Fazıl Say
Nota kağıdı her an elimin altında...
Dünyaca ünlü piyanist-bestecimizle piyanosu, besteleri, konserleri hakkında merak edilenleri sorduk, o da bizi içtenlikle yanıtladı.
Sevgili Fazıl, resitallerinde ve kayıtlarında çalacağın eserler için nasıl bir ön hazırlık yapıyorsun? Bu hazırlıkların o esere yaklaşımını, yorumunu ve çalımını nasıl etkiliyor?
Bir eseri çok iyi anlarsanız onu iyi çalarsınız. O eserin dünyasına girmek lazım. Her besteci her eserinde çok farklı şeyler anlatır. Şarkısı, dansı olan; anlatan, güldüren, hüzünlendiren bir yorum için sadece enstrümanı iyi çalmak yeterli değildir; çok kapsamlı bir düşünsel dünyaya girmemiz gerekiyor.
Türkiye dahil dünyanın pek çok köşesinde her yıl 120-130 konser veriyorsun. Çoğu insan ayda bir kez bile seyahate çıkmaya üşenirken sen hiç yüksünmeyip her ayın yarısını turnelerde geçiriyorsun. Hala Türkiye Cumhuriyeti’nin verdiği normal pasaportla mı uçuyorsun? Vize sıkıntısını nasıl aşıyorsun?
Evet normal pasaportum var. 5 yıllık Schengen vizem var, çalışma izni de olan. Japonya dahil, genellikle bir günde alırız vizeyi. Tek sorun İngiltere, çünkü bu ülke sadece tek konser için vize veriyor. Her konser için ayrı vize talebinde bulunmak zorunda bırakıldığımız için İngiltere’de konser vermeyi son yıllarda çok azalttım. O bir günlük konser için de 1-2 hafta süren vize prosedürü uyguluyorlar... Zor...
Her an o kadar meşgulsün ki konser vermek için gittiğin şehrin sokaklarını, müzelerini gezdiğini, lokantalarında yemek yediğini düşünemiyorum bile. Zihnimde hep, otel odasına kapanıp besteleri üzerinde çalışan bir Fazıl Say imajı var. Yanılıyor muyum? Yurtiçi ve yurtdışı konser turneleri sırasında zamanını nasıl geçiriyorsun?
Hayır tam aksine, gittiğim yerlerin yemeğini yemek, o ülkenin içkisini içmek, ilk kez gittiğim bir şehir ise 1 saat bile olsa sokaklarında mutlaka bir yürüyüş yapmak, mimarisine en azından göz ucuyla bakmak, kafelerinde oturmak her zaman yaptığım bir şeydir. Orkestra konserlerine gittiğim şehirlerde 2-3 gün prova ve 2-3 konser sebebiyle 5-6 gün kalıyorum, dolayısıyla o şehirleri çok daha iyi tanıyorum; ama resital için gittiğim şehirlerde sadece 24 saat kalıyorum.
En son ne zaman, konser vermek amacı taşımadığın bir şehre turist olarak geziye çıktın?
Tatil bana göre bir iş değil. Ben çalışmadığım günlerde huzursuz hissederim kendimi. Yani, konser vermek amacıyla gitmediğim yerlere de üzerinde çalışmam gereken eserlerimle giderim. Geçenlerde Google Travel’da yaptığım, zamanla oluşan listeye göre, bugüne kadar 60 ülkenin 600’den fazla şehrine gitmişim; 50’den fazla şehre de 10 kereden fazla gitmişim çalmaya. Dünyanın her yerini gördüm. Güzel bir hayat...
Uçak yolculuklarında nota kağıtları üzerinde çalıştığını biliyorum. Bu alışkanlığın devam ediyor mu? Diğer yolcuların meraklı bakışlarını üzerinde hissediyor musun yoksa tamamen işine motive olabiliyor musun?
Elbette, bu alışkanlığım sürüyor. Bir eser yazıyorumdur o sırada, partisyonunu da temize çekmem gerekiyordur ki bunu uçakta kimseden rahatsız olmadan yapabilirim. Ya da, konserlerimde çalacağım, yeni öğrendiğim bir eseri (sonat ya da konçerto) analiz etmem gerekiyorsa, onu da rahatlıkla yapabilirim. Renkli kalemlerle çalışırım daima. 250 ayrı renkten oluşan kalem kutularım var. Her melodi ayrı bir renktir.
