İtalya'da yayımlanan, flüt dergisi Falaut, İDSO ve BİFO'nun solo flütçüsü bülent evcil ile bir söyleşi yayımladı. Evcil'in tüm öyküsü ve görüşlerinin yer aldığı söyleşi şöyle:
En baştan başlayalım: Flüte olan tutkunuz nasıl doğdu? Şans mı, yoksa kader mi?
Aslında bu konservatuara ilk başladığım zamandaki giriş sınavıyla alakalı. Türkiye’de benim çocukluğumda konservatuara giriş sınavları ilkokulu bitirdikten sonra yapılırdı ve iki aşamalı olurdu. Bu iki aşama içerisinde birincisinde kulak sınavı yapılırdı ki 5-6 sese kadar duymak gerekiyordu. Bu sınavı geçtikten sonra da enstruman seçimi sınavı yapılırdı. Ben viyolonsel çalmak isteyen 10 yaşında bir çocuktum. İlk sınavı başarıyla geçtikten sonra jürinin önüne gelip viyolonsel çalmak istediğimi söylediğimde viyolonsel hocası yanıma yaklaşıp ellerimin küçük olduğunu, ileride zorluk çekebileceğimi söyledi. Flüt hocası rahmetli Prof. Mükerrem Berk ise flüte çok yatkın olduğumu, iyi bir flütçü olabileceğimi, fiziksel özelliklerimin uygun olduğunu ama dünyada ve Türkiye'de bu enstrumanı çalan çok sayıda müzisyen olduğunu ve ancak çok çalışırsam bir yerlere gelebileceğimi söyledi. Ben ısrarla viyolonsel çalmak istediğimi ve dışarı çıkıp babama sormak istediğimi söyledim. Tamam çıkabilirsin dediler ve babamın yanına gittim. Babam müzik öğretmeniydi, bana jürinin yanına geri dönmemi, hangi enstrumanı öneriyorlarsa onu kabul etmemi, bu konuda duayen olduklarını söyleyerek beni ikna etti. İçeri girdim ve ‘peki, flüt çalmayı kabul ediyorum’ dedim. Böylece flüte başlamış oldum..
Eğitiminiz sırasında önce Prof. Mükerrem Berk, sonra Marc Grauwels, Jean Michel Tanguy ve Sir James Galway’le çalıştınız. Her birinin sizde bıraktığı izler nelerdir?
Gerçekten çok şanslı bir öğrencilik dönemi geçirdiğimi düşünüyorum. Hep çok doğru ve iyi yürekli insanlarla eğitim gördüm. Mükerrem Berk gerçekten Türkiye’deki en büyük duayenlerden birisiydi. Sadece bir flüt sanatçısı değil; aurası çok yüksek, bir İstanbul beyefendisiydi. Bana sadece flüt öğretmekle kalmayıp çorabımdan kravat bağlamaya kadar, doğru kemer seçiminden doğru ceket, takım elbise seçimine kadar herşeyle ilgilenip hayat dersleri de veren, son derece iyi bir pedagogdu. Duygusal gelişme ve ergenlik dönemimdeki yükselişlerim, depresyon hallerimde beni çok iyi dengeleyen, bunların farkında olan, bazı dönemlerde flüt çalmak istemememe rağmen flütü sevdirmekle uğraşan çok kıymetli bir insandı. Kendisi sınıfta sürekli flüt çalardı, yani çalmayan bir hoca değildi ki bu çok önemliydi. En önemli özelliklerinden biri de bizi gururla her tarafa sunmaya, TV ve radyolara çıkartmaya çalışması, yurtdışında tanıdığı diğer flütçü meslektaşlarına tanıtma çabası, Christian Larde ve Jean Pierre Rampal’a benim için mektup yazması, burs alıp henüz 16 yaşındayken Fransa’da Christian Larde ile çalışmama vesile olması gibi uluslarası alanda da önümü açan, bana ileride solist olduğum zaman bu işten ne kadar zevk alabileceğimi o dönemden tattırma çabasında olan çok kıymetli bir hocaydı.
