İDSO'nun 3 Şubat tarihli Beyoğlu Emek Sineması konserini şef Antonio Pirolli yönetti. Fagotçu Selim Aykal ve klarnetçi Ayşegül Kirmanoğlu konsere solist olarak katıldılar. Programda Rossini'nin Semiramis Operası Uvertürü, Richard Strauss'un Klarnet, Fagot ve yaylı çalgılar için ikili konçertinosu, Beethoven'in 3. Senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Ayşe Özbekligil vardı.
TAKSİM KONSERLERİNE YOