Bazı ödüllendirmeler, sıcağı sıcağına sayılabilecek, anılar yeterince tazeyken yapıldığında daha anlamlıdır. SCAMV da, yıllarca başkanlığını yapan, büyük sanat destekçisi Mehmet Başman'ı (1929-2016) Onur Ödülü Altın Madalyası'yla postmortem olarak ödüllendirerek anlamlı bir iş yaptı.
6 Aralık 2017 gecesi yaşadığımız tören, Başman'ı yitirdikten sonra ikinci madalya töreniydi. Geçen yılki zaten onun sağlığında belirlenmişti. Madalya, Vakfın Başkanı Ali Avni Başman tarafından, aile adına, ailenin şimdiki en büyüğü anneleri Sevgi Başman'a verildi. Aradan bir buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen yaşam arkadaşını yitirmenin acısını hafifletemediği yüzünden okunan Sevgi Başman, kelimeler boğazında düğümlenerek “bizi bırakıp uzaklara gitti” derken sağ yanında da Vakfın Başkan Vekili Murat Başman elinde beratla duruyor, Ali Başman elindeki madalya kutusunu annesine uzatıyordu.
Törenin Mehmet Başman'a yakışan yanlarının yanında, yakışmayan, sağlığında onu çok rahatsız edecek bir yanı da vardı. Başman'ı anlatmak üzere perdeye yansıtılmaya çalışılan sunu, bundan öncekilere hiç benzemiyordu. Asılı kötü perde üzerine yansıtılmaya çalışılan video ya da sunu, profesyonellikten uzak, amatörce hazırlanmış bir powerpoint dizisine benziyordu. Eski törenlerde verilen pırıl pırıl, iyi seslendirilmiş gösterimler yerine, perde üzerinde Bilgisayar kürsörünün dolaştırılarak gösterimin sağlanmaya çalışıldığı kötü görüntüler, hazırlanmış olan amatörce çalışmanın bilgisayardan doğrudan verilmeye çalışıldığı izlenimini doğurdu. Ses yoktu! Sonunda, arkada duyulması gerekenleri, el programındaki metinden törenin sunuculuğunu da yapan Vakıf Genel Sekreteri Pınar Alpay, kısmen mikrofona okudu. Yaşananları da “teknik arıza” diye izah etmeye çalıştı . Tahminim, “tasarruf” etmek amacıyla profesyonel firmaya yaptırmak yerine, kendi mutfaklarında kotarmayı denediler ve sonuç bu oldu. Ayrıca genelde gözlenen “son dakikacılık” alışkanlığının da payı olabilir. Hem kendi canım sıkılmasın, hem başkalarının da canını sıkmayayım diye arayıp da sormadım kimseye...
Törenin Başman'a yakışır yanı ise, konuşma ve madalya verilişi tamamlandıktan sonraki konserdi. Kiminden sadece bir müzisyen olsa bile, Ankara'daki tüm orkestralar ve konservatuvarlardan gelen 53 kişilik Birleşmiş Ankara Orkestrası, gönüllü şef Orhun Orhon yönetiminde, ödüllü piyanist Emre Yavuz'a (1990) Beethoven'in “İmparator” adı yakıştırılmış 5. Piyano Konçertosu'nda eşlik etti.
Son yıllarda önemli uluslararası yarışmalarda birincilikleri bulunan, anıtsal piyanist İdil Biret'in de jüri üyeleri arasında bulunduğu Hacettepe Piyano Yarışması'nın finalinde de Beethoven'in 3. Konçertosu'nda dinleyip alkışladığımız Emre, 5. Konçertoda kuşağının piyanistleri arasında nasıl bir üst düzey yakaladığını kanıtladı.
Yoğun alkışlara Emre, dinleyince tanıyamadığım, ağıtsal yanı olan bir parçayla karşılık verdi. Belki de törenin duygusal havasından olacak, parçada bir ağıtsallık vardı sanki... Fuayede soranlara cevap veremediğim için sonradan araştırdım, ertesi sabah Orhun'a sordum, “Ton re minördü ama acaba Scriabin miydi?” dedi. Böylece onun da içine bir merak tohumu atmış oldum ve biraz sonra arayıp “Rahmaninov Re minör prelüdmüş” bilgisini bana iletti. Fuayede soranlara anında veremediğim cevabı böylece yazımda vermiş oldum.
Gözümün önünden Emre'nin, gene bu madalyanın sahiplerinden rahmetli Kamuran Gündemir'in konservatuvardaki odasında hocasının yanıbaşındaki küçücük hali, sonra ilk katıldığı yarışma olan Ukrayna'daki Mavi Kuş'a gidişi, kazanıp dönüşü geçiverdi. Emre 27 yaşına kadarki süreyi eğitim ve çalışma bağlamında çok olumlu değerlendirdi.
Çoğu gençlerden oluşan orkestranın eşliği de, piyaniste gerekli müzikal ortamı sağlayacak nitelikteydi. Eserin eşliği yerli yerinde, yüksek volümlere çıkma gayreti gösterilmeden ama şefin yüklediği iyi bir tempoda yapıldı. Sololar temizdi. Özellikle kornolarda Tuncay Doğu (opera) ile Tayfun Avcıoğlu (HacettepeSO), trompette Kutay Maktay (CSO) iyi tınılarıyla dikkati çektiler.
*
Törende hazır bulunanlar arasında önceki madalya sahiplerinden besteciler Muammer Sun, Yalçın Tura, Turgay Erdener de vardı. Uzaktan Ersin Onay'ı gördüğümde, yıllar önce Mehmet Başman' ın tarihe geçen 9. Senfoni konseri hazırlıkları için yaptığımız toplantıdaki desteğini anımsadım. O zaman başında bulunduğu Bilkent orkestrası için para-pul, kaşe soruşturmadan “Tüm orkestra olarak projede yer alırız” garantisini verdiğini hiç unutmuyorum.
SCAMV madalya ile festival açılış törenlerine içtenlikle katılan 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Kültür Bakanlığı döneminde sanat için elinden geleni yapmaya çalışan Ertuğrul Günay da konuklar arasındaydı. Hissettiğimiz eksiklik ise, yıllarca Vakıf kurullarında yer alarak yumuşak tavrıyla orta yol bulmaya çalışmış, bu törenlerde madalya sahipleri hakkındaki konuşmayı hazırlayıp sunan, yetiştirdiği öğrenciler, yazdığı kitaplarla müzik yaşamına önemli katkılarda bulunan Erdoğan Okyay'ın bulunmayışıydı. Okyay da 2017'de yitikler kervanına katılmıştı.
*
Bu arada fuayede bazı dostlardan gelen “ Hani Emrecan diye bir çocuk vardı, bu piyanist o mu yoksa?” benzeri soruları da buradan cevaplamış olayım: Evet, bu Emre, o Emrecan'dır. Ancak, adeta bir moda haline gelen ve pekçok türk kadın-erkek isminin ardına eklenerek yaygınlaşan Can takısından, bu yüzden hoşlanmayan Emre, sanat hayatında o takıyı kaldırdı ve uzunca bir süredir sahnelerde Emre Yavuz adıyla yer alıyor. Böylece iyi piyanistlerimiz arasında “Üç Emre” oldu. Emre Şen, Emre Elivar ve Emre Yavuz...
Üç Emre de, bizdeki orkestraların her yıl programına girmeye layık, üç önemli piyanist.
Kıvanıyoruz...
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
7 Aralık 2017
Fotoğraflar: Ş. Kahramankaptan