilişkin bilgiler bile Kafkasya’daki Müslümanlar arasındaki okullaşmanın düşüklüğünü gösteriyor: 10 milyon nüfuslu Kafkasya’da Ruslar 3,5 milyonla en kalabalık kesimi oluştururken eğitim çağındaki okuyan nüfusun yarıdan fazlası Rus’tu. İkinci kalabalık kesim olan Azerbaycanlı ve Dağlı Müslümanların nüfusu 3 milyona yaklaşmakla birlikte öğrencilerin yalnızca %10’undan biraz fazlası onların çocuklarıydı. 1,5 milyon toplam nüfusu olan Gürcülerin öğrencileri toplam öğrencilerin %11’inden fazlaydı. Toplam nüfusu bütün bu gruplardan az -1,350 bin- olan Ermenilerde ise okullaşma Müslüman ve Gürcülerin önündeydi: Ermeni öğrencilerin sayısı toplam öğrenciler içinde % 16’yı geçiyordu.
***Bu yazı dizisi boyunca, eğer farklı bir notla belirtilmemişse, değinilen belgelerin tümü tarihçi Adalet Tahirzade’nin coşkulu, sabırlı çalışmaları sonucunda elde edilmiştir.
**** Kitabın asıl başlığı “Tatarlar: Derbent’ten Yelizabetpol’a” idi. Ruslar ve Batılılar, İran ve Türkiye topraklarındakilerden ayırmak için, uzun süre Kafkasyalı Türklere Tatar dediler. Yelizabetpol (Elizabet’in şehri) ise Gence’ye Rusların verdiği ad...
“Bu eserin tüm yayın hakları Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”