“Bu eserin tüm hakları yayın Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”
47
YATAKLI TRENDE TÜRKÇE ELEŞTİRİSİ
1930'ların yataklı kompartımanı
İbrahim Bey bazan eşiyle birlikte, bazan da tek başına, Ankara’dan İstanbul’a çocuklarını görmeye gidermiş. Bu yolculuklar yemekli vagonda başlarmış. Yemek sırasında konuşurken hükümetin politikalarını eleştiren bir çift söz ağzından çıkınca çevresi hemen dolarmış. İbrahim Bey’in en çok eleştirdiği konu, dilde özleşme konusuymuş. Aslında, Rusça, Arapça, Latince, Fransızca ve Almanca bilen İbrahim Bey, ağdalı Osmanlıca’yı bilmezmiş. Okuduğu Türkçe romanlardan bu dili öğrenen Nisa Hanım ona Osmanlıca sözcükleri öğretmeye çalışırmış. Nerede “Estağfurullah!” deneceğini hanımından öğrenen İbrahim Bey’in tertemiz halk Türkçesi konuştuğu ortaya çıkıyor. Örneğin, çocukları aralarında kavga ettiklerinde, olayların dışındaymış gibi bir kıyıda duran çocuğuna bakarak “Yılana ağu veren kertenkelaş olmasın?” dermiş. Ya da kızının birisine öfkelenip beddua etmesi üzerine “Bedduâ etme!” yerine “Kargış etme!” dermiş. Memleketindeyken Türkçe konusuna kafa yorduğunu, bu konuda yazılarının da olduğunu, Türkçe’nin eğitim dili olmasına çalıştığını bugün biliyoruz. Türk halklarının ortak bir dil konuşmalarını istediği için Türkiye Türkçesinin arındırılmak amacıyla yepyeni bir dile dönüşerek öteki Türk dillerinden uzaklaşacağını düşünüyormuş. Yemekli vagonda sakınmadan konuşunca sivil polis oldukları kuşku götürmeyen adamlar onu deşmeye başlarlarmış. Çocukları, bütün bu eleştirilerine karşın başına bir iş gelmeyişini kim olduğu anlaşılınca üzerine gidilmediği yolunda yorumluyorlardı.1 İSTANBUL’UN BEYAZ GÖÇMENLERİİbrahim Bey’le ailesi İstanbul’a gidince kardeşi Ömer Bey’lerde kalırlar. Ömer Bey, İstanbul Belediyesi Sular İdaresi’nde mühendis olarak çalışır. Ailenin çevresi, Karaköse’de olduğu gibi, İstanbul’da da Kafkasyalılarla doludur. Eşi Bike Hanım güzel yemekler yapar, davetler verir, evleri hemşerilerle dolar taşar. Onlar arasında bu tefrikada adı geçen Kuzey Kafkasya’nın devlet başkanlarından Pşimaho Kotsev’in de olduğunu, Kotsev ailesinin Beyoğlu’ndaki Narmanlı Han’da yaşadığını biliyoruz. Şehirdeki çok sayıda Beyaz Rus içinde, ailenin kadınları aracılığıyla adı bizim kuşaklara ulaşmış Madam Anna’yı da kayıtlara geçirmek gerekir. Yaşlıca bir Rus hanım olan Madam Anna, Beyoğlu’nda Büyükparmakkapı Sokak’ta, Ömer Bey’lerin evinin çaprazında oturuyormuş. Oturduğu katın bir bölümünü terzihane olarak kullanıyor, odalarından birini Knyas (Prens) diye söz ettiği bir Rus’a kiralıyormuş. Çat pat Türkçe konuşan Madam kendi dikiş dikmez, yalnızca prova yaparmış. Prova sırasında yardımcısından toplu iğne isterken: “Toplû!” dediği gülerek anlatılırdı. Haydaroğlu hanımları ile genç kızları da, o dönem İstanbul’un en iyi terzihanelerinden birinin sahibi olan Madam Anna’da elbise ve tuvalet diktirirlermiş.Arka sırada soldan sağa: Şermin Haydaroğlu, Nisa Haydaroğlu, Gülnar Tagiyeva (Zeynel Abidin Tagiyev’in torunu), Bike Haydaroğlu, Azerbaycanlı mühendis Ethem Bey; Önde soldan sağa: Türkân Haydaroğlu, Ethem Bey’in eşi Meziyet Hanım, Fatma Haydaroğlu.
