TÜSAK; AKP’nin İnşa Ettiği “Yeni Türkiye” Siyasetinin Bir Parçasıdır. *
Hüseyin Akbulut
Kültür Bakanlığı (E) Müsteşar Yard.
“Türkiye Sanat Kurumu Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Taslağı (TÜSAK)” hakkında çok şey yazıldı, çok şey söylendi. Benim de tasarıyla ilgili görsel ve yazılı basında10’u aşkın değerlendirmem ve bir kitabım yayınlandı. Sanat çevresinin ve entelektüel birikimin de konuyla olabildiğince bilgilendiğini düşünmekteyim. Bu nedenle konunun diğer önemli yanını, asıl büyük fotoğrafı ortaya koymak gerekiyor.
Demek istediğim, sorun, tek başına bir TÜSAK meselesi, bir sanat kurumları meselesi değildir. TÜSAK; inşa edilmek istenen “Yeni Türkiye” için sürdürülen çağdışı kültür siyasetinin bir parçasıdır. Mesele uygarlık meselesidir. Biz nasıl bir insan yaratacağız, nasıl bir toplum inşa edeceğiz, nasıl bir ülke olacağız meselesidir. Bu nedenle, TÜSAK ve benzeri düzenlemelerle ve icraatla, bize çağdışı bir dünya hazırlayan siyasetin asıl büyük fotoğrafını irdelemek daha önemli.
1.Getirilen düzenlemeyi özetleyelim:
Tiyatroda, opera ve balede, güzel sanatlara bağlı orkestra, çoksesli koro ile geleneksel koro ve topluluklarda görev yapan binlerce oyuncu, müzikçi, çalgıcı, şarkıcı, dansçı, ressam, heykeltıraş vb. sanatçının emeklilik ikramiyelerine, önce yüzde 60’a varan artışlar sağlanarak emekliliğe zorlanmaktadır. Uygun bulunanlar Yüksek Öğretim Kurumları’na aktarılarak daha baştan sanat kurumlarının içleri boşaltılmaktadır. Kalanlar ise Kültür ve Turizm Müdürlükleri’ne aktarılarak dönemleri bitince kadroları iptal edilmektedir. Böylece sanat kurumlarının yeniden yaşam bulmasının da önüne geçilmektedir.
Kültür ve Turizm Müdürlükleri’nde görevlendirilen bu artakalan sanatçılar ise isterlerse “izin almak kaydıyla(!)” sanat icra edebilecek, grup ve topluluk kurabilecek, proje üreterek “Türkiye Sanat Kurumu”na destek için başvurabilecektir.
Önce dünya ölçeğindeki dev sanat kurumları ortadan kaldırılacak, sonra da dostlar alışverişte görsün babından kalan artıklara isterlerse topluluk kurulup sanat yapılacak. Pes demek gerekiyor. Yaşayanlar bilirler, kurumlar yok edilerek sanat alanı yürütülemez. Projeler bazında, sürekliliği olmayan toplama gruplar oluşturularak opera, bale, tiyatro, orkestra, koro sanatı icra edilemez.
Düzenlemeye göre kurumlar ve sanatçılar ortadan kaldırılınca da, sanat alanı Bakanlar Kurulu’nun, yani siyaset kurumunun atayacağı dokunulmaz 11 üyeli bir siyasi kurul olan “Türkiye Sanat Kurumu” eliyle yürütülecek. (kuşkusuz atamaları başbakan yapacaktır) Kurul; uygun bulduğu projelere maliyetin yarısı tutarında destek vererek alan yürütülecek.
Sanat; evrensel yapısıyla diller, dinler üstüdür, birleştiricidir, tüm toplumu ve insanlığı kucaklar. Siyasi partiler ise ideolojik ve sınıfsaldır. Siyasi partilerin insafına bırakılan sanat toplumun tümüne yansıyamaz, birleştirici değil, ayrıştırıcı, bölücü olur. Böyle bir kurul ise Türkiye’nin Sanat Kurulu değil, ancak o gün işbaşındaki partinin sanat kurulu olur.
Kuşkusuz, sanat kurumlarının kuruluş yasalarında eskiyen, günümüz koşullarına uymayan hükümler düzeltilmeli, ödeneksiz kurumların gereksinmelerini karşılayacak düzenlemeler yapılmalıdır. Ancak bu eksikliklerin hiçbiri, ülkenin dünya ölçeğindeki dev sanat kurumlarını yok etmek için gerekçe yapılamaz.
Açıkça görülmektedir ki 2014’ün Türkiye’sinde, ülkenin köklü sanat kurumlarını yok etmek, sanatsız bir Türkiye yaratmak ve ortaya konan bütçe rantını ilişki kültürü içinde paylaşmak için böylesi bir yasa hazırlanmış, bunun için “Türkiye Sanat Kurumu” adıyla siyasi bir kurum kurulmak istenmektedir.
