Mithatcan Öcal’ın ilk operasının Münih’teki ilk temsiline gitmeyi geçen yıl bu zamanlarda aklıma koymuştum. Aklımın köşesinden bile geçmeyen, genç bestecimizin “Bir Fezâ Macerası” altbaşlığını taşıyan iki perdelik operası ve Münih ziyaretimle ilgili bir yazı kaleme almaktı. Onu da “Özkan, Münih izlenimlerini Sanattan Yansımalar’a yazsana” diyen Mehmet Nemutlu aklıma düşürdü. Bu fikir iki nedenle hoşuma gitti: Başarıları, esin dünyası ülkemiz sınırlarını çoktan aşmış bir genç bestecimizin neler kotarmakta olduğunu bestecilik âlemimizin görece küçük yarıçapının ötesine taşıma imkânı sunmasının yanı sıra, Şefik Bey’e iki yıldır birikmiş ve boyu fezaya erişmiş bulunan köşe yazıları borcumun hiç değilse faizini ödeme duygusu.
Mithatcan Öcal’ın Maschinenangst II adlı orkestra eserini, yüksek lisans çalışmalarına eşlik ettiğim öğrencim Akın Kilis geçen yıl mercek altına almıştı. Akın Kilis’in “Mithatcan Öcal’ın Maschinenangst II Adlı Orkestra Eserinin Form, Orkestrasyon ve Bestecilik Tekniği Perspektiflerinden Analizi” başlığını taşıyan analitik çalışmasında yer alan yapıt listesinde Defekt’in ilk sahnelenme/seslendiriliş tarihi 8.6.2024 olarak kayda geçmişti. Operanın Münih Bienali’ndeki ilk temsilleri bu tarihten itibaren üç gün üst üste yapıldı ve Mithatcan Öcal, Akın Kilis ve beni 9 Haziran 2024 tarihli temsilde bir araya getirdi. Akın Graz’dan trenle geldi kente, ben İstanbul’dan uçarak gittim. Teknolojinin sunduğu nimetlerden faydalanmayı gençler salık verdi: WhatsApp üzerinden canlı konum paylaşımı sayesinde, Münih caddelerinde dolanırken Akın Kilis uçarak, zıplayarak çıkageldi karşımıza.
Almanya’ya 13 yıl sonra yaptığım bu kısa süreli ziyaret hepi topu bir gece sürdü. Orkestra müziğim Sforzandolar’ın provaları ve ilk seslendirilişi için 1999 yılında gittiğim Münih’e ise 25 yıl sonra ilk kez ayak bastım.
EN YENİ ÜRETİMLERİ SAHNELEYEN BİENAL
Mithatcan Öcal’ın operasının sunulduğu Münih Bienali’nin Almanca tam adı Münchener Biennale: Festival für Neues Musiktheatre. Bu başlıktan, iki yılda bir düzenlenen etkinliğin odağında müzik tiyatrosu ve opera formatındaki en yeni üretimlerin yer aldığını anlıyoruz. Bienalin kurucusu Alman besteci Hans Werner Henze, özellikle genç bestecilerin sahne yapıtlarını sunulabilecekleri bir platform yaratmak üzere yola koyulmuş 1988 yılında. 1988’deki ilk festivalin açılışında, librettosunu Nizâmi’den yola çıkarak Aras Ören ile Peter Schneider’in kaleme aldığı Leyla ile Mecnun operası sahnelenmiş. Bu operanın bestecisi, o dönemde 28 yaşında olan, sonradan Henze’nin kendisine kol kanat germeye devam edeceği Alman besteci Detlev Glanert. Hayatın tuhaf tesadüfleri: Bu sezon BİFO’nun kemancı Midori ile seslendirdiği “Ölümsüz Sevgiliye” altbaşlıklı keman konçertosunun bestecisiydi Glanert ve o icrayı Mithatcan’la yanyana oturarak dinlemiştik.
