"Yeni Müzik Balonunun Ne Söylediği Beni Pek İlgilendirmiyor."
Aldığı ödülleri ve siparişleri uzaktan da olsa ilgiyle izlediğim, müziklerinin bir bölümünü internet üzerinden, birini ise canlı olarak dinleme olanağı bulduğum besteci Mithatcan Öcal (1992, İskenderun), ne yazık ki Türkiye’den çok başta Almanya olmak üzere Avrupa’da tanınıyor. Öcal, Münih Bienali’nde sahnelenen ilk operası Defekt başta olmak üzere, besteciği konusunda sorularımı cevaplandırdı.Önce sizi ilk operanızın Münih Bienali’nde sahnelenmesi nedeniyle kutluyoruz. Bu operayı bestelemeye nasıl giriştiniz? Kişisel ilişkiler mi, yoksa doğrudan bir sipariş mi geldi?Bana bir opera yazma teklifini yapan Münih Bienali sanat direktörlerinden biri olan Manos Tsangaris’i kişisel olarak tanımıyordum. 2018 senesinde Berlin Sanat Akademisi’nin sanatçı misafir programı çerçevesinde geçirdiğim süre içinde, orada bulunan diğer bestecilerle beraber kısa bir sunum yapmamız istenmişti. Manos Tsangaris’in orada müziklerimden bazı kesitlerini dinlediğini hatırlıyorum. Berlin’den İstanbul’a döndükten yıllar sonra, kendisi bana 2024 Münih Bienali için bir opera bestelememin mümkün olup olmayacağını sordu. Ben de bu reddedilemeyecek teklife elbette olumlu cevap verdim. Yani bir anlamda piyango vurdu diyebiliriz.Opera üzerindeki çalışmanız ne kadar sürdü?Müziğin bestelenmesi tam olarak dokuz ay on iki gün sürdü. Ardından, orkestral indirgemelerin piyanist tarafından çalınabilecek hale getirilmesi, yayınevi ile partilerin hazırlanması ve provalar esnasında beliren sorunların düzeltilmesiyle birlikte bu süre bir yıla uzadı. Bu süre zarfında ne gibi zorluklarla karşılaştınız?Besteleme aşamasında ne gibi zorluklar yaşadığım konusunda çok fazla şey söyleyebilirim. Özetlemeye çalışayım:Birincisi, teslim tarihi belirlenmiş uzun soluklu bir sahne müziği bestelerken, her gün düzenli olarak çalışmanız gerekliliği, ara verdiğiniz takdirde müziği bitirememe ihtimalinin getirdiği stres: Her gün on saniye, ayda beş dakika, bir yılda bir saat yapıyor. Ben bazı günler fazlasını, bazı günler azını yazdım. Fakat her gün yazdım. Hasta olsam da, yolda olsam da, ya da üşeniyor olsam da her gün çalıştım. İçimdeki 'kaç-kurtul' içgüdüsüne karşı geldim ve besteleme sürecinde diğer insanlarla yaşadığım çatışmaların zaman kaybı yaratmasını umursamadım. Metin henüz gelmediyse orkestral kısmı besteledim ve solistlere yazdığım melodik hatları (resitatifler hariç) sonradan doldurdum. Ne olursa olsun, besteleme planıma sadık kalarak işi bitirebildim.İkincisi, bir yıl içinde kişisel yaşantınızda olan değişiklikler, sizi etkileyen bu değişikliklerin genelde hep müziği bitirmeniz yolunda önünüze taş koyacak şeyler olması (iyi değişikliklerin farkına varamadım, farkına vardıysam da müzik yazma hızımı değiştirmedi), sosyal ilişkilerinizdeki sorumluluklarınızı en nihayetinde aksatmak zorunda kalmanız, çekilmez, sabırsız bir insan olmanız ve bununla barışmak zorunda oluşunuz, ne olursa olsun final çizgisine ulaşmanın hayati olduğuna kendinizi ikna etmeniz gerektiği... özetle uzun vadede sürdürülebilir, sarsılmaz bir iradeye sahip olmalısınız. Evet, ben buna sahibim.