Fazıl Say’ın seyahat çantasında -herkese gerekli olan eşyalar dışında- genellikle neler eksik olmaz? Kitap? iPad? iPod? Nota kağıdı?
Nota kağıdı her an her elimin altındadır, aklıma bir şey gelirse not edeyim diye. Onun dışında cep boyunda nota defterlerim var; onlardan hem çantamda, hem ceket ya da palto cebimde olur. İyi bir şey gelince aklıma kaçırmamak için, yatarken yanımda da durur. Çünkü iyi şeyler aniden gelir, haber vermezler geleceklerini. Kitap arada sırada olur, iPhone’um elbette hep yanımda.
Sosyal medyayı çok aktif kullanıyorsun. Sosyal medyada varlık göstermek senin için ne anlam ifade ediyor? Posta kutuna günde kaç kişisel mesaj düştüğünü sorabilir miyim? Her birini tek tek okuyabiliyor musun? Yoksa bu işle asistanın mı ilgileniyor?
Bence Facebook ve Twitter üzerinden konserlerimizi, çıkan CD’lerimizi, yaptığımız projeleri halka tanıtmak ve anlatmak iyi bir olanak. Bu durum, seyirci potansiyelimizin büyümesi ve onların bizlerden her an bilgi alabilmeleri bakımından çok önemli. Gelen mesajları asistanım okur. Bizden çok şey istenir hep, biz de bu istekleri değerlendiririz, olanaklarımız ölçüsünde yardımcı oluruz.
Konserlerinde şarkı söylemeni, salondakilerle göz göze gelmeni, mırıldanmanı ve ayağını hızla yere vurmanı artık tüm dinleyicilerin kanıksadı. Son zamanlarda sahnede daha fazla yaptığını gördüğüm iki hareketin daha var ki o da çaldığın sırada kollarınla bir şeyler anlatmaya çalışman ve oditoryuma dönüp bariz biçimde dinleyicilerinle göz teması kurmaya çalışman. Bunları neden yaptığının ötesinde merak ettiğim şey şu: Bu hareketlerle konsantrasyonun bozulmuyor mu? Veya bu hareketleri yaptığının farkında oluyor musun?
Hayır, konsantrasyonum bozulmuyor. Biz çalarken yoğun bir düşünsel dünyanın içine giriyoruz. Frankfurt’ta çaldığım Beethoven 3. Konçerto kaydı dinledim dün youtube’da; rahatsız edecek bir şey göremedim o görüntülerde. Orada gördüğüm Fazıl Say yoğun bir konsantrasyon içinde, stresle olan savaşını yenme ve Konçertonun dünyasına tamamen dalma derdindeydi. O an içinde bulunduğu dünya, salon, piyano, seyirciler o dünyaya ait değildir; normal bir durum değil elbette bu. Ama, normal mi olmak lazım bu işi yaparken?
Kumru ile aranızda çok güzel bir baba-kız ilişkisi var. Eğer yeteneği varsa, onun da ileride senin gibi bir müzisyen olmasını ister miydin? Birlikte en çok neler yapmaktan hoşlanıyorsunuz?
Kumru Atlı Spor’a devam ediyor. At, onun büyük bir tutkusu. Kendi kategorisinde Türkiye şampiyonu oldu birkaç kez. Bir şeye tutkuyla sarılması bence çok iyi. Tutkuyla ve sevgiyle bir şeye sarılmak en güzel duygudur. Müzisyen olmak isterse Fazıl Say’ın kızı olduğu için büyük zorluklar çekeceği bir hayatı olur. Benden iyi olsaydı bile yine sıkıntılar çeker. İyi ki bambaşka alanlara ilgi duyuyor diyoruz annesi ve babası olarak. Kumru ile gurur duyuyoruz, güçlü bir kız.
Sıkı Fenerbahçelisin. Çocukluğundan beri futbol oynadığını biliyorum. Şans oyunları oynamayı da seviyorsun. Ne zaman alıştın bu oyunu oynamaya? Ciddi bir kazancın oldu mu bugüne dek? Sakatlanma riski olmasa dostlarınla şimdi de halı saha maçları yapmak ister miydin?