Bu yılki Münih Bienali’nde ses yerleştirmelerinden, hareket eden araçlar içindeki performanslara uzanan geniş bir düzleme yayılan on yeni çalışma sunulduğu anlaşılıyor. Mithatcan Öcal’ın operası bienalin finalinde yer alıyordu.
Operanın sahnelendiği Muffathalle, İsar Nehri’nden enerji elde etmek üzere 1894 yılında inşa edilen küçük ölçekli santralin art nouveau üslubundaki ana binası aslında. Bugün canlı müzik organizasyonları, tiyatro gösterileri, konferanslar, multimedya sunumları gibi etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Münih Bienali’nin 2024 yılındaki açılış ve kapanış temsilleri burada yapıldı.
UZAY GEMİSİ ÇALIŞABİLECEK Mİ?
Defekt’in olay örgüsü, librettosu, kimi video kesitleri Alman sanatçı cylixe’nin hayal gücünün ürünü. Yok olmak üzere olan dünyayı terk etmek için tek bir araç kalmış elimizde, bir uzay gemisi. Bu gemiyi işletmeye çalışan mürettebat uzun mücadeleler verse de sıradan bir kusur nedeniyle gemiyi hareket ettiremiyorlar. Bu uzay groteski, kasvetli bir dış görünüm altında ince bir mizah barındırıyor. Libretto çoğunlukla Almanca olmakla birlikte, İngilizce ve Fransızca arasında da mekik dokuyor. Arada Türkçe sözlere de rast geliyorsunuz. Mithatcan Öcal’ın müziği olay örgüsündeki dramayı, açmazları, tuhaflıkları ve mizahı ince dokunuşlarla bezeyen sürükleyici bir ses dünyası. 23 müzisyenden oluşan orkestral kadro, dört vokal partiye ve sessiz rollere eşlik ediyor. 70 dakikaya yayılan opera, birbirlerinden kısa bir kesintiyle ayrılan iki sahne olarak kurgulanmış. Ana karakterler, solistler yakın plan video çekimleriyle sahnenin uzun ve kısa kenarlarında yer alan iki dev ekrana yansıtılıyor baştan sona. İzleyici müziğin akışıyla eşzamanlı olarak, farklı diller arasında gidip gelen metni de izleyebiliyor bu ekranlardan. Böylece, olay örgüsünün ve metnin inceliklerine ilk izleyişte nüfuz etmeyi kolaylaştıran işlevsel bir sahneleme sunuyor Defekt.
fotoğraf: Judith Buss
Orkestra, salonun girişinde hemen sol yandaki kısa kenar önünde konumlanırken, dinleyiciler uzun kenarlarda, katmanlı sıralara yerleşiyorlar. Besteciden öğrendiğimize göre, operanın yapımını üstlenen Kassel Devlet Tiyatrosu’nun kendi sahnesi daha geniş ve yapım esas olarak o sahne için tasarlanmış. Yine de sahneleme ve reji, kanımca Defekt’in en güçlü yönlerinden biri. Orkestranın yorum düzeyi de oldukça iyiydi.