Üçüncüsü, isteklerinizde net olmanız gerektiği konusu: Sahne işi bestelerken, partisyonla ve kişisel yeteneklerinizle mücadele ettiğiniz sırada; insanlarla çalıştığınızı ve her ne kadar istemeseniz de onların da belirli ölçülerde söz hakkı olduğunu unutmamanız gerekiyor. Besteci, yaratı sürecinde -gerçekleştirilmesi epey güç, gerçek dışı bir benzetme yapmak istiyorum- dağı yerinden oynatmak için tutulmuş bir uzman gibidir. Siz dağı tek başınıza yerinden oynatmaya çalışırken, yörenizde diğer insanlar, size talimat veriyor, nasıl yapılması gerektiğini söylüyor, o sırada kan ter içinde kalmışsınız, sinirleniyorsunuz; dağı diğer insanların dediği gibi değil, kendi istediğiniz gibi taşımak istiyorsunuz. Taşıma esnasında kavga çıktığı anda durup diplomasi yapmanız belki de en iyisi. İsteklerinizi söylerken, oldukça net ve reddedilemeyecek teklifler yapmalısınız. Boruyu döşeyen kişinin kim olduğunu hatırlattığınız esnada bir yandan o borunun cinsini, malzeme türünü, uzunluğunu, kalınlığını tedarikçiye tek seferde hazırlayacağı şekilde net olarak anlatabiliyor olmanız lazım. Tedarikçi sizin herhangi bir kötü tavrınız karşısında üzülürse işiniz oldukça zorlaşıyor ve borunun kalitesi düşüyor, bir türlü istediğiniz gibi gelmiyor.Bu tür bir işe girişecek insanlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Müziğe başlamadan önce, sizinle çalışacak olan insanların “biz bu işi yapacağız, sen ise sadece müziğini yazacaksın” gibi bir sanrısı var ise, sizinle film veya tiyatro müziği bestecisiyle çalıştığı gibi çalışacağını sanıyorsa o işi asla yapmayın. Opera besteleme işi tek adam işidir ve besteleme anında demokrasiye yer yoktur. Kibar gözükeceksiniz ve insanları kırmayacaksınız diye işin doğasına ihanet etmeyin, operanın nasıl besteleneceği konusunda dürüst olun, kuyruğunuzu dik tutun ve kontrolün kimde olduğunu gösterin. Kim olursa olsun başkalarının sözüne güvenmeyin, müziğin iyi olması için bütün kararları kendiniz verin. İşinize karışılmasına asla izin vermeyin. Bütün metin yazılı değilse işe başlamayın. (çok önemli) İşi bitirdiniz, teslimini yaptınız ve sahneye koyulmak üzere mi? İşte bu noktada sahne yönetmenine, orkestra şefine ve dramaturgunuza güvenmeniz ve mümkün olduğunca susmanız gerekiyor.İlk sahneleme sonrası eleştirmenler Defekt’i nasıl değerlendirdi? Siz bu değerlendirmeleri nasıl buldunuz?Yazılan müziğe eleştirmenlerin yaptığı ortak yorum: müziğin eski oluşu. Buna katılıyorum, evet, müzik eski fakat bu benim için bir sorun değil. Benim, bugünün trendine, yani mürekkebi ağzıma aldıktan sonra kağıda tükürüp ortaya çıkan pisliği temizlemek için konseptlerin ardına sığınmaya ve müzik dışındaki kavramlarla gerçek üretimime (müziğin kendisine) yapay bir savunma duvarı örmeye ihtiyacım yok. Armoni bildiğim ve bir akor hangi enstrümanlara nasıl dağıtılır, bir kesit diğerine kusursuz bir şekilde nasıl bağlanır, orkestral doku nasıl oluşturulur gibi konulara çok fazla kafa yorup uygulayabildiğim ve partisyon üzerinde tam hakimiyet kurabildiğim için yeni müzik balonunun ne söylediği beni pek ilgilendirmiyor. Yine de bu eski olma eleştirisini bir besteciye benzetme güdüsünü