Konservatuarı 2 kez sınıf atlayarak bitirdikten sonra Brüksel Kraliyet Konservatuarı’na, Avrupa’da eğitimime devam etmeye gittim. Orada Marc Grauwels’in öğrencisi oldum. Marc olağanüstü, gerek muzip, gerek ‘Mozartvari’ kişiliğiyle bir rahatlık ve özgüvenle flütün nasıl çalınabileceğini, tonda gelişimin nasıl sağlanabileceğini öğretti. 6 ay içerisinde inanılmaz bir ses derinliği sağlayarak tonuma katkıda bulunan bir hocaydı. Onunla da hayat dersleri, hayatın sadece flüt çalmaktan ibaret olmadığı, kız arkadaşların öneminden doğru yemek yemenin önemine kadar hayatın zenginliklerini kapsayan çok güzel bir dostluk ve hocalık ilişkimiz oldu.
Daha sonra Mannheim Musik Hochschule’de Jean-Michel Tanguy’la okudum. Tanguy ile müthiş bir stil öğrenme süreci yaşadım. Mannheim zamanında Mozart’ın yaşadığı bir yer olduğundan Mozart çalma, Barok çalma, vb stilleri çalıştım. Tanguy gerçekten çok uzun saatler stil konusunda bana emek vermiş, mezür mezür, inatla beni çalıştıran çok değerli bir hocaydı.
Hayatımdaki en önemli nokta ise Sir James Galway’in talebesi olma şansı oldu. O, uluslarası düzeyde bir solist olarak sahne üzerinde çalmanın getirdiği ustalıkları ve o ustalıklar içerisindeki virtüooziteyi, orkestracı olarak da Berlin Filarmoni’den gelen deneyimleriyle, müthiş bir harmanla ve özgüvenle beni ileriye taşıdı. Sadece flüt öğretmekle kalmadı, aynı zamanda kariyerimde de konserler, uluslarası festivallerde yer almam, uluslararası orkestralarda birinci flütçülük gibi yerlere gelmemde de bana hocalığının ve referansının büyük faydası oldu. Bunlar arasında en önemlilerinden biri de Lorin Maazel’in orkestrasında Arturo Toscanini Filarmoni’de 2 yıl süreyle 1. flütçü olarak çalışmamdır. Bu orkestrayla yaptığım turnelerde Lorin Maazel çok iyi bir flütçü olduğumu söyledi. Bu benim gözlerimi yaşartan, tüylerimi diken diken eden bir olaydı çünkü hayatımda o zamana kadar çaldığım en büyük şefti ve büyük bir heyecanla kendimi ona kanıtlayacağım, güzel çalacağım diye büyük bir çaba içerisindeydim. Ve onun dudaklarından dökülen ‘very good’ sözleri hayatımda beni çok mutlu eden, benim çalışmalarımın, eğitimimin, iyi bir flütçü olmak için çabaladığım herseyin sanki bir zirvesi gibi iki tanecik kelimeydi.
SirJames Galway’e çok şey borçluyum. Kendisinden flüt çalmakla ilgili çok şey öğrenmekle kalmadım, bunun ötesinde benim için tüm flüt kariyerimi şekillendiren büyük bir mentor oldu, hayat ve her konuda bana çok şey öğretti. Hala kendisini yakından takip eder, hala ustalık sınıflarında bir şeyler öğrenerek o öğrencilik zevkini hiç bitirmeme çabasında olduğum en değerli hocalarımdan biridir kendisi.
İçlerinde ‘Türkiye Ulusal Nefesli Enstrumanlar Yarışması’, ‘Wolfgang Hoffmann Nefesli Enstrumanlar Yarışması’ ve Dublin’de ‘4. James Galway Uluslararası Flüt Semineri En İyi İcracı Ödülü’ de olan birçok yarışma kazandınız. Yarışma kazanmak sizce ne kadar önemli?