Yasalaşırsa, bu düzenleme; konservatuvarların, müzik ve sahne sanatları fakültelerinin, güzel sanatlar fakülteleri ile eğitim fakültelerinin sanat eğitimi veren bölümlerinin varlık nedenlerini de ortadan kaldıracaktır.
Bu yasa taslağıyla, halkın nitelikli sanatla yaşama ve yükselme hakkı da yok edilmektedir. Daha da önemlisi, bu düzenlemeyle, AKP Türkiye’yi evrensel boyutta geçerliliği bulunan, sanatla uluslararası kulvarda yarışma alanından çekmekte, ona; sanatı kurumlaştıramamış üçüncü sınıf bir ülke, bir Ortaçağ toplumu olmanın yolunu göstermektedir.
“Türkiye Sanat Kurumu” tasarısı; sanat alanı bağlamında Cumhuriyet tarihimiz süresince gündeme getirilebilen en ağır bir düzenlemedir. Gündeme getirilebilmesi bile cesaret isteyen tasfiye tasarısı, bir darbe tasarısıdır. Tiyatroyu, orkestrayı, operayı, baleyi, koroları ortadan kaldıran tasarı yasalaşırsa, Cumhuriyetin Sanat Devrimi’ni ortadan kaldırmak, cumhuriyet öncesine, hatta Osmanlı’dan da öncesine dönmek anlamındadır.
Olay bana, yakın zamanda Afganistan’da yaşanan çağdışı olayları anımsattı. Dünya kültür mirası antik anıtları bombalarla, toplarla yıkan Taliban, iktidardan indirilince ülkedeki radyolarda ilk kez müzik yayını başlamış, tiyatro gurupları oluşmuştu. Bilindiği gibi, Taliban ülkede müzik yayınını bile yasaklamıştı.
2.Daha büyük fotoğrafı görelim:
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonra, bu alanda kurumsal anlamda attığı ilk köklü adım, bağımsız Kültür Bakanlığını kapatıp, alanı turizm ile birleştirmek olmuştur. İcraat, 18 Mart 2003 tarihinde TBMM’ne sunulan yasa ile gerçekleştirilmiştir. Bu kararla, Kültür Bakanlığı yarım bakanlığa düşürülmüş, kültür işleri de “bir bakanlığın iki işinden biri” durumuna indirgenmiştir.
Bağımsız Kültür Bakanlığının kapatılması tam anlamıyla bir darbedir. Dünyanın en zengin kültürüne sahibiz. Bu denli zengin ve katmanlı bir kültürün üzerinde yükselen Türkiye’de, bu Bakanlığın kapatılmasını düşünebilmek kabul edilir bir anlayış değildir.
Kültür alanını turizm ile birleştirmek ise diğer büyük yanlıştır. Yürütmede bağdaşmaz iki alandır. Çünkü birisi sanat, diğeri ticarettir. Birisi duygu ve düşünce dünyamızdır, diğeri maddedir paradır. Birisinde korumaktır, diğerinde ise korunması zorunlu yere bile tesis yapmaktır. Birisinde onun için para harcamaktır, diğerinde ise ondan para kazanmaktır.
TBMM den geçirilen yasaya eklenen bir geçici madde ile, Kültür ve Turizm Bakanlıklarında görev yapan ve uzmanlık kazanmış bilgili, deneyimli (Müsteşardan, Galeri Müdür Yardımcısına kadar) yaklaşık 600 üst düzey yönetici ve uzman personelin işine, son verilmiştir. Bu alanda tam anlamıyla bir toptan tasfiye gerçekleştirilmiştir.
Halk Kültürü, bir boyutuyla kültürümüzün temelidir. Ulusal kültürün yaratılmasında ve onun evrensel boyut kazanmasında, halk kültürünün araştırılması, korunması ve geliştirilmesi çok önemlidir. Yeni yasayla, “Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü”, bir Daire Başkanlığına indirgenmiş, birimin yayınlarına son verilmiştir.
“Kültür Merkezleri Dairesi”, kültür ve sanatın her ile ve ilçeye dolayısıyla toplumun tüm kesimlerine ulaştırılmasında önemli görevler yürütmekteydi. Kültür sanat etkinliklerinin; icra edilebilmesi, ancak buna uygun mekânların varlığı ile olanaklıdır. Artık bu alanda yeni proje ve yatırım yoktur. Bu anlayışın sonucu olarak, Anadolu’daki “Kültür Merkezi Müdürlükleri” de kaldırılmıştır.
Bakanlığın, yayımlar alanında, daha önce ticari kaygılar nedeniyle serbest piyasada basımı yapılmayan kültür sanat yayını yapmayı önemli bir görev olarak üstlenmişti. Bu alandaki yayın sayısı yılda 200 sayısını aşmıştı. Turizm ile birleştirilen yeni bakanlık, artık bu anlayışın çok uzağındadır.