anlayabilmiş değilim. Strauss, Schreker, Debussy, Ravel, Wagner “bir empresyonist besteci gibi ama tam da değil, bazen Alman’a yaslıyor” gibi cümlelerden anladığım kadarıyla bu eleştirmenler müziğimdeki detaylara tam hakim değil. Strauss ile Schreker ve Debussy ile Ravel arasında çok fazla fark vardır, bunu belki çok ciddi bir müzikolog veya besteci anlayabilir.Peki sizin müziğiniz kiminkilere benziyor?Benim müziğim hangisine daha çok benziyor? Belki hepsine biraz benziyor, bu nedenle tam olarak kimseye benzemiyor. 100 yıl önceye ışınlanmışım ve o zamanın içinde yeni bir iş yapmışım, veya günümüzden o zamana genel bir bakış atmışım diyebilir miyiz?Ayrıca, bir konu atlanıyor. Benim bu operayla ilgili oyun konseptim, “güzel müziğin katledilmesi, ve katledilen güzelliğin (masumun), küllerinden doğup intikam alması” konseptine dayanıyor. Bu konsept operayı sahneye koyan kişiler tarafından kabul edilmese de, benim düşüncem budur. Bana göre, 20. yy sonrasında, müziğin doğal sürecine müdahale edilmiş ve tepeden inme ideolojik zırvalarla katledilmiştir. Müzik bizzat insan eliyle siyasetle, ideolojiyle, zehirlenmiş ve doğası bozulmuştur. Bugün partisyon işçiliğini bilmeyen “bestecilerin” türemesi hep bundandır. Bu gidişle nota kağıdına keçi pisliğini bulayıp çalması için müzisyenin önüne koyan ve omnivorluk eleştirisi yaptığını söyleyen profesyonel solcuları duymamız yakındır. Son tahlilde Defekt, benim nezdimde, son yıllarda hepimizin başına kabus gibi çökmüş olan “woke bozgunculuğuna”, kavramsalcılığa, tembelliğe övgüye, müzikle siyaset yapmaya, konserine gitmeden önce müziğinden ziyade ideolojik varoluşunun kaygısını güden sahtekarlara verilmiş bir cevaptır. Her sayfasında büyük emek vardır. Büyük bedeller ödenerek yazılmıştır.Defekt'in bestecisi M. Öcal, prömiyer akşamı Özkan Manav'la tiyatro binasının önünde...
Almanya’da Türkiye’den daha çok tanınıyorsunuz. Bu nasıl oldu?Bestecilik, benim için büyük bir tutkudur, aynı zamanda meslektir. Yani geçimimi bestecilikle sağlıyorum. Besteciliği sürekli yapmak ve hayatımı bu işe adamak istiyorsam yaptığım işin ücretini hakkıyla ödeyen kurumlarla çalışmak zorundayım. İstisnalar hariç olmak üzere (mesela riskli bir deney yapmıyorsam), bedava müzik asla yazmıyorum ve bestecilik benim için bir iş ise, bu iş ile hayatımı kazanmam gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bu iş benim için ya hep ya hiçtir. İleride başka bir iş yapacak olursam (mesela öğretmen olursam) o işi en iyi şekilde yapmaya çalışırım ve besteciliği bırakırım. Müzik yazarken, hazırladığım partisyonun verdiği zevkin yanı sıra, beni güzel şeyler üretmeye iten şey kazanacağım paradır. Zengin olma ihtimalidir; bir türlü zengin olamayıp kazandığım parayı hoyratça harcadıktan sonra yeniden müzik yazma ihtiyacımın belirmesidir. Benim bu anlayışıma uygun olan yaşam şekline en uygun olan yerlerden biri Almanya olabilir. (Gerçi son zamanlarda verilen paralar az gelmeye başladı veya verdikleri para hep aynıydı, Türkiye’de enflasyon arttı.) Müziğinizin daha çok çalındığı yerde tanınmanız ise normaldir.Müziklerinizin Türk devlet senfoni orkestralarınca seslendirilmesi