YAZAR-DİLCİ-ÇEVİRMEN SAMİ NABİ ÖZERDİM
Düşünü, Yapıtları, Yaşamı
A. Cengiz BÜKER1 / Günay GÜNER2
Ulusların değerlendirilmesinde başat ölçüt o ulusun evrensel uygarlığa katkısıdır. Sömürgesiz, savaşsız, saldırısız, köleleştirmesiz, bombalamasız katkı. Bu alanda sözün, yaptığın, ettiğin yoksa kimsenin zamanını almayacak, dönüp işine bakacak, çalışacaksın. Bu tuğla ekleme işini başaran uluslarınsa büyük evlatları vardır, onlar yapar işleri, öncülerdir. Onlar öncü, ulus ise dayanılan güçtür. Yayılmacılar toplumsal, ulusal yapıya, nitelik kaynaklarına o nedenle gizli, açık saldırırlar. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Büyük Devrimci Mustafa Kemal ATATÜRK öyle sağlam temel kurmuş ki kısa zamanda akımlar, dünya görüşlerinin sözcüleri, Devrimin bilinçli savunucuları, usta yazarlar, ozanlar, düşünürler doğdu. Osmanlının son dönemiyle ilişkisi bulunsa da o dönem yapılanlar el yordamıyladır, deneme - yanılmayladır. Aydınların bir bölümü hemen tanınmış, öne çıkmış, adeta “yıldız” mantığına uygun sergende yer almışken kimileri de kendileriyle barışık, yarışmayan, işini sonuna dek, en iyi biçimde yapan, öne çıkmaktan haz etmeyen aydınlardır ki hiç kuşkusuz, Sami N. ÖZERDİM az görülen bu tipin en belirgin kişiliklerinden biridir. Onu kısaca tanımlamak gerekse diyebiliriz ki: İçtenlikli Atatürkçü, utangaç denecek denli alçakgönüllü, hümanist aydın; kitap kurdu, şair ruhlu ya da doğuştan şair… insan gibi insan! Eşi Perihan Hanım ve çocukları Eren ile Ezgi.Sami ÖZERDİM’in yaşamöyküsü, kaynaklarda şöyle yer alır: Araştırmacı, yazar, çevirmen, kütüphaneci (1 Ekim 1918 - Hayrabolu / Tekirdağ - 5 Mart 1997, Ankara). Tam adı Sami Nabi ÖZERDİM. İlk- ve Ortaokulu İzmir’de bitirdi. 1938’de İstanbul Erkek Lisesi’nden, 1943’te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Macar Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. Erzurum Lisesi’nde kısa bir süre edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra Ankara Etnografya Müzesinde asistan (1945), Millî Kütüphanede uzman ve müdür (1948), Türk Dil Kurumunda genel yazman (1960) olarak çalıştı. Daha sonra TBMM Kütüphanesinde müdür yardımcısı görevini yürüttü. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda dersler verdi. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kütüphanesinde müdürlük yaptı; bu görevindeyken emekliye ayrıldı… Askerliğini Çanakkale’de Yedeksubay olarak yaparken tanıştığı Dr.Alaattin AKÇASU’nun ablası ona arkadaşı olarak eşi Perihan Hanımı tanıştırmış. 1946 yılında evlenmişler; iki çocukları olmuş.
* * * *
ESERLERİNDEN BİR BÖLÜMÜ ŞUNLARDIR:3 ARAŞTIRMA-İNCELEME-DERLEME-DİL: Eşref (1953), Bayraklaşan Atatürk (1963), Atatürk Devrimi Kronolojisi (1963), Seçilmiş Bektaşi Fıkraları (1975), Bir Don Gömlek adıyla (1984), Elli Yılda Kitap (1975), Bilinmeyen Atatürk (1976), Yazı Devriminin Öyküsü (1978), Atatürkçü’nün El Kitabı (1981); Yeni Yazım Kılavuzu (ortak çalışma).BİBLİYOGRAFYA: 10 Kasım - 31 Aralık 1938 Günlerinde Türk Basınında Atatürk İçin Çıkmış Yazıların Bibliyografyası (1958), Nurullah Ataç Bibliyografyası (1962), Sait Faik Bibliyografyası (1966), Sabahattin Ali Bibliyografyası (1966)… DENEME: Sevgiye Saygı (1975). ÇEVİRİ: Üçüncü Kudret (G. Gordonyi’den, 1946), Macar Masalları (1957).* * * *
Makalelerini ve Bibliyografya yazılarını, 1933 yılından itibaren Varlık, Ulus, Ataç, Dost, Forum, Çağrı, Cumhuriyet, Türk Dili… gibi dergi ve gazetelerde yayımladı; Macar edebiyatından çeviriler yaptı. Başka pek çok dergide de, kimi kendi adıyla kimi değişik takma adlarla, makaleler, düşünüler, inceleme yazıları yazmıştır. Pek çok öğrenci ya da öğretim üyesinin araştırmalarına, kaynak bulma - bilgi araştırma - bilgi verme gibi, karşılıksız değerli katkılarda bulunmuştur. İlginç ve önemli bir çalışma olarak da, kendi kaleminden yazınsal özyaşamöyküsünü (edebi otobiyografisini)4 yazmakla çok değerli bir kaynak bırakmış oluyor. Gerçekten de öykü tadındaki bu Özyaşamöyküsünü okurken, öyle bir an geliyor ki şaşırıp kalıyor insan, bu denli çalışma nasıl yapılır, binlerce kitap nasıl dizgeleştirilir… diye soruyor kendi kendine. Üstelik, Özerdim bu özyaşamöyküsünü yazarken, döneminin yazın yaşamına ilişkin ilgi çekici önemli bilgiler de vermiştir. Tarihsel olarak birçok ünlü adın anıldığı bu paha biçilmez yazıyı tümüyle bu çalışmaya almak olanağı bulunmadığı açıktır; bu nedenle okurlarımıza, aransa bilgisunarda bulunabilir