Öğrenciyken yarışma kazanmanın gerçekten çok önemli olduğunu düşünüyordum. Fakat yaşım ilerledikçe yarışmalardaki stresin ne kadar yıpratıcı olduğunun da farkına vardım. Hocam Sir James Galway’le bunu tartıştığım zamanlarda, ki Jimi şu anda dünyada herhalde flütle alakalı en büyük kariyeri yapmış müzisyenlerden, ‘ben hiçbir yarışma kazanmadım biliyor musun Bülent’ demişti bana. Ben çok şaşırmıştım mesela buna. Bildiğiniz gibi kendisi Berlin Filarmoni ve Londra’daki tüm büyük orkestraların sınavlarını birinci flütçü olarak kazanmış müthiş bir müzisyen. Bu tip orkestra sınavlarında başarılı olmak yarışma kazanmaktan çok daha önemli. Yarışma kazanmak tabii ki çok büyük bir gurur meselesi, onun getirdiği ödüllerle birkaç konser, bazı kayıtlar yapabiliyorsunuz, para kazanabiliyorsunuz ve öğrencilik dönemlerinizde çok önemli oluyor. Bir de tabii ki ‘şu yarışmayı kazandı’, ‘şu çocuğu biliyor musun’ diye konuşulmaya başlanıyorsunuz. Bu da size yeni iş imkanları, orkestralarda tanınırlık sağlıyor. Dolayısıyla bir orkestrada pozisyon kazanmanızda, size olumlu bakılmasında, çeşitli konserlere çağrılmanıza da etken olabilir. Yani tanıtımınıza katkıda bulunabilir bir ‘hiç kimse’ iseniz. Ama yarışma kazanmadınız diye hiç kimse kalacaksınız diye de birşey yok. Kesinlikle hiçbir yarışma kazanmamış insanların çok güzel kariyer yaptığı da bir gerçek, çok önemli yarışma kazanmış insanların kariyerlerinin çok aşağı düşebildiği de bir gerçek. Dolayısıyla iyi bir kariyerin bir denge içerisinde, insanın kendisiyle özdeşleşmesi ve çalışmalarının ve yeteneklerinin birleşerek geleceğe taşınmasıyla alakalı bir şey olduğunu düşünüyorum. Yarışmayla alakalı olduğunu düşünmüyorum.
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın solo flütistisiniz. Sizce bir müzisyenin hayatında orkestra tecrübesi ne kadar önemli?
Orkestrada çalmaya bayılıyorum! Şahsen ben kendimi buluyorum. Hayatımda her zaman, İstanbul Devlet Konservatuarı’da öğrenciyken bir orkestrada 1. flütçü olarak çalmak en büyük hayalimdi. Bunu gerçekleştirdiğim için çok mutluyum ve mesleğini severek yapan kişilerden biri olduğum için kendimi çok şanslı görüyorum. Orkestrada çalarak aynı zamanda solistlik yapan nefesli sazcıların çok daha farklı solistler olduğuna da ayrıca inanıyorum. Çünkü orkestra tecrübesinde kazanabileceğiniz; birlikte çalmak, entonasyona dikkat etmek, senkronizasyona dikkat etmek, tonunu dengelemek, cümlelemelerde nerede daha önde, nerede daha geride olacağını bilmek, solistliğinizde de size büyük katkı sağlıyor. Dolayısıyla orkestra tecrübesinde kazandıklarınız; oda müziği, solistlik, duo, trio vb diğer tüm branşlarda da büyük bir avantaj sağlıyor. Orkestrada çalmayı üst sınıf bir iş olarak görüyorum ve her zaman en iyisini yapmak için çaba sarfediyorum. Orkestra sololarını ezberliyorum, unutmamak için de sürekli tekrar ediyorum. Her geldiğinde de büyük bir heyecanla ve yeni bir yorum katarak, tabii şefin de istekleri doğrultusunda icra etmeye çalışıyorum.
Oda müziğiyle ilgili düşünceleriniz?
Hayatımda oda müziği yapacak fazla zamanım olmadı. Ama oda müziğinin çok kıymetli olduğunu, hele aynı orkestradaki tahta nefesliler arasından seçilen arkadaşlarınızdan oluşursa orkestraya da büyük katkı sağladığını, renklerin uyumunu ve orkestradaki tınıyı çok ilerlettiğini düşünüyorum. Mesela değerli dostum Fazıl Say ‘Alevi Dedeler Rakı Masasında’ isimli bir oda müziği eseri yazdı. Biz bunu kayıt ettik, CD ve DVD olarak basıldı, bu büyük bir zevkti. Uluslararası oda müziği gruplarıyla da solist olarak çalma şansım oldu ama aslında bu alanda daha fazla ilerlemeyi istiyorum. Bir nefesli sazlar beşlisi kurmuştum Fazıl’ın eserini yaparken, Türkiye’nin gerçekten kıymetli nefesli sazcılarından oluşturmuştum. Onu biraz daha ilerletmek, konserler yapmak ve daha çok zaman ayırmak istiyorum. Aslında bu benim içimde ukde olan bir konu.
Milan Teatro Alla Scala’da gerçekleşen Flautomania Festivali ve Salerno Üniversitesi’ndeki Falaut Campus Festivali gibi birçok festivale davet edildiniz. İtalyan flüt festivalleriyle ilgili düşünceleriniz neler?