MAŞURİNA MÜSLÜMAN OLUYOR!Tefrikamızın önceki bölümlerinden anımsanabileceği gibi, İbrahim Bey, çocuklarının dadısı Maşurina’yı Petersburg’da üniversite öğrencisiyken tanımış. Kaldığı pansiyonda temizlik vb hizmetlerde çalışıyormuş. Pansiyon, Maşurina’nın kızkardeşi ile eniştesininmiş. Asıl işi mürebbiyelik olan Maşurina, soylu bir ailenin çocuklarına bakarken evin erkeklerinden biriyle ilişkisi olunca işten çıkarılmış. Bu ilişkiden bir oğlu olmuş. Ablasıyla eniştesinin yanında biraz da sığıntı gibi çalışırken oğlunu büyütüyormuş. İbrahim Bey onun hizmetinden, “usûl erkân” bilmesinden hoşnut kalmış ki Petersburg’a milletvekili olarak geldiğinde onu ev hizmetine almış. Görev süresi dolup Bakü’ye döndükten sonra Nisa Hanımla evlenince Maşurina’yı hanımına yardımcı olması için Petersburg’dan getirtmiş. Oğlunu yitirmiş olan Maşurina Bakü’ye gelmiş, ancak yardım etmeye geldiği yeni gelini çok üzmüş; onu sürekli İbrahim Bey’in önceki hanımıyla karşılaştırarak eleştirmiş. Ancak, sonraki yıllarda ailenin yazgısını paylaştığı görülüyor: ülkesini bırakıp onlarla birlikte gitmiş, çocuklara kendi çocuğu gibi bakmış. Küçük yaşta ölen oğlundan kalan kahverengi kurşun kalemi ise hep yanında taşımış.Oğulları Minnetullah’ın söylediğine göre, Maşurina İbrahim Bey’e hep “Barin”(İngilizce’deki “Master” sözcüğünün karşılığı ‘ağa’, beyefendi), annesine hep ‘ağa hanım, hanımefendi’ anlamında “Barnya” dermiş, hep saygılı davranırmış. Annesinin ise gencecik bir gelinken ona duyduğu hıncın hiç eksilmediğini anlatmıştı. Özel bir günde yakasına güzel bir broş takmışmış. Nisa Hanım, bunu görünce öfkeyle: “Çabuk çıkar onu! Bir daha da gözüm görmesin!” demiş. Meğer o broş, bir zamanlar İbrahim Bey’in Petersburg’daki eşinin Maşurina’ya verdiği, Maşurina’nın da sonradan yeni gelin Nisa Hanım’a övünerek gösterdiği broşmuş!Nisa Hanım, yanında büyük kızı Leyla ve Maşurina
Maşurina “tek kelime Türkçe” konuşmamış ama, ev halkının gülerek anlattığına göre, yine de ahçı ile hizmetçiyi birbirine düşürmeyi becerirmiş! Evde her zaman bir ahçı olsa da, yaşlanıp elden ayaktan düşünceye dek ziyafet yemeklerini hep o hazırlamış. Pişirdiği mayonezli balık yalnız lezzetiyle değil, görünüşüyle de konukları hayran bırakırmış. Çikolatalı, vanilyalı dondurma bulunmayan Anadolu’da dondurma yapmak onun işiymiş: dondurma makinesinde dondurma yaparmış.Ailenin ortanca kızı, Erzincan depreminin ardından annesi babası ve ablasıyla İstanbul’a gelen dadısının kendisine: “Burada Rus kiliseleri varmış; onlara sığınsam bana bakarlar” dediğini üzülerek anımsıyor.1941 başında yarıyıl tatilini aileleriyle birlikte Ankara’da geçiren iki kız kardeş, tatil sonunda İstanbul’a okula dönmek üzere evden çıkıyorlar. Fatma, merdivenleri inmeye başlamışken birden geri dönüp kapıda kendisini uğurlayan yaşlı dadısına bir kez daha sarılıyor. O son kucaklaşmaları olacaktır.O kış dadıları çok hastalanır. Nisa Hanım’ın ona iyi baktığı anlatılır. Eve gelen doktor onu Nisa Hanım’ın kayınvalidesi sanmıştır.Maşurina Ankara’daki evde yatağında son nefesini verince papaz aranıyor. Ortodoks papaz bulunamıyor; ulaşabildikleri Katolik papaz ise ölen kişi Katolik olmadığı için gelmeyi kabul etmiyor. Bunun üzerine, Karpiç Lokantası’nın sahibi Karpiç’in karısını çağırıyorlar. Duasını o okuyor. Ancak Ortodoks mezarlığı bulunmadığı için Müslüman mezarlığına götürülüyor. Dimitri kızı Marya, Timur kızı Meryem olarak kayda geçiriliyor. Tam gömülürken bir hoca beliriyor. Başka bir ölüyü gömmekten gelen sarıksız imam, Minnetullah’a yaklaşıyor: “Beyim, bunun cenaze namazı kılınmadı mı?”Oğlu “Bu Hıristiyan” derken İbrahim Bey atılıyor: “Siz kıldırın.”Birkaç kişi abdest alıp namazını kılıyorlar.“Koyu Ortodoks Maşurina, öldükten sonra Müslüman oldu” diye anlatılan bu olay, İslam dininin kucaklayıcılığına örnek olarak gösterilirdi.*
Bu bölümün müziği, Maşurina’nın anısına, Balalaika Ensemble Wolga’dan… “Kırmızı Sarafan” (sarafan: geleneksel bir Rus kadın giysisi): https://youtu.be/lurw8k_-URw(1) Bu bağlamda, İbrahim Bey’in bağımsızlık için savaşan Mustafa Kemal’in güçlerine Azerbaycan’dan yapılan parasal yardımlarda imzası olduğu biçiminde açıklamalar yapılıyordu. Bu konuyla ilgili belgelere bakamadım, ancak gerçeklik payı olmadan aile içinde böyle bir konunun konuşulmayacağını biliyorum. Ne yazık ki, İbrahim Bey’in Dağıstan’dan ayrıldıktan sonra Azerbaycan Cumhuriyeti döneminde yaptıklarıyla ilgili çok az belge var.
DEVAMI YARIN
(Yarın: Dünya Savaşı Türkiye'yi Çevreliyor)
“Bu eserin tüm hakları yayın Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”