olan bu yazıyı okumalarını salık veriyoruz ancak… Şimdi gelin, genel yaşamöyküsü bilgisinin olabildiğince ayrıntısına bakalım; olabildiğince, çünkü hiçbir yaşamı tam kavrama ve anlatma olanağı yoktur. Hele de böyle durmadan çalışmakla üretmekle geçenleri: Babası Ahmet Nabi ÖZERDİM (1897-17.12.1958) Yugoslavya’nın Türk kenti Ustrumca’da, anne Leyla Özerdim (1895-1973) bu kentin Osmaniye köyünde doğmuşlar, 1914 yazında Türkiye’ye göçmüşler. Ablası Ankara Üniversitesi DTCF Sinoloji5 Profesörü Muhaddere Nabi ÖZERDİM’dir. “Babamın babası Mutasarrıf (Melâmi), anneminki ise din hocasıymış...” diye yazar Özerdim, özyaşamöyküsünde. İlginçtir, Hayrabolu’yu Yunan işgal ettiğinde nüfus kayıtlarının yakılması, Özerdim’e, özellikle emeklilik sürecinde, büyük güçlükler çıkaracaktır. Daha buna benzer ne olaylar…(Sami Nabi ÖZERDİM’in babası da çok okuyan, yazan bir aydındır, dilcidir; A.Nabi ÖZERDİM imzasıyla yayımlanmış Türk Dili Üzerinde Araştırmalar adlı bir çalışması, 1954 yılında, Ankara’da yayımlanmıştır.) Baba Özerdim’in görev yeri sıklıkla değişmesine karşın, Sami Nabi’nin olağanüstü kültür adamı niteliği çocuk yaşta belirmeye başlar. Çevresinde, ablasında, babası ve babasının dostlarında bulduğu nitelikli kitapları okur. Samim KOCAGÖZ, Nahit Ulvi AKGÜN, Besim AKIMSAR, Nihat KÜRŞAT... yazar dostlarıdır. M. Zekeriya SERTEL ile Ahmet Nabi ÖZERDİM kardeş çocuklarıdır. Zekeriya SERTEL’in kardeşi Yusuf Kenan SERTEL’in İstanbul’da Yeni Kitapçı adlı kitap dükkânı vardır. Sami N. ÖZERDİM orada çalışıp kendince onlara destek vermeye çabalarken, dükkâna uğrayan Nâzım HİKMET, Necip Fazıl (KISAKÜREK), Murat URAZ gibi adlarla tanışır. İstanbul Erkek Lisesinde onun sınıfında ders anlatan edebiyat öğretmeni de Agâh Sırrı LEVEND’dir. Kendini her zaman doğuştan kütüphaneci sayan değerli betik / betikçilik uzmanı Sami Nabi ÖZERDİM, daha lise öğrencisiyken bibliyografya düzenler. Liseyi başarıyla bitirmesinin ardından, epey bunalımlı bir süreç sonunda, -biraz da babasının yönlendirmesiyle-, A.Ü. Dil - Tarih-Coğrafya Fakültesi Macarca Bölümü’ne girer. Saffet Dengi KORKUT, Orhan BURİAN, Abdulbaki GÖLPINARLI, Suut Kemal YETKİN... dost olduğu öğretmenleri arasındadır. Burian’dan, dergisinde yayımlanan yazıları, çevirileri için telif ücreti alıyor olduğunu, Burian’ın ise, bu paranın az olduğunu söyleyerek, üzüntüsünü belirttiğini söyler özyaşamöyküsünde; bu ona göre alışılmamış olağanüstü bir durumdur. Daha sonra Prof. László RÁSONYİ’ni6 1939 yılında ona bulduğu bursla Macaristan’a gitmesi ona güzel bir deneyim olur, birikimine çok katkı sağlar. Erzurum Lisesine edebiyat öğretmeni atanır ve yaklaşık bir yıl görev yaptığı Lisede çok sevilir. Ardından yedek subay olarak askere gider. Anılar, anılar...Dönüşünde yıllarca sürdürdüğü müze, kitaplık (kütüphane)... yöneticilikleri; Basın Yayın Yüksek Okulunda görev yapması ve burada uygulama olanağı bulduğu üstün eğitim anlayışıyla dersler vererek okula da öğrencilere de eşsiz yararlar sağlamış olsa da, karşılaştığı değerbilmezlikler, siyasi davranışlar, birbirinin ayağını kaydırmalar, kişiliksizlikler eylemler işlemler… üzmüştür onu. Tüm bunlara çıdam gösterip aldırmamaya çalıştıysa da nereye kadar! Yaşamını anlatırken şunu vurgulamalı ki Türk Dil Kurumu’nda, Türk Tarih Kurumu’nda üstlendiği görevler; özverili kurucularından olduğu Atatürkçü Düşünce Derneği’nde Muammer Aksoy’la birlikteliği, dergiciliği, örgütçülüğü çok değerlidir. Özerdim’e hak ettiği değer çoğu zaman verilmez ama her önemli işte de o anımsanır. Demokrat Parti’nin egemenlik dönemi... Aralık 1954’te, ABD’nin California eyâletinde bulunan Stanford Üniversitesi’ne bağlı Hoover Institution & Library kitaplığında, Türkçe kitaplar bölümünün sınıflandırılması, dizgeleştirilmesi göreviyle üç yıl önemli bir çalışma yapar. Çalışmalarının izlenmesiyle kazandığı güven sonucu ona sağlanan son derece özgür bir ortamda çalışır. Çok başarılı olur; teşekkür belgesi verirler. Bu arada İngilizcesini de iyice ilerletir. Gözünün sorunlu durumu nedeniyle çalıştığı yerden gönderildiği bir sağlık kuruluşunda yapılan göz denetiminde sağ gözüyle okuduğunu, sol gözüyle de uzağı gördüğünü öğrenir...* * * *