Falaut festivallerine ilk davet edilişim, değerli dostum, mentorum Raffaele Trevisani sayesinde gerçekleşti.
Son derece değerli ve sadece Avrupa degil, dünyada da ses getiren bu festivallerde yer almak, festivalin en iyi konser ve performanslarını içeren CD’ler yapılması, o CD'lerde Emmanuel Pahud gibi çok iyi meslektaşlar arasında benim konserimin de yer alması hem manevi açıdan, hem de özgüven açısından bana dönerek beni daha iyi bir enstrümanist yaptı.
Ayrıca bu festivaldeki konserlerimde inanılmaz üst düzey kişi ve icracılarla dostluklar kurma ve kendimi dinletme şansım oldu. Sir James Galway’in bir konserimde izleyiciler arasında olması bunlara en önemli örnektir.
Tabii bu festivaller arasında Flautomania’da Scala OperasI’nda Patrick Gallois ile sahnede olduğum konser, hayatımda en unutulmayacak olaylardan biriydi. Mutluluktan ve zevkten gerçekten ayaklarımın yerden kesilip uçtuğumu hissettiğim bir icra ortaya çıkmıştı. Unutulmaz bir anı ve tecrübedir.
Falaut Campus ise uluslararası alanda tüm ülkelerden flütçüleri bir araya getiren, değerli icracılarla uluslararası öğrencileri bir araya getiren büyük bir organizasyon. İtalya’yı dünyada önemli bir flüt eğitim merkezine çevirdiğini düşünüyorum. Bu fırsattan istifade, Sayın Salvatore Lombardi ve Falaut Dergisi’ne bu etkinlikleri düzenledikleri ve flüt cemiyetine yaptıkları katkılar nedeniyle tüm flütçüler adına şükranlarımı sunmak isterim.
Kişisel olarak bu güzel etkinliklerde her zaman yer almayı arzu ediyorum. Genç flütçülere tecrübe ve bilgilerimi aktarmaktan onur uyarım.
Solist olarak birçok farklı ülkede; Brezilya’da Sao Paolo Devlet Senfoni Orkestrası, Avrupa’da Lorin Maazel ile A. Toscanini, Asya’da İtalyan Ulusal orkestrası gibi farklı bir çok önemli orkestralarla çalıştınız. Bu orkestralar arasında nasıl farklar gözlemlediniz?
Her ülkenin kendi müzisyenlerinden oluşan orkestralar o ülkenin havasını ve müzik yeteneklerini ortaya çıkartıyor. Ben İspanya’da da çalıştım, Murcia Senfoni Orketrası’nda, Brezilya’da çalıştım, İtalya’da çalıştım ve gerçekten tamperemanlardaki farklılıkların sizi etkilediğini ve orkestra içindeki çalış şekline derhal uyum sağlamanız gerektiğinin farkına vardım. Bir İtalyan orkestrasıyla bir Brezilya orkestrasının repertuvara yaklaşımları arasında fark oluyor. Brezilya’daki Sao Paolo Orkestrası uluslarası düzeydeki, dünyanın farklı orkestralarında çalan Brezilyalı müzisyenleri ülkesine çekerek, onlara güzel bir maaş vererek oluşturulmuş, Latin Amerika’nın en iyi orkestrasıydı. Çalması çok zevkliydi. Mesela orada Brezilyalı besteci Heitor Villa- Lobos’un ‘Chorôs’ larını kaydettim. Dokuz Chorôs‘unu ki bunlarda büyük flüt soloları vardı. Düşünün bir Türk gidiyor 1. flütçü olarak ve orada Brezilya müziğini solo olarak kaydediyor. Tabii muhteşem bir şeydi ve Brezilyalı olma çabası içerisinde çalmaya çalıştım flütü. Bu oradaki Brezilyalı müzisyenler ve şef tarafından çok güzel tepkilerle karşılandı. Bu da beni çok gururlandırdı. Repertuavarlar içerisinde ülkelere uyum sağlamak çok önemli, ülkelerin değişik çalışlarına da repertuvarlar biraz uyum sağlıyor.
İTÜ’de hocalık yaptınız, Türkiye'de, Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, ABD ve Latin Amerika’da ustalık sınıfları vermektesiniz. Öğretmenliğe ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz? Öğretmenlik çalışınızı etkiliyor mu?