fotoğraf: Akın Kilis
ALMAN ELEŞTİRMENLERİN İLGİSİ
Salona adım attığınızda, sahne üzerinde sessizce dolanan Kassel Devlet Tiyatrosu’nun şancıları ve oyuncularıyla karşılaşıyorsunuz. Uzay yolculuğuna çıkmaya hazırlanan Dünyalılar yolculuğa elverişli giysileriyle gezinirken, sahnenin ortasındaki uzay gemisi ile sağ yanındaki çelik iskele dikkatinizi çekiyor. Bu sırada derinden gelen, kesintisiz bir dip sesi tekinsiz bir atmosfer yaratıyor. Elektronik ortamda hazırlanan bu homurtulu dip sesi de Mithatcan Öcal’ın üretimi. Orkestrada görev üstlenen müzisyenler birkaç dakika içinde sessiz adımlarla yerlerini alıyor; son olarak şefin gelmesiyle birlikte müzik başlıyor. İşittiğimiz müzik süreç içinde türlü dönüşümlere maruz kalsa da tonal ses bağlamıyla ilişkisini neredeyse kesintisiz biçimde sürdürüyor. Bu durum 8 Haziran’daki ilk temsil sonrası ilk eleştiriyi kaleme alan yazarın tepkisini çekmiş. Münih’e adım attığımda, otobüsle şehir merkezine doğru ilerlerken Mithatcan bu eleştiriyi benimle paylaştı. O eleştirmen temsil sonrasında kendisini tanıtarak “kusura bakma ama burada suçlayacağım tek kişi sensin” demiş ve yazacağı yazının ipuçlarını besteciye sunmuş. Yazının açılışı şöyle: “Dünyanın sonundan daha kötü bir şey var mı? Belki de var. Örneğin, teorik olarak kıyametten kaçabilecek, ancak pratikte teknik bir arızası olan ve yerden kalkamayan bir uzay gemisinde oturmak iki kat can sıkıcı olurdu. Defekt adlı müzikal tiyatroda mürettebat kendini bu çıkmazın içinde buluyor.” Ardından müziği eleştirmeye koyuluyor. Yazının gidişatından, “100 yıl gecikmiş bir tonal ses dünyasıyla karşılaşmak dünyanın sonuyla karşılaşmaktan daha çaresiz bırakıyor insanı” tadında bir etki alıyorsunuz. Söz konusu eleştirideki tespitlerin çoğuna katılmasam da ilk temsilin üzerinden 24 saat bile geçmeden bu kapsamda bir eleştirinin yayınlanmış olmasını da eleştirmenin açıksözlülüğünü de takdir ettim doğrusu. Bizde bu tür eleştirileri 1940’lı 50’li yıllarda İlhan Mimaroğlu, Faruk Güvenç gibi müzisyenler/yazarlar kaleme alıyordu. Öğrencilik yıllarımda, 1980’ler sonunda Filiz Ali’nin de ince bir ironiyle beslenmiş bu tür eleştirilerini okuduğumu hatırlıyorum. Lakin bir yönüyle de riskli bir iştir bu. Üzerinden yıllar geçer, müzik tarihinin başyapıtlarına dönüşen bazı eserlerin (Beethoven’ın senfonilerinin, Liszt’in Piyano Sonatı’nın, Mephisto Vals’inin vö.) bestelendikleri dönemin kimi eleştirmenleri tarafından hangi sözlerle hakir görüldüğünü Slonimsky gibi bir entelektüelin derlediği kitapta (Lexicon of Musical Invective: Critical Assaults on Composers Since Beethoven’s Time) okursunuz sonra. Bütün bunları Münih ziyaretim sırasında Mithatcan Öcal’la da paylaştım.