Yeni bakanlığın kütüphaneler konusundaki anlayışı ise, kütüphaneleri görev alanından çıkartmak olmuştur. 81 “İl Halk Kütüphanesi” ve “Yazma Eser Kütüphaneleri” dışında, 1000 in üzerinde kütüphane, yerel yönetimlere devredilmektedir.
Türk Sineması, önemli bir sanatsal yaratıcılık noktasına gelmektedir. Sinemanın gelişmesi için 2000 yılında alana kaynak yaratan CNC örneği Türkiye Sinema Yasası sonuçlanma aşamasına getirilmişti. AKP iktidarında yasanın çıkartılması için hiçbir çaba sarf edilmemiştir.
Anadolu’da topluma sanat sunan tüm Sanat Galerileri, bakanlık turizm ile birleştirilince kapatılmıştır.
Koruma Kurullarının; bilimsel ölçütler dışında, piyasaya uygun ve piyasada çalışan kişilerden oluşturulması, Doğal Sit Alanları”nın yok edilmesi ve ticarete açılması süreci başlatılmıştır. Oysa sürdürülmesi zorunlu siyaset; tüm kültürel, anıtsal, doğal sit alanlarının korunarak yaşatılması ve tanıtılması siyasetidir. Bu siyaset yetkinlikle sürdürülebilseydi, yaratılacak büyük turizm hareketiyle ekonomik veriye de dönüştürülmüş olacaktı.
Şimdi ise, elde kalan Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ile Güzel Sanatlar Genel Müdürlüleri de ortadan kaldırılmaktadır.
Kısaca; AKP iktidarındaki yeni Bakanlık; bilinçle Cumhuriyetin tüm kültür ve sanatını görev ve sorumluluk alanından çıkartmakta, yok etmektedir.
AKP’nin, kültür sanata indirdiği darbenin diğer bir örneği İstanbul Atatürk Kültür Merkezi AKM’yi yıkma kararı ve bu alanda yaşanan faciadır:
Atatürk Kültür Merkezi; önce yıkılmak istenmiş, karar büyük tepki yaratınca sözde onarılmak için AKP eliyle 1 Haziran 2008 tarihinde kapatılmıştır. Kapatma kararı ile birlikte AKM’ de görev yapan tüm sanat kurumları; sanatçıları ve çalışanları ile birlikte adeta sokağa bırakıldılar. Sanat kurumlarının çoğu, sahne ve akustik koşulları uygun olmayan, izleyici kapasitesi sınırlı mekânlara yöneldiler. Bu nedenle de sanatlarının başyapıtlarını sunamaz, yasalarında tanımlanan görevlerini yapamaz durumda bırakıldılar. Birçokları ise mekân yokluğundan gezici kumpanyalara dönüştürüldüler.
Daha da kötüsü, böylece Türkiye’nin mega kentinin merkezinde sergilenen kültür sanat etkinliklerini izleyen yaklaşık bir milyon insan, AKM den de, sanattan da uzaklaştırıldı.
AKM, aynı zamanda ülkemizin çok önemli sanat kurumlarının Devlet Opera ve Balesi, Devlet Senfoni Orkestrası, Devlet Tiyatrosu, Klasik Türk Müziği Korosu, Modern Folk Topluluğunun v.b. kurumlarımızın çalışmalarını sürdürdüğü yerleşik eviydi.
Kapatılmadan önceki son sezonda, AKM’de bir yılda 185 opera-bale temsili, 59 senfonik konser, 446 tiyatro temsili, 16 klasik koro konseri, 18 folk konseri, 23 sergi, ve Bakanlık tahsisi ile 96 olmak üzere yılda toplam 855 kültür sanat etkinliğinin sunulduğu düşünülürse, çürümeye terk edilen Kültür Merkezi’nin işlevi daha iyi anlaşılır.
AKP iktidarı, daha baştan yıkıma karar vermiş, bu nedenle de göreve geldiği 2002 tarihinden 2008 tarihine kadar kültür merkezine onarım için tek bir çivi bile çakmamış, yapıyı bilerek ölüme bırakmıştır. Oysa bu denli yoğun çalışmalara sahne olan Kültür Merkezinde 2002 yılından önce her yıl, yıpranma nedeniyle, mutlaka yenilenme ve önemli boyutta onarımlar gerçekleştirilirdi.
İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nin kapatılmasıyla yaşanan büyük tahribatın ardından, Türkiye’nin kültür sanat alanı daha da büyük bir yıkıma sahne olmaktadır. Sıra Ankara’daki AKM’ yi yok etmeye geldi!
“Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanunu” ile alan temizlenerek Şehircilik Bakanlığına, TOKİ’ye ve Büyükşehir Belediyesine sunulmaktadır. Ankara’ya nefes aldıran bu alan büyük bir yapılaşmaya sahne olacaktır. Böylece 1980 yılında çıkartılan “Atatürk Kültür Merkezi Kurulması Hakkında 2302 sayılı Kanun” ile alanda inşaat ihalesi aşamasına getirilen Opera, Bale, Tiyatro ve kongre Merkezi gibi anıtsal projelerin ve 32 yıllık çalışma ile beklentinin de sonu da getirilmiş olmaktadır.
Yaşanan bu süreci; Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”na yapılan ucube saldırıyla, okullarda müzik ve resim gibi sanat derslerini neredeyse yok eden eğitim siyasetiyle, yayınlanmamış kitabı toplamaya ve kitabı dinamitten de tehlikeli gören bugünkü iktidar anlayışı 4+4+4 medrese eğitimi örnekleriyle çoğaltabiliriz. Günümüzün siyasal iktidarı; TÜSAK’la tiyatroları, operaları, orkestraları ve koroları kapatabilme düşüncesine kadar vardırmıştır.
Sanat kurumlarını ortadan kaldırmayı öngören anlayışların, devletin bu alana ayırdığı kamu kaynağıyla da ilgisi yoktur. Aslında bu alana ayrılan bütçe bir sefalet bütçesi, bir “kültürsüzleştirme” siyaseti bütçesidir. Kültür Bakanlığı’nın genel bütçeden aldığı pay 1982 yılında binde 8.9 iken 1996 yılında binde 3.6’ya inmiştir. Bu payın 2002 yılında binde 2.8, 2011 yılında turizmle beraber iki bakanlığın bütçesinin binde 4, 2012 yılında binde 5 olduğunu belirtelim.
2011 Yılı için, Avrupa ve Türkiye için vereceğimiz birkaç kıyaslamalı veri, gerçekleri daha da açıklıkla ortaya koyacaktır:
Almanya’nın kültür hizmetlerine ayırdığı bütçe 8,3 Milyar Euro, Fransa’nın 12 Milyar, İtalya’nın 6,7 Milyar, İspanya’nın 5,1 Milyar, İngiltere’nin 8,8 Milyar Euro dur. Bu veriler; Almanya’nın kültür harcamaları için kişi başına 101 Euro, Fransa’nın 197 Euro, İtalya’nın 112 Euro, İspanya’nın 119 Euro, İngiltere’nin 143 Euro kaynak ayırdığını ortaya koyuyor.
Türkiye’de ise, 2012 yılının Kültür ve Turizm adındaki 2 bakanlığın bütçesi 1 510 066 000 TL, yani yaklaşık 500 Milyon Euro dur. Kısaca, devlet kişi başına kültür ve turizm gibi iki alan için yalnızca 7 Euro kaynak ayırıyor. O nedenle sefalet bütçesi diyoruz.
Konumuz müzik ve sahne sanatları olunca, alanla ilgili birkaç sayı daha verelim: Almanya sahne sanatlarına 3 Milyar, Fransa 4,2 Milyar, İtalya 1 Milyar Euro harcama yapıyor. Yalnız Royal Operaya ayrılan bütçe 30 Milyon Euro dur.
Bizde ise 2013 yılı verileriyle 6 opera bale müdürlüğüne verilen bütçe toplamı 70 Milyon Euro (211 885 000 TL), 21 tiyatroya verilen bütçe toplamı 46 Milyon Euro (140 000 000 TL), Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğüne bağlı 6 Orkestra, 13 Koro, 9 Topluluk, 3 Resim Heykel Müzesi ve 50 Galeri için verilen bütçe 45 Milyon Euro (136 269 000 TL) dur.
Devlet sanat kurumlarına ayrılan kamu kaynağının toplamı 161 milyon Eurodur.
Kaynağımız yok da diyemeyiz. Diyanete ayrılan bütçe, bakanlık bütçesinin 3 katıdır.
2014’ün Türkiye siyasetinde ortaya çıkan geçek gün gibi ortadadır. Sanat alanına yapılan saldırılara, yıkımı ve tasfiyeyi öngören düzenlemelere ve hazırlanan yasa tasarılarına bakılırsa, günümüzün siyasi iktidarı hızla sanatsız bir Türkiye yaratmaya çalışmaktadır.
3.Yıkımın boyutunu anlamak için Cumhuriyetin kültür sanat yaklaşımına bakalım:
Türkiye, kültür temeline dayalı bir cumhuriyet olarak kuruldu. Mustafa Kemal Atatürk, alana o denli önem vermektedir ki, 9 Mart 1935’te partinin dördüncü kurultayının açılışında yaptığı konuşmada;
“Geçen kurultaydan bugüne başardığımız işler; Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çehresini kesin çizgileriyle ortaya çıkarmıştır. Yeni harfleri, ulusal tarihi, öz dili, güzel sanatlar, bilim, müzik ve teknik kurumlarıyla, kadını erkeği her hakta eşit modern Türk Sosyetesi bu son yılların eseridir. Türk Ulusu, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırları ile çevreledikten sonradır ki, onun yüksek kapasitesi ve erdemi uluslararasında tanınır” diyordu.