konusunda girişimlerde bulunuyor musunuz? Yoksa yurt dışı seslendirmeler sizi yeterince tatmin ediyor mu?Türkiye’de müziklerimin seslendirilmesi için nasıl bir girişimde bulunmam gerektiğini bilmiyorum ve girişimde bulunsam bile bir işe yarayacağını sanmıyorum. Sanırım Türkiye’de bu işler tıpkı Almanya’da olduğu gibi, ensesi kalın birkaç kişinin referansı / önerisi ile mümkün oluyor. Bazı müziklerim Türkiye’de de çalındı, hatta bir tanesi (Sergi ve Koda) Türkiye’nin genç orkestrası Gedik Filarmoni’nin siparişi. Bu sipariş de, zaten yaşayan bir besteciye müzik yazdırmak için samimi istekleri olan bir sanat direktörü kadrosunun besteci arayışı sonunda birilerinin beni kendilerine önermesi ve ardından bu kadronun benden müzik istemesi denkleminde gerçekleşti. Kendi içinde ciddi paraların döndüğü, fakat yatırımcılarının ancak devlet veya vakıfların olduğu, kapalı bir pazardan söz ediyoruz. Müziklerimin Türkiye’de daha çok seslendirilmesini canı gönülden arzuluyorum. Çünkü gerek coşkuyu, yeni müziğe olan açlığı, samimiyeti sadece burada, ait olduğum yerde hissediyorum. Hâtta biraz daha vites yükselteyim: benim için Almanya’da müziğimin çalınmasının en güzel yanı, İstanbul’a ayak bastığımda havaalanında sigara yaktığım andır. Prömiyerlerin öncesinde vize başvurusu yapmaktan (yapamamaktan desek daha doğru mu olur?), Almanya’ya girişte polisler tarafından suçlu muamalesi görmekten, seslendirmelerin ardından apar topar havaalanına yetişmekten sıkıldım. Bana insan olduğum için değil, besteci olduğum için saygı duyup bulduğu ilk fırsatta egzotik meyve - baharat muamelesi yapan Avrupalı kasaba halkına kültür üretmek yaşım büyüdükçe daha ters gelmeye başlıyor. Aslında ben, belki de en dengeli ve başkaları için tehlikesiz ruh haline Türkiye’de sahibim. Kendi evimi bir yandan eleştirirken, bir yandan çok seviyorum. Avrupa’da ise içimdeki bozkurt uyanıyor ve Türkiye’de yaşasam gülüp geçeceğim küçük problemleri fazlaca büyütüp, öfke biriktiriyorum. Sivrisineklerin bol olduğu bir Alman köyünde nehrin kenarında oturduğum esnada yaşlı bir teyzenin benimle tanıştıktan ve nereli olduğumu öğrendikten sonra nehri eliyle gururla göstererek “İstanbul’da var mı böyle?” diye sorması içimdeki canavarı uyandırmaya yeterli. Yani benim için belki de en hayırlısı (ve isteğim), bir şekilde Türkiye’de yeşerip ve meyvelerimi burada vermektir fakat bunun nasıl olacağı hakkında en ufak bir fikrim yok. Yazdığım müziklerden geçimimi sağlamalıyım ki sürekli müzik yazayım.Genç bestecilerin bir bölümü, geçimlerini dizi film ve konulu film müzikleri bestelemeye, ya da bunların orkestrasyonlarını yapmayla sağlıyor. Sizin bu alana ilginiz var mı?Medyaya müzik yapılan stüdyolarda bulundum. Bu mecralara müzik yapmak elbette bestecilik faaliyetidir, fakat bunun benim yaptığım bestecilikle alakası yoktur. Medyaya müzik yapan besteciler, bu müzikleri Ableton Live, Logic Pro X, Pro Tools gibi DAW programlarında hazırlamaktadır.Sadece belli kısmı kaydedilmiş olan (genelde konuşma sesleri) akan görselleri önlerindeki ekranda açıp üzerine midi klavyeyle çalarak, veya elle ses yerleştirmek suretiyle hem arkaplan müziğini, hem