Mithatcan, İstanbul’a dönüşüm sonrasında, Defekt’le ilgili sonraki günlerde yayınlanan bazı eleştirilerden de haberdar etti beni. Daha isabetli ve hakkaniyetli bulduğum o eleştirileri kaleme alan yazarlardan birinin, Egbert Tholl’ün adı bana epey tanıdık geldi. BR Senfoni Orkestrası’nın çağdaş müzik odaklı musica viva konser dizisi kapsamında görev üstlendiği, programda orkestra eserim Sforzandolar’ın da yer aldığı konserle ilgili Süddeutsche Zeitung’da yayımlanan eleştiriyi kaleme alan yazardı Egbert Tholl. Üzerinden 25 yıl geçmiş, aynı yazar hâlâ aynı gazetede yazıyor; özellikle çağdaş müzik konserleri üzerine yazan bir eleştirmen. (Epey duygulandığımı itiraf etmeliyim.) Mithatcan’ın operasını şu cümlelerle değerlendiriyor Egbert Tholl: “Münih Bienali’nde 19. yüzyılın sonlarından kalma bir orman, çayır ve su perisi parçası gibi tınlayan bir müzik beklemezsiniz. Mithatcan Öcal, bir zamanlar Hegel tarafından icat edilen ve daha sonra Adorno tarafından bir öğretiye yükseltilen müzikte ilerleme fikrini umursamıyor; ondan bağımsız besteler yapıyor. Ve bu tamamen meşrudur. Bu yüzden Defekt’in müziği, pastoral başlangıcından sonra, sanki Richard Strauss’un, ilk operalarından önce tamamen bestelenmiş olan fakat hiç bilinmeyen bir müzikaliymiş gibi geliyor. Defekt’te bu yılki Bienal’de sunulan diğer tüm eserlerden daha fazla müzik var. Samimi, hafif, renkli müzik, oldukça benzersiz, çelesta çok yer kaplıyor, tatlı bir şekilde parlıyor, kendine özgü melodik bir ses. / Sonuç olarak bu yılki Bienal’de, başlangıçtaki Searching for Zenobia ve sondaki Defekt olmak üzere, yaşamak için yeterli müzikal tutarlılığa sahip iki eser vardı. Aksi takdirde, Daniel Ott ve Manos Tsangaris [Münih Bienali’nin yöneticileri] döneminden geriye pek çok akıllıca ve güzel şeyin kalacağı söylenebilir –Bienal’in bu yılki edisyonu onların son edisyonu– ve kurumsallaşmış opera evlerinin burada gösterilen eserlerin açıklığından öğrenebilecekleri çok şey var; büyük evlerin hermetizmini kırmaya yetecek kadar yaklaşım var. Ancak şu da söylenebilir ki, açık, deneysel, immersive ya da başka türlü alışılmamış formatlar bu kadar yoğunlaştığında, yukarı ve aşağı, başlangıç ve sonun nerede olduğunu kesin olarak söyleyebileceğimiz opera performanslarına büyük bir özlem duyuyoruz. Ve elle tutulur bir içerik aktaranlara.”
fotoğraf: Judith Buss
Yazar, belli ki Mithatcan Öcal’ın operasını “elle tutulur bir içerik aktaranlar” arasında görüyor. Gerek buraya kısa bir kesitini aldığımız bu eleştiri gerekse bir sonraki eleştiri, Öcal’ın müziğinin operanın bütüncül etkisine sunduğu katkının hakkını teslim ediyor. Mithatcan, Bir Alp Senfonisi’nin partisyonu üzerinden kısmen tanıdığı Richard Strauss’un operalarıyla Defekt arasında bütün eleştirmenlerin fikir birliği etmişçesine kurduğu ilişkiyi anlamakta güçlük çekiyor; zira (muhtemeldir ki) bestecinin hiçbir operasını baştan sona incelemiş, belki dinlemiş bile değil. Lakin tahta üflemelilerin kromatik içerikli etkin dokuları, yaylıların bazı jestleri, üçlemeli ritimler üzerinde açımlanan kimi motifler, operanın sonlarına doğru beliren o görkemli vals benim de kulağımda Salome’nin, Güllü Şövalye’nin, Gölgesiz Kadın’ın ruhunu çağrıştırmadı değil. Defekt’i bizcileyin ilk kez işiten Alman eleştirmenler R. Strauss’un bu operalarını kim bilir kaç kez canlı olarak dinlediler. Bunu gözden ırak tutmamak gerek.