Atatürk bu ifadesiyle gerçekleştirilen “kültür devrimi”ni, önemsemenin de ötesinde Cumhuriyet’in varlık nedeni olarak görüyordu.
Cumhuriyet Türkiye’si bu anlayışla kuruluş tarihi 1923’ten başlayarak kültür sanat alanında hızlı ve yoğun bir kurumlaşmaya sahne oldu. Ülke yeniden inşa edilirken, Ankara, devletin kuruluş siyasetine örnek oluşturmak üzere “Kültür Başkenti” olarak kuruldu. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Musiki Muallim Mektebi, Üniversite, Konservatuvar, Devlet Tiyatroları, Devlet Operası, Devlet Balesi, Senfoni Orkestrası, Köy Enstitüleri, Halkevleri gibi kültür sanat alanındaki bu hızlı ve yoğun kurumlaşma atılımı, cumhuriyetin kültür temeli üzerinde yükseldiğinin en belirgin örnekleridir.
Atılan ilk adım, kuruluştan hemen 6 ay sonra bir saray müzik topluluğu olan Muzıka-i Hümayun’un Ankara’ya taşınarak halka konserler veren bir orkestraya dönüştürülmesidir. Orkestra Başkent Ankara’da ilk konserini 11Mart1924 günü Milli Sinema’da verir. Orkestra, Cumhuriyetin saltanattan devraldığı tek kurumdur.
2. adım, Musiki Muallim Mektebi’nin kuruluşudur. Müzik ve sahne sanatları alanında mesleki gereksinimi karşılamak amacıyla kurulan okul, Cumhuriyetin 1924 yılında kurduğu ilk yüksek okuldur.
Sanat alanındaki kurumlaşma çok önemsenmektedir. 1925 Yılında sanatçı, eğitimci yetiştirilmek üzere, Avrupa’ya, müzik alanında 5, resim dalında 5 olmak üzere 10 öğrenci gönderilir.
Atılan diğer önemli adım, 26 Kasım 1934 tarihinde ilk Türk Operası Öz Soy’un bestelenişi ve seslendirilişidir.
Müzik ve sahne sanatları kurumlarına ulaşmada atılan öteki adım, 25 Haziran 1934 tarihinde çıkartılan “Milli Musikisi ve Temsil Akademisi” kanunudur. Arayış, Musiki Muallim Mektebi ve Temsil Şubesi ile Riyaseti Cumhur Filarmonik Orkestrasından oluşan bir Akademinin kurulması düşüncesidir. Müzik ve sahne sanatları alanındaki yetersizliğin bu yapılanmayla giderileceği düşünülmüştür.
En önemli aşama, Devlet Konservatuarının kuruluşudur. 1935 Yılında davet edilerek Ankara’ya getirilen besteci Paul Hindemith’in verdiği rapor doğrultusunda Ankara Devlet Konservatuarı 24 Nisan 1936 tarihinde kurulur.
Ankara Devlet Konservatuarı, kısa sayılacak zamanda Devlet Tiyatrosu’nun ve Devlet Operası’nın, Devlet Balesi’nin kuruluşunu getirmiştir.
Tarihsel değerlendirmeyi, ilk opera temsili sonunda yaptığı konuşmasıyla devrimci Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel yapıyor:
“Gözden uzak tutulmamasını bilhassa istirham ederim ki, insanlığın en müthiş savaşlarından birini yaptığı böyle bir devirde ve harp yangınının dumanları ve kızıllıklarının göklerimize vurduğu böyle bir zamanda, tiyatro temsilleriyle, opera ile meşgul olmamız, güzel sanat davasına nasıl ciddi bir mana verdiğimizin kuvvetli bir işareti sayılmalıdır. Biz, tiyatro ve opera şeklindeki temsil sanatını, medeniyet meselesi halinde alıyoruz…”
“Bir gün bizim gibi bütün insanlığın idrak edeceğine inandığımız Türk Hümanizmasının yepyeni bir safhası, Devlet Konservatuarı’nın bağrından doğmaktadır. Türk hümanizması, insan eserine istisnasız kıymet veren, ona zamanda ve mekanda hudut tanımayan hür bir anlayış ve duyuştur. Hangi milletten olursa olsun insanlığa yeni bir düşünüş, yeni bir duyuş getiren her esere bizim yüreklerimizin besleyeceği his, ancak saygı ve hayranlıktır…” .
Cumhuriyeti kuranlar; güzel sanatları, operayı, baleyi, tiyatroyu ve bu alanındaki kurumlaşmayı “Medeniyet Meselesi” olarak görüyorlar. Genç Cumhuriyet, müzik ve sahne sanatlarında, Avrupa’nın Rönesans’tan günümüze olan gelişimini, birkaç on yıla sığdırmaya çalışmış, büyük başarı kazanmıştır.