Halı saha maçı severim. Sakatlanma riski olsa da oynamayı isterdim. Futbolu çok severim çünkü. Bahis (İddaa) oynarım düzensiz aralıklarla. Hatta bir seferinde gayet büyük denebilecek bir para da kazandım 12 maçın 12’sini de doğru tutturup.
Özellikle klasik dönem eserlerine getirdiğin özgür yorumla Orta Avrupa’nın yüzyıllar içinde kalıplaşmış yorum algılayışına taze nefes üflediğini düşünüyorum. Konuştuğum Batılılar senin yorum anlayışındaki bu özgürlüğe ve özgüvene hayranlıklarını dile getiriyorlar. Sen bu düşünceme katılır mısın? Konvansiyonel yorumların bu kadar dışına çıkabildiğin halde tutucu Orta Avrupalıların en sevdiği klasik müzik yorumcularından biri nasıl olabildin?
Şarkısı ve dansı olmayan bir nota ölü notadır. Ben şarkı ve dansı düşünürüm, bir eseri nasıl anlatacağımı düşünürüm, 20’li yaşlarımda çok zorluk çektim çünkü çok düşmanım vardı. O kadar kötü şeyler yazılmıştır ki benim için. Sonra alıştılar. Batıda ise eleştiri kültürü bambaşka; bir kültür-sanat adamına her şeyden önce tam bir saygıyla yaklaşıyorlar yazılarda. Salona gelen seyirciye gelince; benden öncelikle “ben” olmamı bekliyor herkes.
Sana yapılmış bir olumsuz eleştiriye dayanma eşiğinin yüksekliğini merak ediyorum. Dışarıya karşı, olumsuz eleştiriye duygusal reaksiyon gösterme olasılığı yüksek bir yorumcu intibaı veriyorsun. Eleştiriyle aran nasıldır? Kimlerin sana yönelttiği eleştirileri daha çok dinlersin? Sözüne, yargısına güvendiğin seçilmiş dostların var mıdır çevrende?
Biri bana bir haksızlık yapmışsa kızarız tabii; şimdi de kızarız, 30 yıl önce de kızardık, 30 yıl sonra da kızarız. Elbette yargısına güvendiğim pek çok insan var; bana genç yetenekleri gösteren, iyi CD’leri işaret eden, çok güvendiğim insanlar var çevremde.
Bestelerinde programlı müzik anlayışını benimsiyorsun. Eserlerin daima bir olgu, kişi, şehir vs. anlatıyor. Soyut eser yazmaktansa bu tip anlatımcı, bir programa sahip eserler bestelemek seni daha mı çok tatmin ediyor? Yoksa sen de mi çağımızın soyut atonal müziğinin kitlelerden kopuk olduğunun farkında olarak bu tarz bir besteleme anlayışına yöneldin? Amacın eserlerinle daha çok insana ulaşmak mı?
Beste yaparken tek amacım, en iyi yapabileceğim şeyi en iyi şekilde yapmak. Bak, bu dediğin var ya, aslında benim alın yazımdan başka bir şey değil. 5 yaşında bir çocukken Mithat Fenmen hocam benimle yapacağı dersi böyle başlatırdı, yani bir doğaçlama ile. “Şimdi anlat bakalım piyano ile, bugün neler gördün? Okulda, sokakta kimlerle oynadın? Trafikte ne yaptın? Kim neler dedi sana? Sevindin mi, güldün mü, neler yaptın anlat bakalım” derdi sürekli. Bir insan böyle başlayınca, büyüyünce de bunun devamını getirir. İstanbul’u veya Ortadoğu’yu (Mezopotamya) bir senfoni ile anlatmak; boşanmak duygusunu bir oda müziği eseri ile anlatmak; Nazım’ı, Hayyam’ı, Altıok’u müzikle portrelemek; Madımak ya da Gezi Parkı olaylarını müzikle anlatmak benim doğamdadır. Bu arada eklemek isterim, “film müziği bestecisi” yanlış bir tanım değildir; bence bütün besteciler film müziği yazarlar, kafalarının içindeki filmin müziğini yazar hepsi de...
