Kadınlar gününde, sahneye kadın sanatçıları öncelikle çıkarmanın ötesinde, bu cinsiyeti kavramsal ve tarihsel anlamda değerlendirmeye yönelik “müzikli tek kişilik oyun”u, Bilkent Senfoni Orkestrası sahnesinde izledik ve dinledik. Eserle ilgili nitelendirmeyi ben yaptım, çünkü el broşüründe, DTCF Tiyatro Bölümü mezunu Şirin Aktemur Toprak'ın (d.1975) metni üzerine şef-piyanist İbrahim Yazıcı'nın (d.1970) müziklerini bestelediği eserle ilgili bir nitelendirmede bulunulmamıştı. Eseri, Bilkent Senfoni Orkestrası sipariş etmişti ve başlığı, Şirin Aktemur'un metnindeki vurgularla açımlanan Kadın(ım)dı. Yazar bu başlıkta bir taşla iki kuş vuruyor, hem erkeğin kadına sahiplenişi, hem de kadının kendi varlığını ve başarısız başkaldırısını vurguluyordu.
El broşüründe, oyuncu Selen Öztürk (1980) ile oyunun müziklerinin bestecisi şef İbrahim Yazıcı'nın sanatsal yaşam öyküleri uzun uzun verilirken, bir metin üzerine bestelenmiş oyunun yazarının adı dışında bir bilgiye yer verilmemiş olmasını doğrusu yadırgadım. Yazarın adı Şirin Aktemur olarak geçiyordu ama tiiyatro kaynaklarında yaygın biçimde evlilikle kazanılmış Toprak soyadının da yer aldığını görerek, bu biçimde kullandım.
NEREDE YAZARIN ÖZGEÇMİŞİ?
Yazar, bu oyun için kadınca bir dürtüyle, eşinin soyadını kullanmak istememiş olabilir. Belki sahne ismi olarak bunu tercih ediyordur. Ya da başvurduğum kaynaklarla temsil tarihi arasında geçen sürede eşinden ayrılarak kendi “baba” soyadına dönmüş olabilir. Daha önce yazdığı pek çok oyun sahnelenmiş, Neşet Ertaş, Hasret Gültekin Türkü Müzikali, Can Kırıkları bunlardan bir kaçı. Şafak Türkel'in Göle Yas belgesel filmine katkıda bulunduğunu da duydum.
Oysa bir yaşam öyküsü el broşüründe yer alsaydı, en azından tahminde bulunmak, bazı verilerden yola çıkarak akıl yürütmek zorunda kalmazdık. Ayrıca, böyle bir eserin metin yazarının yaşam öyküsüne yer verilmesi, kadın da olsa, erkek de olsa, hakkıdır. Bu metin olmasaydı, bu beste de yapılamayacaktı.
Eser, el broşüründe “ Şirin Aktemur'un varoluştan zamansız bir geleceğe değin kadın erkek ilişkilerini ve bu ilişki neticesinde her ikisinin de geçirdikleri ruhsal değişimi anlatan, klişelerden uzak metni üzerine on bölüm olarak bestelenmiştir” cümlesiyle tanıtılıyor. Tarihsel anlamda, Adem-Havva'dan başlayıp mağara devriyle süren, ilkel komünal toplum döneminin ardından orta çağda kadının “şeytan” olarak görüldüğüne vurgu yapılan, uygarlaşıldıkça ilişkilerin hukuk düzeyine çekilmesiyle, kadının reisinin erkek olduğu aile içinde değerlendirilişi anlatılıyor. Kadının özgürlüğü Fransız ihtilâlinin simgesi Delaxrois'in yağlıboya tablosunun objesi “yolgösterici kadın”ın bir göğsüsünün yırtık gömleğinden fışkırarak açıkta olmasına vurgu yapılarak tamamlanıyor. Hoş tabloda kadının iki göğsü de açıktadır.
Metnin, günümüz Türkiyesinde yaşayan bir kadının gözü ve duygusu”yla yazıldığı algılanıyor. Böylecede evrensel gerçeklerin “yerli ve millî” ortamda kadın gözüyle nasıl yorumlandığı ortaya çıkıyor. Örneğin erkeğin kendine hayranlığı ve şişen egosunu “ti'ye alan” sekizinci bölüm.
Besteci de, her bölümdeki anlatıya uygun ritm ve armonilerle, bazıları “klişe” olarak nitelendirilebilecek bir sahne müziğini ortaya çıkarmış. Bu doğal, çünkü öz-biçim ilişkisini gözeterek metne göre beste yaparken çok özgün bir yaratıda bulunmak pek mümkün değil. Bazı bölümlerde, örneğin Mendelshonn'un “Düğün Marşı “ olarak bilinen müziğine gönderme yapması gibi, mizahî ögeler kullanmış. Yazıcı, orkestrayı piyano başında yönetirken, bazı bölümlerde oyuncuya piyanoda kendisi eşlik etti.