Vurgulanacak önemli nokta; Cumhuriyetin kültür sanatı ve özellikle müzik sanatını toplumsal değişmenin, gelişmenin ve ilerlemenin önemli bir aracı olarak değerlendirdiği gerçeğidir. Büyük Atatürk düşüncesini şu şekilde ifade etmektedir:
“En güç devrim müzik devrimidir. Çünkü müzik devrimi, kişiye, önce kendi iç dünyasını unutturmayı, sonra da onu yeni bir âleme yöneltmeyi gerektirir. Onun için çok zordur. Çok zordur ama mutlaka yapılacaktır.”
Cumhuriyet, çağcıl yeni bir insan ve yeni bir toplum inşa etmek istiyordu. Bu anlayışla, sanat ve özellikle müzik sanatı, duygu ve düşünce dünyamızı değiştiren gücü ve işlevi nedeniyle Cumhuriyetin kuruluşunda “yapı taşı” olarak yer almıştır.
Tüm bu atılımların; savaştan yeni çıkmış yorgun yoksul ülkede, cılız bir devlet bütçesiyle gerçekleştirilmesi, bu anlayışı daha da anlamlı kılıyor. Cumhuriyeti kuranlar, “Yeni Bir Toplum” inşa ederken, kültürü ve onun en etkili alanı olan “sanatı” ve “bilimi” yaşamın merkezine koydular. Bu kültür anlayışında; özellikle vurgulamak istediğim dört ana başlık bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, cumhuriyetin üzerinde yükseldiği kültür, bir öykünme kültür anlayışı değil, kültürümüzün yitirilen, kaybolan ‘öz’ünü arayış ve ‘öz”e dönüş’ anlayışıdır. İkincisi; özden yola çıkarak “çağdaşlaşma, çağın üzerine çıkma” anlayışıdır. Bu kavram uygarlığın gelişimine kayıtsız kalmayı değil, ona katılmayı, ondan feyiz almayı ve onu geliştirerek, çağdaşlaşarak ilerlemeyi tarif etmektedir. Üçüncüsü; kültür/sanat alanında “kurumlaşmaya” olağanüstü önem verme yaklaşımıdır. Dördüncüsü ise kültür/sanat alanındaki kurumlaşmayı; üniversitenin kurulması, demiryollarının inşası, demir çelik sanayinin kurulması, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi vb. anlayışı ile birlikte gerçekleştirmeye çalışan “bütüncül bakış” anlayışıdır.
Kısa zaman içerisinde yoğunlaşarak devam eden kültür sanat hareketi, ilerleyen zaman içerisinde ne yazık ki aynı hızla sürdürülemedi ve sonunda giderek bir karşı harekete dönüştürüldü.
Geldiğimiz noktada Türkiye, bugün 5–6 il merkeziyle sınırlı bir kültür sanat yaşamına mahkûm edilmiştir. İlçelerimizi, köylerimizi biryana bırakalım, geride kalan yaşamdan kopartılmış 70’i aşkın il merkezimiz bile çağdaş kültür/sanat yapılanmasından yoksundur. Oysa cumhuriyet o yıllarda; kültürlüleşme bağlamında, kültür/sanat faaliyetlerini de içinde barındıran ve ilçelere bucaklara kadar uzanan 4700’ün üzerinde halk evi ve halk odası açmıştı.
Bugün, icra sanatları bağlamında, aradan geçen 90 yıl içerisinde ancak Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya, Samsun illerimizde “Opera ve Bale Kurumu”; Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Antalya, Eskişehir il merkezlerinde “Senfoni Orkestrası” kurulabilmiştir. Tiyatro alanında göreceli de olsa daha başarılı bir kurumlaşma görüyoruz. “Devlet Tiyatrosu” 21 ilde 56 sahne ile yapılanmış durumdadır.
Sanatçı yetiştiren kurumlar bağlamında konservatuvarlarımız, Anadolu’nun diğer çeşitli kentlerinde kurulmaya çalışılsa da; tiyatrosu, orkestrası, opera ve balesi hatta sineması bile olmayan kentlerimizde eğitilmeye çalışılan sanatçı adaylarının neyle beslenebildikleri, yarışmaya dayalı bu uluslararası sanat alanında neyi, kimi örnek alıp almadıkları gerçeği ise büyük bir soru işareti olarak önümüzde durmaktadır.
Anadolu’da gerçekleştirdiğimiz turnelerde gördüğümüz ise, bu tür sanat etkinliklerine talebin yüksek, arzın ise yetersiz olduğudur. Dahası bir kente üç beş yıl arayla yapılan bu tür turnelerin, yöre insanını ancak bir kez bu sanatlarla buluşturduktan sonra yeniden büyük bir suskunluğun yaşandığı gerçeğidir. Bu nedenle, zaman yitirilmeden tüm kentlerimizi yerleşik sanat kurumlarıyla yapılandırmak gerekir.