ÖCAL ORKESTRASYONUNUN RENK İNCELİKLERİ
Defekt’in obua ve trompetleri tümüyle dışarıda bırakan ikili orkestrasyonu baştan sona bir fagot ve bir kontrfagot partisiyle kurgulanmış. Kontrfagotun, gövdesinin oylumuyla çıkardığı ses ters orantılı bu çalgının, bu homurtulu, cılız sesli varlığın bu denli etkili kullanılabileceğini bilmezdim. En alt ses bölgesinde hafifçe titreşen o ahşap içerikli tınının, yaylı doğuşkanlarının üst ses bölgelerinde yankılanan akorlarıyla kurduğu ilişkinin izi hâlâ kulaklarımda –ve bu ses, bu uzay groteskinin içeriğine de çok yakışıyor. Üflemeli ve yaylı kadrosu sınırlı olmakla birlikte vurmalı grubu geniş bir çeşitlilik sunuyor Defekt’in partisyonunda. Vurmalıların açımladığı geniş tını spektrumunun yanı sıra kornoların ve özellikle trombonun farklı surdinler aracılığıyla sergilediği renk çeşitliliği ne R. Strauss’ta ne de –Mithatcan’ın son yıllarda idolü konumuna yükselen– Ravel’de karşılaşamayacağınız bir ses paleti vaat ediyor. Çelesta ve arpın kullanımı da kimi Alman eleştirmenlerin kulağına çarptığı düzeyde baskın değil, son derece dengeli ve etkili. Defekt’te vokal ve çalgısal partileri incelikle dengeleyen Mithatcan Öcal, yaylı çalgıların doğuşkanlar mekaniğini en iyi bilen bestecilerden biridir kendi kuşağında. (Bu tespitimi Türkiye bağlamıyla sınırlı tutmuyorum.) Öğrencilik yıllarında keman çalışmış olan Mithatcan, yaylı çalgıları birçok besteciden daha iyi bilir, tanır ve onunla da yetinmez, araştırır.
Defekt, 182. sayfa
Farklı üslupları içselleştirmekte kolaylıkları olan Mithatcan Öcal, eserlerinde karşınıza bir anda bir fandango, kalamatianós, marş ya da vals çıkarabilir. Yeri gelir, klasik Türk müziğinin kült bir şarkısını, hayal edemeyeceğiniz bir ses âlemi içinde sarıp sarmalayıp sunar size (https://www.youtube.com/watch?v=cQWNvXdPKH8). Çağdaş müziğin temel yönelimlerini 20’li yaşlarında bestelediği çarpıcı eserlerle deneyimlemiş ve tüketmiş bir besteciden söz ediyoruz. Defekt’i birlikte dinledikten ve üzerinde bir süre konuştuktan sonra “duymak istediğim müziği yazıyorum hocam” dedi. Ben de “bu iş son kertede oraya varıyor zaten” dedim. Bütün sanat üretiminde olduğu gibi bestecilikte de samimiyet, dürüstlük önemli.
TUHAF OLAY ÖRGÜSÜ İÇİNDEKİ MİZAH
Lakin Defekt bağlamında bu tartışma bu dokunuşlarla sınırlı kalamaz. Yeni eserlerinin ilerleyiş süreçlerine tanık olma bahtiyarlığını sıkça yaşadığım Mithatcan’la aramızda geçen şu yazışmaları da –kendisinin affına sığınarak– paylaşmak istiyorum okurlarımla. Bestecinin geçen yıl bu zamanlarda, operasının sonlarına doğru ilerlerken paylaştığı mesajlarını Defekt’in tonal ses bağlamıyla ilgili yaptığım bir yoruma getirilmiş bir açıklama olarak düşünebilirsiniz: “Geminin yapay zekâsı var. Arabalarda olan türden bir şey. ‘Hoşgeldiniz’ falan diyen. Bu makine dünyayı terk etmek isteyen kişilere istediği şeyleri söylemiyor. ‘Dünyanın güzelliklerine’ dair bazı sesler çıkarıyor. Astronotlar ise bu duruma çok sinirleniyor çünkü artık dünyanın güzelliklerine ihtiyaçları yok. 21. yy’da yaşıyorlar ve artık terk etme zamanı. Makine ısrarla yapması gerekeni yapmıyor ve astronotlar makineye bir ameliyat yapıyorlar. Kablolar sökülüyor, matkapla, çekiçle girişiliyor. Makine artık doğaya dair sesler çıkarmıyor, bir şekilde ‘özü bozuluyor’ falan filan. Bozuk olan şeyi daha da bozuyorlar ve sonra cezalandırılıyorlar. Cezalandıran şey aslında müziğin kendisi. Konuşma metinleriyle desteklenecek aralar. ‘4-3 gecikmesi mi yaptı! Vurun kahpeye!’ gibi.” (WhatsApp mesajları, 27.6.2023) Defekt’i bu türden alt anlamlar barındıran bir opera olarak düşünmemiz gerekiyor demek ki, müzikal içerikle olay örgüsü arasında kurulan analojiler ve metaforlarla bezenmiş bir sahne yapıtı olarak. Lakin bu noktada besteciyi ve eseri bir tehlike bekliyor: Bütün bunlar dinleyiciye nasıl ve ne oranda geçecek, dinleyiciler bu ilişkiyi ne düzeyde alımlayabilecekler? İlk izleyişimde dikkatimi çeken bazı eylemler, bestecinin niyetini sezdirmenin yanı sıra beni gülümsetti de doğrusu. Uzay gemisini çalıştırma mücadelesi veren mürettebatın kalın hortumların içine tra, la, la, la.. diye şarkı söylemelerini, tekerleme türünden latif ezgilerden medet ummalarını, hortumların birinin bırakıp diğerini aldıkları o sahneyi hatırlıyorum sözgelimi. Bunlar Defekt’in tuhaf olay örgüsü içinde mizahın da var bulunduğunu açığa vuruyor. Gelgelelim tonal ses bağlamının yapıtta yüklendiği anlamı belli ki müzik eleştirmenlerinin birçoğu fark etmemiş, nerede kaldı ki sıradan dinleyici fark etsin. Yine de dinleyicinin operayı büyük bir keyifle ve konsantrasyonla izlediğini gözlemlediğimi buraya not düşmeliyim.
Temsil sonrasında orkestra kadrosunda eski bir mezunumuzla, Elvan (Baran) Schumann’la karşılaştık ve yıllar sonra uzun uzun konuşarak hasret giderdik. Avrupa orkestralarında ve opera evlerinde her an bir Türk müzisyenle karşılaşabiliyorsunuz. Dinleyiciler arasında da Bilkentli genç besteci Arda Bayram vardı. Mithatcan Öcal bizlerin göğsünü kabartmasının yanı sıra, uluslararası başarıları ve eserleriyle Türkiye’deki son besteci kuşaklarına da ilham veriyor.
TÜRKİYE’DE ÖCAL’IN MÜZİĞİNİ DAHA SIK DUYMALIYIZ
Mithatcan’ın ilk temsil sonrası sürprizleri gecenin sonuna kadar devam etti. Otellerimiz birbirine komşuydu. Akın Kilis’le birlikte Mithatcan’ın kaldığı otele gittik. Mithatcan odasına giderek o akşam izlediğimiz operanın partisyonunu getirdi bana. El emeği göz nuru, her bir sayfasına bakmanın ayrı bir keyif verdiği 380 sayfalık bir anıt. Mithatcan’ın Berlin’deki yayınevi Verlag Neue Musik tarafından imrenilecek düzeyde özenli basılmış olan partisyonu büyük bir zevkle getirdim İstanbul’a. (Hâlâ ara sıra göz atmaktayım.)
Foto: Mithatcan Öcal
Mithatcan Öcal’ın izinden gitmekte olan bestecilerimizin de benzer mutluluklara yelken açmaları için –bestecinin ve yayınevinin affına sığınarak– buraya bir sayfa daha bırakıyorum partisyondan.
Defekt, 363. sayfa
Defekt’in temsilleri şu günlerde Kassel’da devam ediyor. Münih’teki ilk üç temsilin ardından Kassel gibi 200.000 nüfuslu bir kentte altı temsil daha sunuluyor olması Alman toplumunun tiyatroyla, gösteri sanatlarıyla, müzikle ne denli iç içe olduğunu açığa vuruyor. Mithatcan Öcal’ın ilk operası umuyoruz önümüzdeki yıl da Kassel Devlet Tiyatrosu’nun programında yerini alacak. Yeni üretimini en çok merak ettiğim besteciler arasında her daim ayrı bir yeri olan Öcal’ın müziğini Türkiye’nin konser salonlarında daha sık duymak istiyoruz.
Özkan Manav
18 Haziran 2024, İstanbul