Hayatımda 10 yıl öğretmenlik yaptım İTÜ Müzik İleri Araştımalar Merkezi’de. İki orkestrada birden solo flütçü olmam ve ayrıca solistlik kariyerimin dünyada ilerlemesi öğretmenliğe zaman ayırmamı engelledi. 10 yılın sonunda öğretmenliği bıraktım ancak uluslarası alanda ustalık sınıfı çalışmalarına, davet edildiğim, konser verdiğim ülkelerde ustalık sınıfları vermeye devam ettim ve bundan büyük zevk alıyorum. Ustalık sınıfı çalışmalarımda 3-4 dakika içerisinde bir çocuğu değiştirmeyi, onu ilerletmeyi çok seviyorum. Bunu başarabildiğim zaman hoca olarak mutlu oluyorum. Hocalığın yorucu bir iş olduğunu biliyorum. Çünkü üzerinizdeki tüm bilgi ve yeteneği öğrencinize aktarmanız gerekiyor. Bunu aktarırken gerçekten bir tükenişe sürüklenebiliyorsunuz. Dolayısıyla hocalık kutsal bir görev. Türkiye’nin yanısıra Makedonya’da, Yunanistan’da, Bulgaristan’da, Slovenya’da, Slovakya’da, İtalya’da, Almanya’da, ABD’de, Latin Amerika’nın birçok yerinde ustalık sınıfları yaptım ve gururla yapmaya devam ediyorum. Her yaz Türkiye’de uluslarası bir ustalık sınıfı düzenliyorum. Onu da geleneksel hale getirme çabalarım var.
Yakın zamanda Patrick Gallois’nın şefliğini yaptığı enteresan bir Aram Kachaturian konser kaydınız oldu. Bu proje nasıl hayata geçti?
Patrick Gallois benim hocalarım arasında değil ama hocalarım kadar kıymetli, çok şey öğrendiğim, dünyanın en büyük flütçülerinden biri. Kendisi aynı zamanda çok iyi bir şef ve olağanüstü kalbe sahip çok değerli bir müzisyen. Kendisi İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’na eşiyle birlikte bir proje sundu. Bir senfoni çalınacak ve eşi de arkada resim yapacaktı. Benim de solist olmamı istedi. Büyük bir gurur ve zevkle kabul ettim. Kachaturian Flüt Konçertosu’nu çalmak istedim. O da bu eseri Rampal dışında hiç çalmamış ve bilmiyordu. Ben Galway versiyonunu çalmak istediğimi söyledim, o da çok heyecanlandı ve çok değişik olacağını, ilk kez bu versiyonu öğreneceğini ve çalacağını söyledi. Proje böyle gelişti ve gerçekleşti. Son derece duygusal, ruhu zengin ve çıtası yukarıda bir konser ortaya çıktı. Bunu kayıt altına aldık, canlı bir konser kaydı oldu ve sanırım en üst seviye Khatchaturian kayıtlarından biri oldu dünyadaki.
Belçika Kraliyet Sanat Teşvik Madalyası kazanmanız sizin için ne ifade ediyor?
Çok gençtim. Belçika’da okuyordum ve henüz 21 yaşındaydım. Oradaki Mons konservatuarında düzenlenen bir yarışmada oda müziği dalında sevgili dostum Muhittin Dürrüoğlu’nun yazdığı bir eseri seslendirdik ve birinci olduk. O birincilik sonrası Belçika Kraliyet Sanat Teşvik Madalyası ile ödüllendirildik Muhittin ve ben. Orada okuyan bir yabancı öğrenciye böyle bir madalya verilmesi beni çok mutlu etmiş ve gururlandırmıştı, ileride yapabileceklerim için bir adım olmuştu. Hala dönüp baktığımda o günkü heyecanımı ve gururu hatırlıyorum.
2010 senesinde Andante klasik müzik dergisi tarafından En İyi Üflemeli Çalgılar Sanatçısı ödülü aldınız. Bu ödül sizin için ne ifade ediyor?
Son yıllarda harika bir tiraj ve okuyucuya ulaşan ulusal bir müzik dergisi olan “Andante” o yıl ilk kez ulusal çapta yılın en başarılı sanatçılarını seçmeye başlamıştı. Sadece flüt değil, tüm nefesli sazlar alanında verilen bu ödülün tarafıma verilmesi hem ilk kez veriliyor olması, hem de tüm nefesli sazcılar arasından beni seçmeleri açısından tabii ki beni çok mutlu etti ve gururlandırdı.