Öte yandan; kültür başkenti olarak kurulan Ankara’da bile, Türkiye; cumhuriyetin ilk yıllarında müzik ve sahne sanatları için inşa ettiği kültür sanat mekânlarının üzerine, rasyonel anlamda bir yenisini inşa edememiştir.
Geçmişte az da olsa, arada bir başa gelen iktidarların olumlu yaklaşımlarıyla ve sanat alanındaki sanatçı/yönetici kadroların gayretleriyle kültür sanat alanı yeşertilmeye de çalışılmıştır. 1998 yılında Samsun, Antalya, Gaziantep, Sivas ve Van’da 5 yeni opera bale kurumunun açılması kararı, bu çalışmalar içerisinde, özellikle sanatın Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesinde yaygınlaştırılması siyaseti açısından da tarihsel değerdedir.
Bu kapsamda diğer önemli bir projeden söz edilebilir. Yoğun çabalar sonucunda, açılan ulusal yarışmalarla bu alanda önemli projeler de elde edilmiştir. AKM 4. Bölgede Semra ve Özcan Uygur’un “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonu” projesi (1992), ve 1. bölgede Azize ve Özgür Ecevit’in opera-bale, tiyatro ile kongre ve gösteri merkezini içeren “Kongre ve Kültür Merkezi” projeleri (1995) üretilen dikkat çekici projelerdir.
Söylemek istediğim, sanat alanında tasfiyeyi öngören “Türkiye Sanat Kurumu Kanun Tasarısı Taslağı”, aslında bir başlangıç değil, yürütülen kültürsüzleştirme siyasetinin bir parçasıdır. Cumhuriyetin üzerinde yükseldiği kültürü yok edilmektedir.
4.Şimdi asıl fotoğrafa gelelim:
AKP’nin TÜSAK ve benzeri siyasetle inşa etmek istediği “Yeni Türkiye”nin fotoğrafını Graham Fuller “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adıyla kitaplaştırdı. Yazarın; CIA’ nın eski Türkiye Masası Şefi, ABD İstihbarat Konseyi Başkan Yardımcısı ve Rand Corparation Danışmanı olan kimliği, fotoğrafı daha da ilginç kılıyor.
Özetlersek; yazar Cumhuriyet’i başarısız bir “deneyim!” olarak tanımlıyor. Bunu kendince Türkiye’nin Cumhuriyet ile İslâm’a, Ortadoğu’ya ve Arap dünyasına sırtını dönmesine bağlıyor. Arap harflerini reddeden Türkiye’nin tarihten radikal olarak koptuğunu iddia ediyor. Böylece bizim kültür tarihimizi tersine çevirerek adeta yeniden yazıyor!
Fuller; AKP iktidarıyla Yeni Türkiye’nin yaratıldığını, bunda başarının AKP ve Gülen hareketinin olduğunu, “Yeni Türkiye”nin, tekrar dine ve etnik yapıya dayalı bir İslam Devleti, bir Ortadoğu Devleti ve yeni bir Osmanlı Devleti olması gereğini salık veriyor. Kısaca, Cumhuriyetin getirdiği çağdaş değerleri bir tarafa iterek Ortaçağa göz kırpmayı salık veriyor
Graham Fuller’in “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabı, AKP’nin yol haritasıdır. Bugün “Yeni Türkiye” söyleminin daha bir inançla dile getirilmesi rastlantı değildir. İçi doldurulmasa da, günümüzün siyasi iktidarı 10 yıldan bu yana söylem, eylem ve icraatıyla “Yeni Türkiye”nin yollarını çoktan döşedi.
Sanat kurumlarını ortadan kaldırmayı öngören “Türkiye Sanat Kurumu” düzenlemesini de bu fotoğraf içinde değerlendirmek gerekir. Aslında ortadan kaldırılmak istenen yalnız sanat kurumları değil, Cumhuriyetimiz ile onun çağdaş ve evrensel değerleridir.
5.İşin özü:
“Sanat”, “sanatçı” ve “sanat alanında kurumsallaşma” bağlamında; gelişkin çağdaş toplumlar ile geri bırakılmış Ortaçağ toplumlarını birbirinden ayıran en önemli özelliklerden birisi, o ülkelerdeki sanat, sanatçı ve sanat kurumlarının varlığıdır. Daha doğrusu bu varlığın bulunup bulunmadığı, kamunun bu alana verdiği değerin ve desteğin ölçüsüdür.
