“Bu eserin tüm hakları yayın Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”
49
SOVYETLER BİRLİĞİ’NDEN AMCALARINI ARAMAYA GELEN YEĞEN
Demirperdenin ayırdığı kardeşler yaşamlarının sonuna dek birbirlerinden haber alamamışlar. Demirperde aralanınca, bacılarından Umhanım’ın oğlu İsabey Efendiyev Türkiye’ye dayılarını aramaya gelmiş. Çalışkan, sanatkâr bir adam olduğu için fotoğrafçılıktan çok para kazanmışmış. (Sovyet döneminde bunu nasıl başardığını daha sonra göreceğiz.) Paralarını cebine koyup eşi Leyla Efendiyeva ile birlikte İstanbul’a gelmişler. Ellerinde bir tek Ömer Bey’in İstanbul’dan gönderdiği bir mektubun zarfı varmış. Zarftaki adrese, Beyoğlu Büyükparmakkapı Sokağa gitmişler ki kimse Ömer Haydaroğlu adını duymamış. Oradan postaneye uğramışlar. Galatasaray Postanesi, onları merkez postaneye -Eminönü’ne- yönlendirmiş.Bugün PTT Müzesi olan Eminönü Postanesi
Eminönü Postanesi’nde görüştükleri kişi, “Siz iki gün sonra şu saatte gelin; emekli bir posta dağıtıcımız var, o gün buraya uğrar; bir de ona sorarsınız, belki ismi hatırlar” demiş. Söylenen günde Eminönü’ndeki postaneye yine gitmişler, emekli posta dağıtıcısını bulmuşlar. Adam, eline zarfı almış, “Ömer Haydaroğlu” adını yineleyerek bakarken birden “Gayrettepe!” diyivermiş! Gerçekten de Ömer Bey Beyoğlu’ndan sonra Taksim’de Aydede Caddesi’ne taşınmış; en son da Gayrettepe’de oturuyordu.Yeğeni evini bulup gittiğinde Ömer Bey artık hayatta değildi. O adreste büyük oğlu Ali Haydaroğlu ile hanımı yaşıyordu. İsabey, onun aracılığıyla İbrahim dayısının İstanbul’daki küçük kızı Şermin’le de görüştü. Onun evinden Ankara’daki, İzmir’deki dayı çocuklarına telefon etti. İbrahim Bey’in kızı Fatma’yı da aradı, ama o sırada yurtdışında olduğu için konuşamadılar. Memlekete dönünce haberleşmeleri bir süre devam etti. İsabey Kiril alfabesiyle yazıyor, fotoğraflar gönderiyordu. En son doğan torununa Şermin adını vermişti. AZERBAYCAN’DA İSABEY DAYI’NIN İZİNDE2008’de ilk kez Azerbaycan’a giderken kardeş çocuklarının ilk buluşmalarının üzerinden 20 yıla yakın bir zaman geçmiş, sonra haberleşme yeniden kesilmişti… Bu kez, akrabaların peşine düşme sırası bendeydi. Benim de elimde –annemin Kafkasya’da kalmış Umhanım halasının oğlu- İsabey dayıdan gelmiş bir toplu aile fotoğrafı vardı. Fotoğrafın arkasında çocuklarının, torunlarının, gelinlerinin, damatlarının isimleri yazıyordu. Şermin teyzem artık hayatta değildi; eşi Faruk eniştemden İsabey Efendiyev’in Azerbaycan’daki telefon numarasını almıştım. Bakü’ye gider gitmez elimdeki numarayı aradım: o numara artık kullanılmamaktaydı! Telefon numaraları değişmişti. Türkiye’de eski telefon numaralarının önüne yeni numaralar eklenmişti, acaba orada da öyle bir değişiklik mi yapılmıştı? Yok; eski numaradan yenisine ulaşma olanağı yoktu! Sağa sola danıştım. Sonunda, Nüfus İşleri’ne gidip isim vererek Bakü’de yaşayanlara ulaşabileceğimi söylediler. İbrahim Bey’in hiç görmediği yeğeni İsabey Efendiyev’in kızlarının soyadı değişmiş olduğu için onları soramazdım; ama oğlu, gelini ve çocukları, bendeki bilgiye göre, Bakü’de yaşıyordu. Heyecanla TRT’nin Bakü temsilciliğinde görev yapan Dursun Bey’in kullandığı araca bindim. Ahıskalı bir Türk olarak Sovyetlerin dağılmasından sonra yurtsuz kalıp Azerbaycan’a yerleştirilenlerden olduğu için benim heyecanımı anlıyordu. Nüfus İşleri Müdürlüğünün küçük, köhne binasına girdik. Üstüste yığılmış dosyaları, eski