Sami Nabi ÖZERDİM Atatürk Devrimini, özellikle de Dil Devrimini çok iyi anlayan, çok iyi bilen, çok iyi uygulayan üstün bir dilcidir. (Ozanlığı da varsa da öne çıkarmaz. Şiir betiğinin adı Dördüller’dir.) Başlıca Atatürkçülük, devrim ve dil üzerine yoğunlaşmıştır yapıtlarında. Bu bağlamda Yazı Devriminin Öyküsü adlı kitabı çok önemlidir. Yazı Devriminin Öyküsü 1958 yılında, Yazı Devriminin 30. yılında yazdığı gazete yazılarını bir araya getirilmesiyle oluşmuş; 1978 yılında (Yazı Devriminin 50. yılında) yeni basımı yapılmıştır. Sami Nabi ÖZERDİM, kitabın girişinde şöyle yazıyor: “Bu küçük kitabı meydana getiren dört yazı, 1958 yılı içinde Ulus gazetesinde yayımlandı (9 Ağustos, 3 Kasım, 12 Aralık, 15 Aralık). Bu yazılardan amaç, 9 Ağustos 1928 akşamı Gazi Mustafa Kemal'in (Atatürk) Sarayburnu Parkı'nda yeni Türk alfabesini muştuladığı saatten, Türk alfabesini yerleştiren yasanın yürürlüğe girdiği 1 Ocak 1929 gününe değin, Türkiye'nin dört bucağında yeni harflerin hızla yayıldığını anlatan gazete haberlerinin bir özetini vermekti.Bilginlerin, uygulanması için yıllara gereksinme duydukları yeni alfabemiz, Atatürk'ün görüşü ile üç dört aya sığdırılmış, 1929 yılının ilk günü, Türkiye bir kültür savaşını kazanmıştı.Türk dilinin özleşmesi için Arap yazısının atılması gerekliydi. Dil özleşmesini hızlandıran ve gerçekleştiren, yeni Türk alfabesidir. Türk Dil Kurumu'nun otuzuncu yılını kutlarken, yeni Türk alfabesinin otuzuncu yılında yayımlanmış olan bu yazıları gözden geçirerek bir araya getirmeyi, halka ve öğrencilere sunmayı istedim.Bu küçük kitabı okuyanların, yurtta yeni harflerin yerleştirilmesi çabasının sadece kısa bir öyküsünün anlatılmış olduğunu unutmamalarını dilerim. Yoksa, bu büyük devrim hareketinin tarihi -elbette- ayrıca geniş olarak yazılacaktır.”Giriş bölümünün ardından yazı konusunda geçmişte yapılanları anlatır. Anlaşılan o ki geçmişin deneyimleri önem taşısa da, tümü el yordamıyla yapılan; bir bütünlükten, tutarlılıktan, dizgeden yoksun işlerdir. Bildirilenlere de ya kulak asılmamış, önemsenmemiş ya da ilgi çekmemiştir. Atatürk’ün devrimsel Eğitim Programı’nın geri bırakılmasından kaynaklanan bilgisizlik bir türlü aşılamamıştır. Özerdim bunu şöyle açıklar: “Soruna değinenlerin ilki Münif Paşa'dır. Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye'de (Osmanlı Bilim Derneği) verdiği konferansla bu konuyu ortaya atmıştı. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, alfabe ve yazım sorunlarını Ali Suavi, Namık Kemal ve başkaları tartışma alanına getirdiler. Şinasi ile Ebuzziya Tevfik, birtakım düzeltme girişimleri yaptılar. Şemsettin Sâmi de bunlara katılır. Ancak, onun Latin harfleri üzerinde de durduğu, Arnavutlar için de Latin alfabesi düzenlediği bilinir(1). O yıllarda, Latin harflerinin yandaşları bulunduğu, Namık Kemal'in konuya değinen mektuplarından anlaşılıyor… Yenişehirli Avni'nin düşünceleri de anılmalıdır… Azeri yazar ve düşünür Fethali Ahundzade'nin (Ahundof) burada anılması gerekir. 1863'te İstanbul'a, harflerin düzeltilmesi için bir tasarı ile gelmiş; ancak, tasarısı ilgi görmüşse de bir sonuca bağlanmamıştı. Ahundzade'nin, İslav (kimilerine göre Latin) harflerine dayanan bir alfabe önerisiyle Türkiye'ye bir kez daha geldiği de belirtilmektedir.” 7Bilinçle, coşkuyla… Atatürk, Sarayburnu’nda halkla birlikte başlatır devrimi. Gönülleri kazanarak yapar, her işinde olduğu gibi. Özerdim, yazı devrimini adım adım şöyle anlatır:“Sarayburnu Parkı'nda düzenlenen aile eğlencesinde, orada bulunan bir bayanın defterinden kopardığı yaprağa bir şeyler yazdıktan sonra ayağa kalkarak:'...Sevinçliyim, duygulandım, bahtiyarım!' diye söze başlamıştı. 'Bu durumun bana esinlediği duyguları önünüzde ufak notlar halinde saptadım. Bunları içinizden bir yurttaşa okutacağım.' Böyle diyen Gazi'nin çağırdığı bir yurttaş kâğıda göz gezdirirken büyük devrimci, notları onun elinden alarak şunları söylemişti:'Yurttaşlar, bu notlarım Türk harfleriyle yazılmıştır. Kardeşiniz bunu hemen okumaya çalıştı ve okuyabilir de. Ancak henüz tamamıyla alışmamış olduğu görülüyor. İsterim ki bunu hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz. Arkadaşlar, bizim ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bu gerçeği anlamak zorundayız… 'Yeni Abece’mizin kolayca öğrenildiğine yakın zamanda bütün dünya tanık olacaktır. Yeni Türk harfleriyle yazdığım bu notları bir arkadaşıma okutacağım, dinleyiniz.'Gazi, bunu söyledikten sonra elindeki kâğıdı, o zaman Bolu milletvekili olan Falih Rıfkı (ATAY)’a vermiş, Atay kâğıtta yazılı bulunanları ağır ağır da olsa okumuştu. Atay'ın okuduğu kâğıtta Atatürk önce halk ile birlikte bulunmaktan aldığı büyük gücü açıklıyor; sonra, bir başka devrim atılışını ortaya koyuyordu: Eğlencede şarkı söyleyen Mısırlı şarkıcı Müniretülmehdiye'yi dinledikten sonra, müzik konusunda da konuşmuştu:'...Benim Türk duyguları üzerindeki gözlemim şudur ki artık bu müzik, bu basit müzik Türkün çok gelişmiş ruh ve duygusunu doyurmaya yetmez.' Notlar okunduktan sonra Atatürk yeniden ayağa kalkarak konuşmaya başlamış, bu arada şunları da söylemişti:'...Çok işler yapılmıştır. Ama bugün yapmak zorunda olduğumuz, son değil, lâkin çok gerekli bir iş daha vardır: Yeni harflerini çabuk öğrenmelidir. Türk harflerini her yurttaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik ve ulusseverlik ödevi biliniz… Bu ödevi yaparken düşününüz ki, bir ulusun bir toplumun yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak gerektir. Bu ulus utanmak için yaratılmış bir ulus değildir. Övünmek için yaratılmış, tarihi övünçlerle doldurmuş bir ulustur. Fakat ulusun yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu yanlış bizde değildir. Türkün karakterini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlarındır. Artık geçmişin yanlışlarını kökünden temizlemek zamanındayız. Yanlışları kökünden temizleyeceğiz. Yanlışların düzeltilmesinde bütün yurttaşların çalışmasını isterim. En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğreneceklerdir.' ”Böyle anlatmış kitabında Sami N.ÖZERDİM.* * * *
Özerdim Yazı Devriminin Öyküsü’nde bize çok ayrıntılı, doyurucu bilgiler verdiği gibi, konuyu başlıca şu başlıklar altında inceler: Yunus Nadi'ye Yazdırdığı Not, Yeni Türk Harfleri Üstüne, Bir Telgrafa Tepki (26/27 Ağustos 1928), Yeni Türk Harflerinin Kabulü Nedeniyle Milli Eğitim Bakanına Yanıt, Yeni Harflerin Tatbiki Münasebetiyle Başbakanlığa Gönderilen Yazı (21 Eylül 1928), Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun - Kanun No: 1353 - Kabul Tarihi: 1 Teşrinisani 1928 - (Resmi Gazete İle Neşir ve İlanı: 3 Teşrinisani 1928) Memleket Baştan Başa Bir Dersane Halindedir… Özerdim, o günlerin gazete yazılarını bir araya getirip yayımlar. Telgrafa Tepki (26/27 Ağustos 1928) başlığı altında yer alan olay şudur: “Çalışmalar Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün yönetiminde sürerken bir telgraf gelir. ‘Arap harflerini bırakıyorsunuz. Türk'ün özyapısını saptamaya ve yüceltmeye en uygun olan Türk harflerini kabul ediyorsunuz. Bu çok güzeldir. Ama, kutsal camilerde duvarları süsleyen Aşere-i Mübeşşere'nin8 adlarını nasıl yazacaksınız, Arapça mı, Türkçe mi?' Bu telgrafa Sayın Cumhurbaşkanı yanıt vermez, ancak İçişleri Bakanı şunu söyler: 'Türkiye'de dil ve yazı Türkçedir. Araplar bile Arapça olsun savında bulunamaz.' (Hakimiyeti Milliye (Ulus) gazetesi - 28 Ağustos 1928)* * * *
Ne denli tanıdık sözler değil mi? Mustafa Kemal’e telgraf çekme aymazlığını gösteren bu cahiller sürüsü bugün de tarikatlar, cemaatler, medreseler, külliyeler... bolluğunda ipe saba gelmez savlarına yandaş bulmaktalar. Hiç hafife alınmayacak bir gidiştir bu. Kimse FETÖ darbe girişiminden ders çıkarmıyor, çoğu sanki böyle bir şey yaşanmamış gibi davranıyor… üç maymunu oynuyor. Yazı Devriminin Öyküsü Kişi Adları (Metin İçinde Kimlikleri Az Çok Belirlenenler Dışında Kişiler), Seçilmiş Kaynakça bölümleriyle sonlanırken çok değerli tarihsel bir belge, değerli bir kaynak oluşturuyor.Özerdim’in tanıyıp sevenlerinden yazar - çevirmen - ozan A.Cengiz BÜKER, Sami Nabi ÖZERDİM’i şöyle anlattı: “Dostluğuna inandığım ve dostluğuyla gurur duyduğum az bulunur kişilerden biriydi o. Sanki insanları sevmek, iyilik yapmak ve elindekini vermek için doğmuş biriydi o. Ders verir, kitap verir, fikir verir, bilgi verir, kitap ve kitaplarla ilgili inanılmaz değerde bilgi dağarcığından isteyene istemeyene ışık saçar… Atatürk’ten sonra ikinci en çok sevdiği ‘kitaptı’ sanırım. Kendini kütüphaneci olarak görür, öyle sayılmak isterdi. Adını betiklerinden ve özellikle Türk Dili dergisinden, yıllardan beri tanıyordum. Ankara’da onu bir gün, Atatürkçü bir aydınlar kümesinin toplanıp söyleşiler yaptığı, (O zamanki adıyla) Gökdelen’in 11.inci katındaki 'Kemalist Ülkü” dergisini çıkaran Muzaffer UĞRAŞKAN’ın bürosunda görünce sevindim ve onunla arkadaş olmaktan büyük mutluluk duydum… Evlerimiz birbirine yakındı (Güvenlik Cad. Farabi Sokak). Birlikte çıkıp konuşa konuşa yürürdük. Eşlerimiz de birbiriyle tanışınca pek yakınlaştık. Biz onlara çaya gider, onlar da bize çaya gelirlerdi. O denli çok ortak anılarımız ve paylaşacak düşüncelerimiz vardı ki! … En başta Atatürk sevgisinde birleşiyorduk… sonra da kitap ve kitapçılık tutkunluğunda… Öylesine incelikli ve disiplinli bir kişiliği vardı ki, örneğin saat beşte geleceğim demişse, beşe beş kala kapıda olsa, zili çalmaz… tam zamanını beklerdi.”* * * *
Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanlığı yaptı. Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin kurucularındandır. Dostluğuna inandığım ve dostluğuyla gurur duyduğum az bulunur kişilerden biriydi o. Sanki insanları sevmek, iyilik yapmak ve elindekini vermek için doğmuş biriydi o. Ders verir, kitap verir, fikir verir, bilgi verir, kitap ve kitaplarla ilgili inanılmaz değerde bilgi dağarcığından isteyene istemeyene ışık saçar… Atatürk’ten sonra ikinci en çok sevdiği “kitap”tı sanırım. Kendini kütüphaneci olarak görür, öyle sayılmak isterdi. Tanışmamız 1985’ten sonra. Uzun süre komşu olarak oturduk, kişisel sorunlarımızı da paylaştık. Son derece çekingen, “mütevazı” ve aşırı duygulu bir karakteri vardı. Ayaklı kütüphane ve sonsuz bir bilgi kaynağı idi. Öğrenciler ve öğretimciler ödev ve araştırmaları için sürekli ona danışırlardı. Adını yazmayı sevmez, karşılıksız yardım ve katkı sunardı. Ablası Üniversite’de çalışıyordu. Kendisi Macarcacıdır, fakat kütüphaneci sayılmak isterdi. Edebiyata sevgisi ve eğilimi vardı, şiirden çok iyi anlardı, fakat duygulu kişiliğini; şairliğini ve şiirlerini gizli tutmayı yeğlerdi; neredeyse gizlice denecek yolda bastırdığı yır betiğini ancak yakın dostlarına verirdi; (ki bence yetkili ellerde incelemeye ve değerlendirmeye değerdir).Özerdim, “Türk kültür devriminin yaratıcısı Atatürk’ün anısına sunduğu” Elli Yılda Kitap (1923-1973) adlı kitabında elli yılın kitap sayısını bir arada saptamayı amaçlar. Ancak, önsözde belirttiği gibi, “1729’dan 1923’e değin bir özetleme yapılarak, karşılaştırma olanağı verilmiştir” (Özerdim, 1974). Cumhuriyet döneminde kitaplar 1923-1928, 1928-1933, 1934-1938, 1939-1950, 1951-1960, 1961-1973 dönemlerine göre, ayrıca konularına göre tablolaştırılmış, düzenlenmiştir. Özerdim kitaplıklarımızda uygulanan sınıflandırma, düzenleme yöntemiyle ilgili ayrıntılı bilgi verir. Türkiye’de 1923’e değin kitaplar bölümünde Cumhuriyet öncesinde yapılanları açıklar:“Türkiye’ye basımevini ilk getirenler, 1492’de memleketimize kabul edilmiş olan İspanya Musevileri9 olmuştur; ilk kitabı 1494’te basmışlardır. Ermenilerin Türkiye’de basımevi kurmaları 1567 yılına rastlar. Rumlar ise, 1627 yılında İstanbul’da ilk basımevlerini açmışlardır. Bu üç azınlık topluluklarının basımevleri, önce yetmiş beş, sonra altmış yıl ara ile kurulmuş oluyor. Türkiye’de basımevinin Türklerce ele alınması 1726-1727 sıralarında gerçekleştiğine göre, Musevilerin İspanya’dan getirdikleri basımeviyle arada 234 yıllık bir ara vardır. Ayrıca biliyoruz ki, Avrupa’da Gutenberg’in10 basımevi 1440’larda kurulmuştu; yani öyle ki Batı ile aramızda 285 yıllık bir ara bulunuyor… Türkiye dışında 1514’ten beri Türkçe kitap basıldığı ve ülkemize ithal edildiği de kaydedilmelidir… Türkiye’de basımevinin hazırlıkları 1726’da başlamışsa da 1719’dan kalma haritaların varlığı, bunları da İbrahim Müteferrika’nın meydana getirmiş olduğu biliniyor… ‘Vankulu Lügati’ Osmanlı döneminde basılan ‘ilk kitap’ değil, ‘ilk Türkçe kitap’ idi. Müteferrika Basımevi’nin ilk kitabı, 31 Ocak 1729 günü satışa çıkarılan bir sözlüktür” (Özerdim, 1974: 9,10). Bu yapıtta hayran kalınacak ayrıntılı bilgiler yer alır. Cumhuriyetimizin içinde bulunduğumuz 100.üncü yılında bu araştırma yapılıp, bugüne getirilebilse ne iyi olur. Sevgiye Saygı adlı yapıt bir deneme kitabıdır. Kitaptaki yazılar eleştirel, birikimli, bilimsel, çözümleyici bakışın düşünce evreninden denemelerdir. İzlekleri bugün bile günceldir, diridir. Başlıklardan içeriğe ulaşmak olanaksızsa da birkaçını sunmak isterim. Salgın yaşadık kısa zaman önce; daha yaşayacağımız söylentisi cabası. İşte Evde Oturma Sanatı çok ilginç yerlere giden hoş yazı. Sanatçının Maddi Mirası, Kediden İnsana, Delişmen Dünya, Kanlı Meydanlar, Ankara Treni, Sevgiye Saygı, Çardaş, Mr. Hyde ile Dorian Grey, Tek Notanın Yeri, Kitabın Gücü... Kanımızca bugün yeniden basılmayı hak eden bir deneme betiği.Nutuk - Söylev adıyla Atatürk’ün önemli meclis konuşmasının sâdeleştirilmesi çalışması da Özerdim’in özenli bir emek ürünüdür.