Öğrenciliğin sırasında veya kariyerinin ilk yıllarında günün birinde eserleri bu kadar yoğun talep gören bir besteciye dönüşeceğini tahmin ediyor muydun?
Bu noktaya varacağımı 20 yıl önce hayal bile edemezdim.
Senin gibi Alman piyano ekolünde yetişmiş bir piyanistten günün birinde bu kadar içselleştirilmiş Chopin yorumları dinleyeceğim aklıma gelmezdi. Chopin ile ne zamandan itibaren bu kadar yoğun bir duygu alışverişi içine girdin? Chopin’i özümsediğini düşünüyor musun yoksa senin tabirinle “Polonyalı’da” keşfedeceğin daha çok şey olduğunu söyleyebilir misin?
Söylediğin şey bence yanlış çünkü hocam Mithat Fenmen Cortot’nun öğrencisidir yani Paris ekolüdür. Bir diğer hocam Kamuran Gündemir yine Paris ekolüdür. Yurtdışındaki hocam David Levine ise Musevi ekolüdür. Ben Almanya’da okudum evet, ama müzikte mühim olan hangi ülkede eğitim gördüğün değil, girdiğin usta-çırak ilişkisidir, ustanın kim olduğu ve piyanodaki tınının ait olduğu ekoldür. Şimdi diyeceksin ki “Peki madem en Chopin’ci adamların öğrencisiydin, neden 25 yıl Chopin çalmadın?” Evet, korktuğumdandır. Şimdi sakinim ve çalabildiğimden de eminim.
Chopin çalan bir Fazıl Say neden günün birinde Rahmaninov da çalmasın? Hatta geçmişte bir ara sosyal medyada esprisi de yapılmıştı bunun hatırlarsan: “Fazıl Say Rahmaninov çalsın... ” şeklinde. Bu büyük besteciyle aran nasıldır? Eserlerini çalmayı düşünür müsün?
Elbette düşünürüm. Brahms ve Schubert’e de daha fazla emek vereceğim. Ayrıca Mozart’ın tüm eserlerini kaydedeceğim.
“Ne bugün ne de yarın çalmayı kesinlikle düşünmem” dediğin besteciler var mıdır?
Böyle bir yargıya hiçbir zaman sahip olmadım.
Yurtdışı turnelerinde vazgeçemediğin besteciler ve eserlerinden oluşan birkaç paketin var. İnsanlar senden yeni eserler beklediğinde tepkin ne oluyor? Konser repertuvarını nasıl ve hangi düşüncelere göre yeniliyorsun? İçinden geldiği gibi mi, yeni tanıştığın eserlere göre mi, yoksa artık hazırım dediğin eserlere göre mi yeni resital programları belirliyorsun?
Klasik müzikte konserler 2-3 yıl önceden planlandığı için durum dediğin gibi. Mesela ben 2014 yılı boyunca, 2011-12 yıllarında repertuvarıma soktuğum eserleri çalıyor olacağım. Ama 2013 yılındaki “Chopin Gecesi” veya “Mozart’ın Tüm Sonatları” gibi projelerin tüm dünyaya dağılımı 2016-17 sezonunu bulur. Konserlerimi düzenli olarak takip edenler her gün ayrı konser programı beklememeliler benden. Böyle bir şey mümkün değildir. Ama farklı türlerdeki eserlerden oluşan çok sayıda program sunuyoruz her yıl. Bir yandan Chopin bir yandan Mozart, bir yandan “İlk Şarkılar” projesi, bir yandan yeni gelecek olan Edgar Allan Poe, Sait Faik, Yunus Balığı Sırtındaki Çocuk adlı eserlerim. Öte yandan senfonilerimin çalındığı konserler...
Janacek’in piyano sonatı sanırım en severek çaldığın eserlerin başında geliyor. Eserin dayandığı öykü mü seni esere bu kadar yaklaştıran etken yoksa bunun yanı sıra Janacek’in piyano yazısı da mı hoşuna gidiyor?
Eserin öyküsü çok güzel. Bir de sonatın yapısı çok değişik ve beni kendiliğinden içine alan, tam anlamıyla “benlik” bir eser.