BAŞARILI OYUNCULUK
HÜ. Ankara Devlet Konservatuvarı mezunu Selen Öztürk, sahneye “doğadaki her şeyin karşıtlık ilişkisi içerisinde olduğu ve bu karşıtlıkla beraber ilerlediği düşüncesi”ni temsil eden Çin-Türk kadîm felsefesinin temelinde olan Yin-Yang'ı andıran yarısı beyaz, yarısı siyah bir giysiyle çıktı. Pek çok oyunda ve dizide rol almış, ödüllü, oyunculuğunu şarkı söyleme becerisiyle de destekleyen bir sanatçı. Bu özel temsilde de, oyuncu olarak başarılıydı. Ancak, bazı bölümlerde sesi yükseltiliyor olmasına karşın, söyledikleri müziğin altında kaldı, anlaşılamadı. Bu onun problemi değildi.
Eserin sonunda sahnedekiler dinleyicinin yoğun alkışıyla karşılandı, Yazıcı metin yazarı Şirin Aktemur Toprak'ı da sahneye davet etti ve iki sanatçıyı da kadın-erkek eşitliği bağlamında çok anlamlı biçimde yürekten kucaklayarak kutladı. Alkışlara bis olarak eserin son bölümü yinelenerek karşılık verildi.
UNUTULMUŞ BİR KADIN BESTECİ: EMILIE MAYER
Önemi nedeniyle yazıya, konserin ikinci yarısıyla başlamıştım. Şimdi gelelim ilk yarıya. Alman kadın besteci Emilie Mayer'in (1812-1883) Faust Uvertürü'nü dinlerken, geçmişte müzikte de erkek önceliğinin, baskınlığının nasıl işlediğini düşünmeden edemedim. Kadın bestecilerin yalan-dolanla nasıl bastırılmaya çalışlıdığı, gazetelere nasıl “o eseri parayla bir erkeğe yazdırmış” türünden haberler sızdırıldığını, Clara Schumann'ın nasıl “besteleri kocasına ait” diye karalanmaya çalışldığını düşündüm. Usuma, çok güzel bir viyola sonatının bestecisi Amerikalı Rebecca Clark geldi.Bu sonatı viyolacı Esra Pehlivanlı'ya kaydetmiş, “Kadının Gücü” başlığıyla yayımlamıştık. O albümün program notu çalışmalarını yaparken kadıncağızın neler çektiğini okumuştum.
Emilie Mayer, kendini besteciliğe adayıp, bu konuda iyi bir eğitim almış, öyle liedlerle, oda müzikleriyle yetinmeyip tam 8 senfoni de yazmış bir besteci. Alman müzikolojisinin özellikle 70'li yıllarda, geçmişte üstüne perde çekilmiş kadın bestecileri günyüzüne çıkarma çalışmaları sayesinde günümüzde eserleri seslendiriliyor olmuş.
Tahmin ediyorum ki, bu uvertür, İbrahim Yazıcı'nın özenli yönetiminde BSO tarafından Türkiye'de ilk kez seslendirildi. Döneminin tüm romantik özelliklerini taşıyan, büyük senfonistlerden aşağı kalır yanı olmayan Faust Uvertürü, 15 konser uvertüründen sonuncusuymuş. Dilerim Meier ve benzeri kadın bestecilerin müzik arkeolojisiyle ortaya çıkarılan eserlerinden başkalarını da orkestralar programlarına alırlar...
BİR KLARNET USTASI: ORLOWSKY
Avrupa'nın tanınmış klarnetçileri arasında yer alan David Orlowsky (1981), Amerikalı besteci Aooron Copland'ın (1990-1990) Klarnet Konçertosu'nu seslendirmeyi niye seçti? Bence eserin güzelliğinin yanı sıra, soliste hem lirizmi, hem de oynak virtüoziteyi sunabilme olanağını verdiği için..
Orlowsky'nin hem solistiliği, hem de kendi adına kurduğu üçlüsüyle 21. yüzyıl Avrupa müziğine damga vuranlardan biri olduğunu söyleyebiliriz. Oda müziği alanında yaylı dörtlülerle ve benzeri topluluklarla kaydetğiti albümler, klasikten yeni müziğe kadar geniş bir yelpazeyi içeriyor. Copland'ın bildik formların dışında ilki ağır, ikincisi hızlı ve oynak olarak tasarladığı konçertosunda gösterdiği etkinlik fevkaladeydi. Özellikle iki bölümü birbirine bağlayan lirik kadans, sanatçının nasıl bu denli tanınır ve aranır olduğunu ortaya koyar nitelikteydi. Çaldığı bis parçası, belki de kendi bestesiydi.
Avner Dorman, usta klarnetçi için yeni bir konçerto besteliyormuş. Dileriz, bu eseri de Ankara'da dinleyebiliriz.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
9 Mart 2019, Ankara