* * * *
Açıklamalı Söylev Sözlüğü Özerdim’in bir diğer değerli yapıtı. Eşi olmayan bir kitap. Onun, “...Bu uzun yıllardır savsaklanmış kitap11 için bir adım olduğuna inanarak kıvancımı saklamıyorum” sözleriyle sunduğu sözlük, Türk Devriminin önderinin yalnızca tarihsel belge değil, güzelduyusal yazın özeniyle de yazdığı, insanlığa okuduğu bu yapıtla ilgili yüzlerce olaya, kişiye, karara, kavrama, terime açıklık getirir. Betiğinin önsözünde Özerdim, o tarihe kadarki kırka yakın basımı irdeleyip, Velidedeoğlu12, Örgün Yayınları, TDK Yayınları, Kültür Bakanlığı Yayınları ile çocuklar için basımlara değinerek şu açıklamayı yapar:“Sözlüğe; kişi, yer, kuruluş vb. özel adları, olaylar, kavramlar, Atatürk’ün Söylev dışına da taşmış ünlü sözleri alınarak, elden geldiğince, ancak uzatılmadan açıklanmış, hangi nedenle geçtiği de belirtilmiştir… Kişilerin, Kurtuluş Savaşı sırasındaki durumları ve ilerisi belirtilmiş; varsa kendilerinin, bilindiğince ailelerinin soyadları gösterilmiş, askerlerin son rütbeleri de verilmiştir. Yaşamöyküleri çeşitli kaynaklardan derlendiği gibi, bu alanda geniş bir araştırma yapmakta olan İsmail Arar’dan yararlanılmıştır… Yer adlarında da, Kurtuluş Savaşı sırasındaki durumları dikkate alınmış, gerektikçe bugünkü durumlarına ulanmıştır. Kuruluş adları için de özdeş yol tutulmuştur.”Yinelemeye değer bir ayrıntı da olsa, onu çok seven ve unutmayan yakın dostu A.Cengiz Büker’in de belirttiği gibi, şiirlerini pek şiir saymaz Özerdim. Bu nedenle olsa gerek, Dördüller adlı kitabını satışa sunmaz. Özenli yazarlar böyledir, kendi yapıtlarını da kolay beğenmezler. Kendilerine ayrıcalık tanımazlar… Dördüller’in başında Dostoyevski’nin Beyaz Geceler’inden alıntı vardır: “Yalnızlık içinde yaşayan ve sana karşı şükran dolu olan kalbe tattırdığın saadet anı... bir insan hayatı için de olsa az mıydı?”Günay Güner olarak, bendeki kitap Filiz Bingölçe’ye imzalanmış. Araştırdım, yaşamda değil... A.Cengiz Büker olarak ise, “Bana imzalamış olduğu bendeki aynı betiği hem kitaplığımda hem de gönlümde özenle saklıyorum” diyor.* * * *
Dördüllerden bir dörtlük alalım. Romandan uyarlanan bir filmin esiniyle yazdığı “Back Street” başlıklı şiir: “Sevmek ne onulmaz, sonu gelmez hicran,Sevmek, geçerek boş ve küçük dünyadan.Kim der ki obir gençlik rüyası imiş,Bir sevgi bütün ömrü sürükler bazan.”