Sviatoslav Richter’in “Rahmaninov 3’ü benden daha iyi çalanlar var” deyip çalmaması gibi senin de çalmak isteyip de sırf bu nedenden dolayı yanına yaklaşmadığın eserler var mı?
Çok var. Mesela Chopin’i 25 yıl çalmamamın asıl nedenlerinden biri de piyanist Arturo Benedetti Michelangeli’dir. “Bu adamın çaldığından daha iyi çalınamaz” diye düşünüyordum. Sonra 43 yaşıma geldiğimde karar verdim, “ben benden bir şey bulduğum için bu müziği çalmak istiyorum” deyip başladım çalmaya.
Son dönemde tuşenin çok daha kadife bir tınıya kavuştuğu rahatlıkla gözlemleniyor. Piyanodan çok daha yumuşak, ipeksi sesler çıkartıyorsun. Eğer katılıyorsan, sen nasıl yorumluyorsun bu gelişmeyi?
Bir sanatçı gelişir elbette çalışkansa. Hayallerini gerçekleştiriyorsa gelişir bir de. Hangi salonda hangi akustikte hangi piyanoyla dinlediğinle de ilgilidir bu konu. Berbat bir piyano ve berbat bir akustikte dinlediğin Fazıl ile senin beni son dinlediğin yerlerden biri olan Lucern’deki KKL Salonu’ndaki (ki bence dünyanın en iyi 2-3 akustiğinden birine sahiptir o salon) Fazıl elbette birbirinden farklı olacaktır. Bu konu “Fazıl’ın gününden olup olmaması” ile alakalı bir konu değil.
Türk bestecilerin eserlerinden sadece Erkin’i çalıyorsun, o da sadece piyanolu beşlisini. Diğer bestecilere, özellikle Saygun’un piyano yapıtlarına sıra gelecek mi?
Bir insan her şeyi yapamaz ki, dur yavaş!.. Planlarımdan biri de 5 Türk bestecinin CD kayıtlarını yapıp dünyaya tanıtmak. Bu besteciler Erkin, Saygun, Rey, Baran ve Ada olacak. 5 yıl içinde bu CD’leri yapacağım, hatta ilki bitti bile.
Pek çok piyanisti orkestra şefi olarak sahnede izliyoruz. Senin de hiç aklından geçiyor mu eserlerini podyumda yönetmek veya piyanoda çalarken aynı zamanda şef olmak?
Vücut dilim sanırım bu isteği mümkün kılmaz. Ben piyano insanıyım. Bir de çabuk parlayan bir adamımdır. Çalışırken yolunda gitmeyen şeyler olduğunda kızıp küfrettiğim çok anlar olur ki böyle bir durum orkestra ortamında olmaz.
Diyelim Kültür Bakanı oldun, Bakanlığın bütçesini de hatırı sayılır miktarda artırdılar. Elindeki yetki ve bütçeyle ilk icraatların neler olurdu?
Bakan olmak falan umurumda değil. Benim tek koltuğum var, o da piyanonun taburesi. Ama bir dostumuz bakan olur da fikrimi sorarsa elbette konuşuruz.
Klasik müziğe ülkemizde yeni dinleyiciler kazandırıyorsun. Seninle birlikte bu müziğe ısınan, çok farklı kesimlerden gelen büyük bir kitle var. Sen nasıl görüyorsun takipçilerini?
Klasik müziği takip edenlerin sayısı artıyor, bu iyiye işaret bence.Sen de klasik müzik dünyasındaki yıldız isimlerin arasına katılarak kendine ait bir festival oluşturdun. Seviyor musun festivalini?
Antalya çok iyi bir iş oldu bence. Tam bir halk festivaline dönüştü.
Sesini şimdiye dek yeterince duyuramadığına inandığın ülkelerin hangisi olduğunu merak ediyorum. ABD? İngiltere? İskandinav ülkeleri? İspanya? Rusya?