Çünkü insan; sadece yiyen, içen, uyuyan bir varlık değil, duygu ve düşünce dünyasıyla var olabilen, yaratıcı bir varlıktır. Dahası; duygu dünyamız var oluşumuzun çıkış noktasıdır. Onu beslemeden, geliştirmeden tam insan olmamız, hatta insan olmamız da olanaksızdır. Çünkü sonuçta duygu ve düşünce dünyamız zenginleştikçe ve geliştikçe insan ve toplum olarak gelişir yücelir ve yükseliriz. Bunu besleyen ve geliştiren başlıca obje ise sanattır. Bu nedenle “sanat varlığı” gelişkin toplum olmanın ölçütü olarak ele alınır.
Çağdaş uygarlık diye adlandırdığımız günümüz medeniyetinin temeli olarak gösterilen Antik Yunan medeniyetindeki eğitim alanında 4 temel eğitim alanı ve ders vardı. Aklın yüceltilmesi için Matematik, zihnin işlerlik kazanması için Mantık, Felsefe, bedenin yüceltilmesi için Spor ve duygunun yüceltilmesi için Müzik.
Gelişkin uygar toplumlar, sanatı bu anlayışla yaşamın merkezine koymuşlardır. Bu toplumlarda devlet, yurttaşına nasıl iş-ekmek vermeyi görev biliyorsa, ona sanat sunmayı ve bunun için gerekli ortamı hazırlamayı da önemli bir görev olarak üstlenmiştir. Cumhuriyetin kuruluşunda da kültür ve sanat; üstün bir öngörüyle ve bu anlayışla devletin kuruluşunda yapı taşı olarak yer almıştır ama şimdiki karar verici siyasetçiler bu alanı kurutuyorlar.
Sanat; geliştirici, ilerletici, zenginleştirici bu işleviyle gelişmişliğin, çağdaşlığın en belirgin ölçütüdür. Sanatı kurumsallaştırmamış, konservatuvarı, operası, balesi, tiyatrosu, orkestrası bulunmayan ülkelerde, gelişkin, çağdaş toplum da yoktur. Bu ülkelerde çoğulcu toplum da, parlamento da bulunmuyor. Yaşadığımız coğrafya; bunun çarpıcı ve acı örnekleriyle gözler önündedir.
Cumhuriyetin kazandırdığı bu sanat varlığıyla tarih sahnesinde uygar dünyanın bir parçası olarak yer alan Türkiye, ağır sorunlar yaşayan İslam Dünyasında sanatı kurumsallaştıran tek ülkedir. Sanat varlığımızın, ülkenin her tarafına yaygınlaştırılması gerekirken, 90 yıl sonra, 2014’ün Türkiye’sinde, sadece sekiz-on kentimizle sınırlı sanat varlığımızı da yok edecek çalışmalar yapılabiliyor olması çok hazindir.
Öte yandan, kültürün yapılan çok sayıdaki tanımının içinde en dikkate değer olanı, ”kimlik” ve “birlik” ile ilgili olan tanımıdır. Her toplum sahip olduğu kültür değerleriyle kimlik kazanır ve ancak bu ortak değerler paylaşılınca birlik ve gelecek sağlanabilir. “Ulusal kimliğin ve birliğin oluşumunda” en önemli etmen kültürdür.
Günümüzde yaşanan yakıcı süreç de düşünülerek, Türkiye’de daha da önemsenmesi gerekli kültür ve sanatın ihmali, giderek yok edilmesi için sürdürülen bugünkü siyaset kabul edilemez. Sanki tarihimizde cumhuriyetin kültür sanat anlayışı yokmuş gibi, yaşamdan kopartılmak istenen bu Türkiye fotoğrafı uygarlığın gelişimine de aykırıdır.
6.Sonuç:
AKP’nin gündeme taşıdığı “Türkiye Sanat Kurumu Yasa Tasarısı Taslağı”, tüm aşamalarıyla vurgulandığı gibi tek başına bir sonuç değil, büyük fotoğrafın bir karesidir. Özellikle de, kültür sanat ve eğitimde yaşanan yıkım örneklerindeki gibi, Türkiye’yi “Kültürsüzleştirme, Sanatsızlaştırma” siyasetinin bir parçası, sanatsız bir “Yeni Türkiye” inşa etme, bir ortaçağ toplumu yaratma siyasetinin bir parçasıdır. Önemli olan bu büyük fotoğrafı görmek, yasa taslağını bu fotoğraf içinde değerlendirmektir. Böyle olunca da toplumun tüm kesimleriyle bu düzenlemeye karşı çıkmak gerekir. Çünkü sorun salt bir sanat meselesi, sanatçı meselesi, sanat kurumları meselesi değil, Türkiye meselesidir. Türkiye’yi çağ dışına itecek bu düzenleme gündemden çıkartılmalıdır.
İnsanlığın 2000’li yıllarda ulaştığı uygarlık aşamalarını da düşünerek, ırmağın tersine akıtılamayacağını vurgulayalım ve bildiriyi bu duyguyla sonlandıralım.
* CHP Kültür Platformu’nun düzenlediği Türkiye Sanat Kurumu Sempozyumu'na sunulan bildiridir.