Günümüze kadar devam eden ve artık klasikleşen bu ödüllerin ülkemizin sanatçılarına verilen değeri temsil ettiğini ve müzisyenlere güzel bir hedef ve heyecan verdiğini düşünüyorum.
İtalyan Flütçülerle ilgili düşünceleriniz neler?
Benim en yakın flütçü dostlarım İtalyanlar. Sir James Galway’in uluslararası ustalık sınıflarında, çok gençken bir çok İtalyan flütçü arkadaşlarımız vardı katılan. Dünyanın geri kalanı ve İtalyanlar olarak futbol maçları düzenlerdik. İtalyan flütçü dostlarım beni hep İtalyan takımına alırlardı. İtalyan flütçülerin flütteki şarkı söyleyerek çalışları olağanüstü düzeydedir. Bunu İtalyan Belcanto ekolünün flüte yansıması olarak adlandırabilirim ve onu öğrenmek için hayatım boyunca çaba göstermişimdir. İtalyan doslarım sevgili Raffaele Trevisani, Andrea Oliva ve Davide Formisano hem dostum, hem meslektaşım hem de birbirimize sürekli bir şeyler öğrettiğimiz, hayatı paylaştığımız arkadaşlarımdır. Özellikle Raffaele’nin hayatımda çok simgesel etkileri olmuştur. Gençlik yıllarımda evinde kalmışımdır, beni eğitmiştir, zaman ayırmıştır, hocalık yapmıştır. Bunlar benim için unutulmaz şeyler. Daha sonrasında kendisiyle bir CD kaydı yapma şansım oldu, birçok konserde çaldık birlikte. Andrea ile, Davide’yle de birlikte çaldım. Hepsiyle ayrı ayrı büyük bir zevkle hem festivallerde, hem de çeşitli ülkelerde konserlerde birlikte çaldık. Hepsi de çok başarılı, ses getiren, insanların ayakta alkışladığı etkileyici konserler oldu. İtalyan flüt ekolü ve italyan flütçüler benim hayatımda çok önemli yer tutar. İtalya’ya geldiğimde kendimi bir italyan gibi hisseder ve italyan flütçüler gibi çalabilmekten gurur duyarım.
Bilginin bu kadar yoğun olduğu bir dünyada Falaut dergisi gibi girişimlerin desteklenmesi ne kadar önemli? Abone olma nedenleri neler olabilir?
Uluslarası düzeydeki flüt dergileri bence çok önemli ve flütçüleri bir arada tutan oluşumlar. Sosyal medyada yer alan bilgiler hızlıca geçilip unutuluyor ama bu bilgilerin bir yayında basılı olarak yer alması bilginin kalıcı olmasını, konuyla ilgilenen kişilerin her zaman geriye dönüp bakabilmelerini ve bilgiyi bulabilmelerini sağlıyor.
Gelecek projeleriniz neler?
Gelecek projelerim arasında Naxos’tan bir CD kaydı var; Türk flüt konçertoları. Ayrıca Fazıl Say’ın benim için bestelediği Flüt Konçertosu’nun Camerata Salzburg tarafından bir kaydı gerçekleştirildi. Yine Fazıl Say’ın flüt solo için bestelediği eserlerin kaydı gerçekleştirildi ve bunların hepsi bir CD olarak yakında çıkacak. Bunun yanında bu eseri uluslararası orkestralarla çalma olanağımız olacak, tabii bu pandemi sürecini atlattıktan sonra.
Okuyucularımıza ve genç flütçülere vermek istediğiniz mesajlar?
Muhakkak kendinize yatırım yapın. Bunu yaparken para harcamaktan çekinmeyin. Para biriktirin ve uluslararası büyük flütçülerin ustalık sınıfı çalışmalarına katılın. Meslektaşlarınızdan uzak durmayın. Çok çalışın, gerçekten sevdiğiniz ve istediğiniz ekolleri takip edin ve en çok beğendiğiniz hocaların sınıfına girmeye çalışın. Hayatınızda yetenek ve çalışma birleştiğinde bunun hangi kapıları açacağı hiç belli olmuyor. Çok başarılı bir soliste, orkestracıya ve hocaya dönüşebilirsiniz. Sevmek, arzulamak ve çalışmak her şeyin yarısı. Bir de şans ve sizi destekleyen doğru insanlarla doğru yerlerde bulunabilirseniz kariyeriniz her zaman ilerleyecektir. Çalışın, çalışın ve çalışın.
İyi Şanslar!
Teşekkürler..