Vasıfsız işçi Gary, taşeron firmanın olumlu cevabı üzerine Rhone trenine bindiğinde kendisini neyin beklediğini düşünmez bile. Nükleer tesiste çalışırsa cebine girecek 1200 Euro maaşın peşindedir. İş ortamının sağlıksızlığı ve radyasyon tehlikesi gittiği bardaki lunapark ortamı kadar gerçek ötesi birşeydir; rodeodan ya yere düşer ya da belirlenen sürede dengede durmayı başarıp, "bütün içkiler benden" dersin. Sonunda herkes neşe içinde evine döner, gerçek hayat devam eder.
Oysa, gerçek hayatın devam etmediğini, çalışanların hayatta kalmasının ancak bir denek faresi kadar değer taşıdığını daha ilk iş gününde farkeder. Radyasyon ve risk sözcüklerinin herhangi bir kavramdan ziyade gerçeğin ta kendisini ifade ettiğini anladığında ise herşey için çok geç olmuştur. Aylıklarını biriktirip memleketine dönmek hayaliyle nükleer dünyaya karşı verdiği mücadelede yenik düşmekten başka bir seçeneğin bulunmadığı, çıkmaz bir yoldadır.
Rebecca Zlotowski'nin "Nükleer Santral/Grand Central" filmi ölüm sessizliği ve çaresizliğinin hüküm sürdüğü bir Fransız kasabasını anlatır. İnsanların en temel yaşam hakkının ucuza enerji maskesiyle çarçur edilip; yarına ilişkin umutların radyasyonlu cildi ölümcül hale gelmeden temizleme ihtimaliyle eşdeğer olduğu bir resimdir bu: Avrupa Birliği normlarıyla çalışan, işçi hakları ve iş güvenliği hukukunun uygulandığı Fransa'nın radyoaktif serpinti resmindeki insanlar ya sakat kalır; ya da tamamen hayata veda eder. Bütün kasaba halkının hayatta kalma şansı nükleer santral sirenlerinin çalma sayısı ile doğru orantılıdır. Sirenler yedi kez çaldığında, ölüm kapıya dayanmış demektir.
Maden kazalarını 1800'lerdeki örneklere bağlayıp mazeret üretenlerin; doğal afetlerin yıkıcılığına inat plansız kentleşme ve betonlaşmayı sürdürmekten vazgeçmeyenlerin "Nükleer Santral" filmini bir ev ödevi gibi izlemesinde yarar var.
Ayvalı barajı inşaatı daha yolun başındayken, nükleer santral gibi en ürkütücü aşamaya gelinmeden, doğaya ve elbette kendimize yaptığımız akıl almaz kötülüklerden yalnızca bir tanesidir. Zaten haberin kendisi başka söze gerek bırakmayacak kadar net:
"Erzurum'un Olur ilçesine bağlı Oltu Çayı üzerinde yapımı devam eden Ayvalı Barajı ve HES inşaatı, bölgeyi 3 yılda adeta cennetten cehenneme döndürdü. Organik sebze ve meyveciliğin yapıldığı yeşil bölge 3 yıl içinde tanınmaz hale geldi. İnşaatlar nedeniyle önceleri cennet gibi doğaya sahip olan Çukurbağlar Mahallesi, çöle döndü. Deniz seviyesinden 600 metre yükseklikte Karadeniz iklimi özellikleri taşıyan arazide, narenciye ile pamuk dışında tüm meyve ve sebze organik olarak yetiştiriliyordu."