* * * *
Bir Don Bir Gömlek-Seçilmiş Bektaşi Fıkraları birçok kez basımı yapılmış bir kitap. Türk Dil Kurumu 1975, Öğretmen Yayınları ise 1984 ile 1985’te yayımlamış. Halkımız, aydınlar ayırdında mı bilinmez, Bektaşi ekini ve doğallıkla fıkraları toplumsal yaşamımıza büyük sağaltıcı katkı sağlar. Bu hoşgörü ikliminin kaynağı olan bu kültür güneye inildikçe yerini bağnazlığa bırakır. Dikkat edilirse, Bektaşi hiç bir zaman “Şöyle olacaksın” diye zorlamaz, dayatmaz. Tek isteği vardır: “Gölge etme, beni baskılama!” Özerdim, “...Bektaşi fıkrası ilericidir; Bektaşilik ise gericiliktir” yargısının ardından, “Bu kitapçık yeniden yayımlanırken, eğlendirici olma amacı değil, laik düşünüşün güldürme yolu ile yaşatılmasına yardımcı olacağı düşüncesi göz önünde tutulmuştur” diye açıklar (Özerdim, 1985: 6).Sami N. ÖZERDİM 5 Mart 1997’de, 79 yaşında aramızdan ayrıldığında, Türkiye yetkin bir düşünürünü, yazarını, dilcisini yitirdi. Özerdim Türk Devrimine, Dil Devrimine bilinçle bağlı içtenlikli bir aydınlanmacıdır. Yayılmacıların ülkemizi işgali sırasında doğan Özerdim, Atatürk’ü uğurladığımız yıl liseyi bitirir. İlk yazısı 1 Mayıs 1933 tarihini taşır. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Macar Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü 1943 yılında bitiren Özerdim, Devrimin kazandırdığı koşulları çok iyi değerlendirir. Varlık, Ulus, Cumhuriyet, Ataç, Türk Dili, Dost, Forum gibi gazete ve dergilerde sürekli yazar. Fakültede, tanınmış Macar bilim insanı Prof.Dr.László RÁSONYI’nin öğrencisi olarak yetişti. Dostları, alçakgönüllü kişiliğini özellikle vurgularlar. Türk Dil Kurumu’nda yazmanlık görevinde de bulundu. Kültür kurumlarında, kitaplıklarda yöneticilik yaptı. Stanford Üniversitesi'nde Türkçe koleksiyonların düzenlenmesine destek oldu. Çevirdiği Macar Masalları adlı kitap 1957’de, Varlık Yayımlarınca yayımlandı. Nurullah ATAÇ, Sait Faik ABASIYANIK, Sabahattin ALİ… kaynakçalarının, Yazı Devriminin Öyküsü’nün yanı sıra yine bilimsel yaklaşımla, Atatürk Devriminin zamandizinini, düşünsel dayanaklarını yazdı. Büyük emek verdiği, kalıcı yapıtlardır. 5 Mart 1997’de yitirdiğimiz Sami N. Özerdim’i saygı, sevgi, özlemle anıyoruz.* * * *
Kaynaklar
Elli Yılda Kitap (1923-1973), Özerdim, Sami Nabi, Sevinç M., 1974.
Sevgiye Saygı, Gürsoy Basımevi, 1975.
Açıklamalı Söylev Sözlüğü, TDK Yay., 1981.
Bir Don Bir Gömlek-Seçilmiş Bektaşi Fıkraları, Öğretmen Yay., 1985.
Dördüller, şiir, Ayyıldız Matbaası, 1986.
Ardından, (özyaşamöyküsü), Kebikeç dergisi, S. 5, 1997.
Yazı Devriminin Öyküsü, Cumhuriyet Yayınları, 1998.
Fotoğraflar: Eren Özerdim
Fotoğraf Sanatçısı Eren Özerdim’le Söyleşi
Günay Güner – Sayın Eren Özerdim söyleşi isteğimizi kabul ettiğiniz için çok sağ olun. Usta fotoğraf sanatçısısınız. Nasıl başladınız bu sanata?Eren Özerdim – 1954 yılında ben 7 yaşında iken babam Milli Kütüphane Müdürü idi. Kendisini Stanford Üniversitesi’nin Palo Alto’daki bölümünde bulunan kütüphanesinin Türkçe kitaplar bölümünü kurması için davet ettiler; orada üç yıl kaldı. Döndüğünde, herkesin babası oyuncak getirirken, benim babam bana klasik müzik plakları, kitaplar ve bir fotoğraf makinesi getirdi. Fotoğraf makinesi kullanmaya böyle başlamış oldum. Çocuklar o yaşta her şeyden çabuk bıkar, ben bıkmadım. Uzun bir süre o makine ile, gördüğüm her şeyi çekmeye başladım. Daha sonra ‘70’li yıllarda daha iyi bir makine satın aldım. Fotoğraf derneklerine üye oldum, oralarda hocalık yaptım. 1972 yılında profesyonel fotoğrafçılığa Maden Tetkik Arama Enstitüsünde, karada ve denizde, sismik ve sondaj araştırmalarını çekmek için alındığımda başladım. Dört yıl orada çalıştıktan sonra Türk Tarih Kurumu beni arkeoloji fotoğrafları çekmek için işe aldı. (Babam TTK üyesi olmasına rağmen bu konuda bir yardımı olmadı; zira oğlu bile olsa ricacı olmaz). 1980’den sonra profesyonel reklam fotoğrafçısı olarak bir stüdyodan teklif geldi. 