de ses dizaynını (su sesi, rüzgar sesi, kapı kapatma sesi, kumsaldaki çakıl taşlarının sürüklenme sesi v.b.) yaparlar. Bu mecrada partisyon üretilmez, gerek de yoktur. Yani temsil, müziğin kendisidir. (Benim yaptığım işte, temsil partisyondur ve müziğin kendisi değildir. Müzik, partisyon icra edildiği anda ortaya çıkar.) Ciddi teorik bilgi ve orjinallik kaygısı yerine, bu işin önemli gereklilikleri, mixmastering konularındaki uzmanlık, güncel teknolojik gelişmelerin ve müzik tarzlarının sıkı takipçisi olmak, ciddi kulak hassasiyeti, ekrandaki görseli gördüğü anda, zihninde “bunun altına nasıl bir müzik gider” sorusunda hızlı bir şekilde cevap verip hemen uygulayabilmek ile ilgili, prodüksiyona dair şeylerdir.-Ya orkestrasyon?Orkestrasyon ise partisyon işçiliğinin çok ciddi bir konusudur ve bir bestecinin kabiliyetlerinin turnusol kağıdıdır. Öyle ki, kimi zaman müzik, esas bestecisinden çok orkestrasyonunu yapan kişi tarafından anılır hale gelebilir. Kendi müziklerimin orkestrasyonunu yaparak geçimini sağlayan biri olarak, sorunuzda bahsettiğiniz “genç bestecilerin bir bölümü” sanırım beni de içeriyor. Başka bir bestecinin müziğinin orkestrasyonunu yapmak çetrefilli bir konudur. Bugün sadece teması ve altına koyulan akorları belli olan müziklere yapılan düzenlemelere 'orkestrasyon' diyenler var. Peki, bu tür düzenlemelere ne demek lazım?Bu aslında orkestrasyon değil, yeni müzik yazmaktır. Bu tür düzenlemelerde, esas bestecinin müziğinde olmayan yeni ara partiler ve yatay ezgiler üretmek gerekir. Bazen müziğin doğasına uygun olacak şekilde yeni ve sıradışı akor dizilimleri de eklenir. Kötü örnekleri çoktur ve bu kötü örnekler genelde birbirinden alakasız estetiklerin bir türlü harmanlanamadığı işlerde görülür. Metal / rock / pop müzik gruplarının klasik müzik orkestrası ile konser salonunda yaptığı performanslar gibi. Güzel örnekleri çok nadirdir ve besteci gerçekten kabiliyetliyse ve müziği yekpare bir ortamda buluşturabilirse tatmin edici olur. Örnek olarak Özkan Manav’ın Haydar Haydar’ını gösterebiliriz. Özkan Manav’ın Haydar Haydar’ı, Ali Ekber Çiçek’in Haydar Haydar adlı müziğinin orkestrasyonu değildir. Özkan Manav’ın bu eseri düzenleme şekli artık onu esas halinden bambaşka bir noktaya taşımış ve Ali Ekber Çiçek’in müziğine artık benzemeyen (Özkan Manav’ın müziğine benzeyen), kendi estetik bütünlüğü olan (eklektik olmayan), katı işçilikli orkestra müziği haline getirmiştir.Bestelerinizi nasıl yapıyorsunuz? Doğrudan bilgisayarla mı, yoksa önce elle eskizler mi çalışıyorsunuz?Noteperformer adlı vst ses eklentisi çıktığından beri, müziklerimi doğrudan bilgisayarla, Sibelius nota yazım programında yazıyorum. Böylelikle çalmasını istediğim kesitteki herhangi bir notabaşına tıklayıp “P” tuşuna bastığım anda bir mucize gerçekleşiyor: müziğin performansı gerçekleştiğinde nasıl ses vereceğini oldukça gerçeki bir şekilde duyuyorum. Bilgisayara, nota yazım programına ve ses eklentilerine sahip olmasaydım halim nice olurdu? Muhtemelen benden müzik adına bir şey duymazdınız. Bazen diyorum, keşke bir yazılım üretilse, kablosuz bir şekilde beynime bağlansa, gece uyurken benim yerime