- "ALİ BABA VE 7 CÜCELER", SUÇA TEŞVİK EDEN FİLM OLARAK TARİHE GEÇTİ!
Cem Yılmaz sinemaya yaptığı katkılarla ne kadar gurur duysa azdır! En son filmi hakkında eleştirmenler ne derse desin, "Ali Baba ve 7 Cüceler" ülke tarihinin önemli bir eşik noktasına adını yazdırmayı başardı. Erzurum'da bir alışveriş merkezi sinemasında filmi izleyen iki seyircinin "şiddetli güldükleri için" gözaltına alınması olayının maalesef mizah kaldıracak bir tarafı yok. Şiddet araçlarının ve şiddeti besleyen nefret dilinin kirli bir hava gibi baskın olduğu, ayrımcı ve ötekileştirici söylemlerin gayet olağan karşılandığı yeni Türkiye gerçeğinde, komedi filmini kahkahalar atarak seyredenlerin gecenin sonunu karakolda ifade vererek geçirmesi "kişisel şikayet", "yanlış anlaşılma" gibi meseleye hafifletici kılıflar bulmayı imkansız hale getiriyor.
Adeta bu savı doğrularcasına "Ali Baba ve 7 Cüceler" filminin gösterimi sırasında işlenen "şiddetli gülme" suçu (!) ile eşzamanlı olarak İstanbul'da tuhaf bir şey oldu. Aslında yabancılara gayet tuhaf gelecek ama bizler için gündelik bir olguya dönüşen "öfke patlaması" sahnelerinden biriydi yaşanan: Bilezik almak için kuyumcuya giden kişi ödemeyi yapmak üzere verdiği kart "yetersiz bakiye" gerekçesiyle banka tarafından kabul edilmeyince, bilezik alışverişi önce fiziksel şiddet içeren kavgaya, ardından silahlı çatışmaya dönüştü. İnanılır gibi değil, ama gerçek… Bu tür sahneler genellikle trafik ışıklarında, kavşaklarda veya dur-kalk misali ilerleyen yoğun trafikli ara yollarda olurdu; anlaşılan bu konuda da hayli mesafe alınmış ve öfke sahnelerine esnafla işyerleri de dahil edilmiş.
Bunları haber olarak okurken ilk aklıma gelen "bu bir Zaytung haberi değildir" diye yazmak oldu. Ancak durum, üzerinde ciddi olarak düşünmeyi ve tedbir almayı gerektirecek ölçüde vahim. En basit tartışmaları bile alçak sesle yapamaz hale geldik; insanların yaşam tarzı ve düşünsel farklılıklarını bir zenginlik olarak değil, doğrudan bir tehdit ve düşmanlık gerekçesi olarak görmeye başladık. Ötekileştirme ve dışlama gibi eğilimler hiç olmadığı kadar artmakta.
Bütün bunlar sürpriz mi? Asla değil. Eğer ülkenin bilmsel ve teknolojik araştırma kurumu olma iddiasındaki TÜBİTAK "yerellik ve kültürel uyum" gibi kıstaslar peşinde koşuyor, iletişimin küreselleştiği 21. yüzyıl dünyasında "kitap toplama ve zararlı görülenlerin imha edilmesini" bilimsel görevler arasında sayabiliyorsa, sokaktaki adamın "şiddetli gülme" diye yeni bir suç kavramı icat etmesi ya da kredi kartıma nasıl hakaret edersin diye silaha davranılması karşısında ancak şu söylenebilir: Bunlar daha iyi günlerimiz.
TÜBİTAK'ın toplattığı kitaplar arasında "Gökkuşağının Tüm Renkleri" isimli bir çocuk kitabı var; din, dil, cinsiyet ve ırk temelli ayrımcılığın ne kadar yanlış olduğunu yalın bir dille anlatan.
Ve işte bu kitap maalesef "Gökkuşağında bir çok renk vardır ve her biri diğerinden farklıdır. Her renk tek başına da eşsiz ve özeldir; ama yanyana geldiklerinde en güzel manzarayı oluştururlar" gibi son derece zararlı ifadeler barındırıyor!
Kutuplaştırıcı ve ötekileştirici söylemin yaygın biçimde kullanıldığı, dahası bir siyaset aracı olarak kullanıldığı ortamda bireylerin birbirine karşı öfke ve şiddet biriktirmesine hiç şaşırmayalım. Televizyon programlarında, gazete köşelerinde insanların birbirine hakaret etmesi ve tercihan kavga çıkarması teşvik ediliyorsa; tv yayınlarını denetlemekle görevli olan kurum "zararlı yayıncılık" algısını "sigara ve içki kadehi yasak, silah serbest" haline getirmişse; ülkenin bilimsel araştırma kurumu, ayrımcılığın kötülenmesinden rahatsızlık duyuyorsa; insanların hayatını kurtarmaya yemin etmiş doktorların dövülmesi, tehdit edilmesi "olağan vaka" sayılıyorsa; adaletin şaşmaz diye bilinen terazisi, sabıkası kabarık cinsel tacizciler ile gözü dönmüş kadın katillerinin bile "iyi hal" indirimi almasına mani olamıyorsa, başka ne olmasını bekliyorduk ki?