1980 den 2015’e kadar reklam fotoğrafçılığı yaptım. Daha sonra fotoğrafçılığa tekrar amatör olarak devam ettim; hâlâ da ediyorum. FSK ve AFSAD gibi fotoğraf derneklerinde sunumlar, söyleşiler, ayrıca sosyal medyada fotoğrafla ilgili çalışmalar yapıyorum. Kısacası tüm fotoğraf hayatım 65 yıl, profesyonel fotoğrafçılık hayatım ise 50 yıl.GG - Türk ulusunun öğretmenlerinden, yetkin Macarcacı, çevirmen, araştırmacı, yazar, ozan, kitap uzmanı… Sami Nabi Özerdim’in oğlu olmak sizi ne yönde etkiledi?EÖ - Sami N. Özerdim'in oğlu olmak her konuda olumlu etkiledi. Herşeyden önce bana çok kitap okuma alışkanlığı kazandırdı. Bunun yanında opera, bale, tiyatro, resim sergileri… gibi sanat etkinliklerini izleyip sürekli eğitim görüp, çok şeyler öğrenmemi; Aziz Nesin, Mahmut Makal, Ömer Asım Aksoy gibi birçok önemli yazarla; Cemil Eren, Turan Erol Balaban gibi usta ressamlarla tanışıp onlardan birçok şeyler öğrenmemi, böylece de kültürlü bir insan olmamı sağladı… Ama en önemlisi de, sonunda ben de onun gibi dürüst, onurlu bir insan oldum, babam sâyesinde.GG - Sami Özerdim görev aldığı kitaplıklara bile evinden kitap, dergi bağışlamış. Nasıl bir ortama doğdunuz?EÖ- Ben binlerce kitabın olduğu bir evde doğdum Milli Kütüphane koridorlarında büyüdüm. Evimizde her zaman ressamlar, yazarlar konuk olurdu. Benim fotoğraf yaşamım da etkilendi bu insanları tanımaktan, atölyelerine gitmekten. Teknik lisede mimari teknik resim okudum. Üniversiteye gitmedim. Babam asla zorlamadı... Okuma öğrendiğimden beri onun sâyesinde çok kitap okudum; hâlâ da okuyorum. Atatürk’ün Nutuk’unu okuduğumda 16 yaşındaydım. Bugün bir sanatçı olabildiysem babam sayesindedir. Sadece ben değil kız kardeşim de, benim kızım da kitap okuma alışkanlığını babamdan edindiler.GG- Babanızı nasıl anlatırsınız?EÖ- Babamı bir fotoğrafla anlat, deseniz benim babam bu. Hep çalışan, okuyan, durmadar öğrenen öğreten; ondan ışık alan birçok öğrenci ile biz evlâtlarını iyi bir insan olarak yetiştiren; hayatımda tanıdığım en dürüst en onurlu insan. Babandan miras ne kaldı dediklerin de onun dürüstlüğü, onuru ve bize aşıladığı ATATÜRK sevgisi kaldı diyorum. Bize çok küçük yaşlarda Gazi Mustafa Kemal’in hayatını, devrimlerini, savaşlarını, Nutuk’u ve Cumhuriyeti; gerçek Atatürkçü olmayı öğretti.GG- Sayın Özerdim çok sağ olun. Esenlik dileklerimizi, saygılarımızı sunarız.Kasım 2023
1A.Cengiz BÜKER: Hekim, şair, yazar, çevirmen. Tıp Doktorudur, aynı zamanda Edebiyat Doktorası vardır. Dil Derneği, Edebiyatçılar Deneği, Atatürkçü Düşünce Derneği, Türk Kütüphaneciler Derneği, Klasik Çağ Araştırmaları Derneği ve Türk Tabipler Birliği üyesidir. Sami Nabi Özerdim’in son dönem en yakın arkadaşıdır, aynı zamanda da ADD’nin kuruluşunda ülkü ve eylem birliği içinde olmuşlardır. 2Günay GÜNER: Şair, yazar, editör. Akademi Gökyüzü, Şair Çalışıyor edebiyat dergilerinin Ankara temsilciliğini yaptı. Dil Derneği, İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı, Edebiyatçılar Derneği, Kıbrıs Balkanlar Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu (KIBATEK), Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı (KEÇEV) ve Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun (TİHAK) yönetim kurulu üyesi oldu. Altı yıl, Dil Derneği’nin yayın organı ‘Çağdaş Türk Dili’ dergisinin yayın yönetmenliği görevini yaptı. ‘Türktarım’ dergisinin her sayısında Yaprak genel başlığı altında yazdı. ‘Telgrafhane Sanat’ bilgisunar dergisi yayın yönetmenidir.3 ‘Sami N. Özerdim ve Yapıtları’ (1918-1997)”, M.Türker ACAROĞLU, Türk Kütüphaneciliği 11, 2(1997), s.184-191.4 ‘Özyaşam Öyküsü’, Sami N.ÖZERDİM (Ardından - Ölümünden sonra yayınlanmıştır), Kebikeç / Sayı 5, 1997.5 Sinoloji: Çinbilim.6 László RÁSONYİ (1899-1984), Eski Türk kavimlerinin tarihi ve Türk-Macar ilişkileri konusundaki çalışmalarıyla tanınan ve Türkiye'deki Hungaroloji Ana Bilim Dalı'nın kurucusu Macar Türkolog.7 Resimde Latin harfleriyle alfabe örneği gösterilmiştir, (Türkiye İş Bankası Müzesi’ndedir).8 Aşere-i Mübeşşere: Yalvaçımızın (Peygamberin), sözde(!) cennetlik olduklarını muştuladığı on Arap ileri geleni (Kur’an’da geçmez; yalnızca bir söylentidir.)9 Safardi’ler adı verilir.10 Avrupa ve modern matbaacılığın doğuşu: 1450'de Johannes Gutenberg, ortağı Fust ile birlikte Almanya'nın Mainz kentinde metal harflerle basım tekniğini matbaaya uygulamıştır.11 “Yıllardır savsaklanmış kitap” sözüyle burada kastedilen kitap ‘Söylev’dir, Atatürk’ün Nutuk adlı büyük yapıtıdır.12 ‘Söylev’: Hıfzı Veldet Velidedeoğlu tarafından günümüz türkçesine uyarlanan; izmir suikasti girişiminden sonra kaleme alınmış ve CHP kurultayında okunmuş, resmî tarihin en bereketli, gür ve birinci elden kaynağıdır.