İspanya’da durum çok iyi, orada her yıl 6-7 konser veriyorum, daha ne olsun... Orkestraları da eserlerimi çalıyor. ABD’de 90’lı yıllar benim yıllarımdı. Bir müzisyenin ABD’deki en büyük hayali New York Filarmoni ile bir kez olsun çalmaktır. Ben 14 kere çaldım bu orkestrayla, bir de Gershwin CD’si yaptım onlarla. Sonra da ABD’ye doydum ve memleketime döndüm. İskandinav ülkelerinde iyi değiliz, başlatamadık orayı bir türlü. İngiltere’de de iyi değiliz, daha önce bahsettiğim vize sorunu yüzünden. İngiltere meselesinde beni üzen asıl nokta, Murat Bardakçı gibi insanların “Fazıl Say’ın hiçbir kariyeri yok, dünya kariyeri filan yalan, bakın İngiltere’de esamesi bile okunmuyor” demesi olmuştur. Çünkü gerçek bu değil. Konu sadece İngiltere’ye çeşitli sebeplerden ötürü başlayamamak da değil, bin türlü ok yağmuru altındayız her an.
Münih Operası’nda sahnelenecek bir opera üzerinde çalışıyordun. O eser hangi aşamada?
Operayı 2017 yılında bitirebilmeyi umuyorum.
Kadir Dursun gibi bir fenomeni keşfedip müzik dünyamıza armağan ettin. Hepimizin takdir edip sevdiği bir kişi. Yıllar boyu menajerin olarak çalıştıktan sonra yakınlarda bu görevi Ceylan Hanım’a devretti ama Antalya Piyano Festivali’nin organizatörü olmayı sürdürüyor.
Kadir benim canımdır.
Nazım Hikmet’e Nazım denildiği gibi senin de pek çokları tarafından Fazıl diye çağrılman hoşuna gidiyor mu?
Elbette hoşuma gidiyor. Bana Fazıl denilmelidir. Gruplar, orkestralar bestelerimi çaldıklarında da Schott’un bastığı notaların üzerinde SAY yazıyor ki o da iyi. Bir tek CD’lerimde Fazıl Say yazılır ama orada da Fazıl’ın ı’sını i olarak yazmamaya çok özen gösterir Avrupalılar. Yani bu sayede onlara Türkçedeki ı harfini öğretmiş olduk.
Fazıl Say çaldığı piyanoların niteliklerini birkaç sözcükle nasıl tanımlar? Steinway, Bösendorfer, Fazioli, Yamaha?
Bu konuya hiç girmeyelim. Hepsini çaldım, şimdi arkadan konuşmak gibi olmasın. Sen bu piyano markalarını telaffuz edince birden ürktüm. Eski sevgililerimin adından bile korkmam halbuki.
Eserlerinde hayalinde canlandırdığın sesi ortaya çıkarmak için çoğumuzun duymadığı çok ilginç müzik aletleri bulup kullanıyorsun. Nasıl karar verdin bu çalgıları kullanmaya? Bulmak zor oluyor mu?
En çok Universe senfonisi için 35 farklı enstrüman buldum, bunların bazılarını da yaptırttım. Hezarfen ney konçertosunda “Hezarfen’in uçarken arkasına martılar takılır” fikri yüzünden kuş sesi düdüklerini dünyada en iyi yapan adamı bulduk güney Fransa’da. Baktım iyi yapıyor, Mezopotamya senfonisinin ve Su konçertosunun gece sahneleri için ona kumru kuşu düdüğü de yaptırdım. UFO, waterphone, logdrum, hapidrum gibi son 15 yılda icat edilmiş, günümüzde çok ender kullanılan ve bugüne kadar farklı müziklerde kullanılmış enstrümanların hepsini topladım. Theremin zaten biliniyordu ama senfonilerim sayesinde Carolina Eyck ve theremin ikinci baharını yaşıyor. Daxophone isimli enstrümanı ise youtube’da keşfettim. 30 gün kadar internette araştırma yaptım. Şu anda evimde Haken Continuum adında bir enstrüman duruyor. Bu, 8 oktavlık bir piyano ama içinde 6 milyon çeşit sesi barındırıyor; çalış tekniği de çok ilginç. Universe senfonisi için almıştım ama aleti öğrenmeye vaktim olmadığı için yetişmedi.
(ANDANTE / Mart 2014 / Serhan Bali)