müziği yazsa ve sabah partileri de bitmiş bir şekilde yazıcıdan çıkartıverse. Elektrikler kesilmediği sürece her gün bir opera yazabilirdim.Orkestra şefi Orhun Orhon, “Sergi ve Koda” başlıklı yapıtınızı Ankara CSO’daki seslendirilişi öncesi sözlü olarak dinleyiciye anlatırken, müziğinizin İhsan Oktay Anar’ın romanlarını andırdığını söylemişti. Bu benzetmeye katılıyor musunuz?Bazı eserlerimin İhsan Oktay Anar’ın eski dilin çağdaş bir bağlamda kullanımının müzikal karşılığını bulduğu edebi yaklaşımının özünü yansıtmaya çalıştığı doğrudur. Anar’ın romanlarından ilham alarak, zamanı aşan, tarihsel zenginlikleri günümüzle birleştiren müzikler bestelemeye çalışıyorum.Tıpkı Anar’ın dilinin nostalji ve zamansızlık hissi uyandırması gibi, bestelerim de farklı müzikal tarz ve tekniklerin birleşimiyle bu olguyu yansıtmaya çalışıyor. Farklı dönemlere ait unsurları bir araya getiriyorum, geçmiş dönemleri çağrıştıran motifleri ve armonik ilerlemeleri dikkatle seçerken, günümüzü yansıtan modern müzikal fikirleri ve yapıları da işin içine dahil ediyorum. Bu anlamda, müziğim, İhsan Oktay Anar’ın edebi hünerinin ruhunu somutlaştırmaya çalışıyor, dilin ve hikâye anlatımının gücünü kucaklıyor.Anar’ın eserlerinden ilham alan kavramları keşfederken kendimi postmodernizm ve post-hakikatin estetik eleştirisi üzerine düşünürken buluyorum. Bağlamsızlaşma ve gerçeklerin değiştiği bu çağda, bir zamanlar var olanın gerçekliğini sorguluyorum. Her kompozisyonda, geçmişin özünü geri kazanmaya, ona yeni bir anlam, yeni bir manevi ruh yüklemeye çalışıyorum. Bunu yaparken, geçmişin sadece bir kalıntı olduğu fikrine meydan okuyarak, onun bugünü bilgilendirme ve ilham verme konusundaki kalıcı gücünü sahipleniyorum.İhsan Oktay Anar’ın romanlarının Türkçeye ve onun inceliklerine dayanan benzersizliği, onlara Türkiye’ye ve özellikle İstanbul’a sıkı sıkıya bağlı bir ayırt edicilik kazandırıyor. Bu farkındalık, kültürel ve dilsel bağlamın sanatsal ifadeyi şekillendirmedeki önemini vurguluyor. Bir besteci olarak, kendi müziğimde böyle bir özgünlüğün eksikliğini hissediyorum ve belki de “daha yerli” bir müzikal kimliğe ulaşma yolunda yolculuğa çıkmam gerektiğinin farkındayım.Anar’ın kültürel ve dilsel mirasıyla olan bağının derinliğini anlamak, kişinin kendi köklerine dokunmasının değerini vurguluyor. Türkçe lehçeleri ve nüansları hakkında aynı derin bilgiye sahip olmasam da özgünlüğün öneminin ve sanatsal yaratım üzerindeki derin etkisinin farkındayım. Mevcut müzikal ifadem ile arzulanan estetik arasındaki uçurumun farkına varmak, bu tutarsızlığı ele almaya yönelik ilk adımdır. Bu konudaki farkındalık, bestelerime daha güçlü bir kültürel kimlik ve yerellik duygusu aşılamak için daha fazla keşif, araştırma ve işbirliği yapma kararlılığımı körüklüyor.ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
1 Ağustos 2024, Ankara
Defekt operasının prömiyeri ile ilgili olarak Özkan Manav’ın yazısına şu linkten ulaşabilirsiniz:https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/ozkan-manav/mithatcan-ocal-in-operasi-defekt-munih-bienali-nde/3331/Tanıtım videosu:https://www.staatstheater-kassel.de/play/defektua-2918