masalarıyla burası artık Türkiye’de görmediğim, çocukluk anılarımdan kalma devlet dairelerine benziyordu. Burada aradığım bilgiyi bana nasıl vereceklerdi?... Çok genç, üniversite öğrencisi görünümlü bir kadın memura İsabey Efendiyev’in oğlunun adını verdim. Baktı. Sonra başını sallayarak: “Bakü’de o isimde biri yaşamıyor!” dedi. Bu kez, onun kızı, İsabey dayının torunu Umhanım Efendiyeva’nın adını verdim. Baktı, Bakü Devlet Üniversitesi’nde öğrenci olduğunu söyledi. Yüreğim ağzıma gelmişti. Adresini verdi. Meğer görünüşe aldanmamak gerekirmiş: bu köhne yerde aranan bilgiye ulaşılabiliyormuş!Sovyet döneminden kalma toplu konutlar
Bu arayışta bana yoldaşlık eden Dursun Bey’le çıktık, arabaya bindik. Şehrin daha önce hiç gitmediğim bir bölümüne, Sovyet döneminde yapılmış blok apartmanlardan oluşan bölümlerinden birine gittik. Ülke çapında konut açığını hızla kapatmak için Kruşçev’in gözetiminde yapılan, Kruşçyovka denilen toplu konutların en büyüğünün 60 metre kare olduğunu okumuştum. Ama benim gördüğüm Sovyet konutlarının tümü daha büyüktü. Nüfus Müdürlüğünden verilen adresi bulduk. Arabadan indik. Binalara giriş cadde üzerinden değil, arkadaki ortak bahçelerdendi. O blok mu, bu blok mu; o giriş mi, bu giriş mi, diye bakındık. Bize verilen adreste “Menzil: 5” (Kat:5) yazıyordu. Sovyet yönetimi çalışanların hepsine ev yapmıştı, ama beş katlı evlerin asansörü yoktu. Heyecanımı duyumsayan Dursun Bey, “Ben şu binanın üst katına çıkıp bakayım; doğru adresse sizi çağırırım; yoksa boşuna yorulmayın” dedi. Bekleyemezdim: o önden, ben arkadan, tırmandık merdivenleri. Kapının zilini çaldık. Neden sonra, açıldı. Atletli, iri yarı, sarışın bir delikanlı açtı kapıyı. Rusça konuşuyordu. O Dursun Bey’le konuşurken ben de içimden şaşkınlıkla, “Yoksa, torun Umhanım’ın Rus erkek arkadaşı mı varmış?” diye geçiriyordum. Genç adam içeri girdi. Biz bekledik. Az sonra, dingin duruşlu bir kadınla 10-12 yaşlarında bir erkek çocuk belirdi kapıda. İsabey dayının gelini ile torunu İsabey karşımdaydılar. (Nüfus Müdürlüğünde adını ilk verdiğim oğlu, artık Moskova’da yaşıyormuş.) Onlar da bu habersiz konuk karşısında şaşkındılar. Meğer evde boya badana yapılıyormuş: kapıyı açan, Rus boyacıymış!Sumgayıt'ta İsabey Dayı ile eşi Leyla Efendiyeva'nın arasında.
Ertesi gün, küçük İsabey beni dedesinin Sumgayıt’taki evine götürdü. Sağında solunda birbirine benzer blok apartmanlar olan ağaçlıklı bir caddede minibüsten inip geniş bir avluya girdik. İyi tasarlanmış ama bakımsız kalmış Sovyet konut dizilerinden birindeydik yine. Merdivenleri tırmandığımızda küçük İsabey’in babaannesi Leyla Hanım kucak açtı bize. Az sonra odaya giren İsabey dayı- İbrahim Bey’in bacısı Umhanım’ın oğlu- boyu posu, sesiyle kocaman bir adamdı. Gözlerinde kapkara gözlükler vardı. “Hoşgelmişsen, Mina!”dan sonra bana ilk sözü: “Keşke gözlerim kör olmadan gelseydin!” oldu. Sarı nokta hastalığına bir türlü çare bulamamış, görme yetisini bir süre önce bütünüyle yitirmişti. Kafkasya’da geride kalanların öyküsünü ondan dinledim.*
Bu bölümün sonunda Fikret Amirov’un “Men seni araram” adlı bestesini dinleyebiliriz: https://youtu.be/tmyFoIdHzWwDEVAMI YARIN
( Yarın: Kafkasya’da Geride Kalanlar)
“Bu eserin tüm hakları yayın Sanattan Yansımalar internet sitesiyle yazarı Mina Tansel’e aittir. Tanıtım için dahi olsa kısa alıntı veya bütünüyle yayın yazarın ve yayıncı internet sitesinin yazılı izni olmaksızın yapılamaz.”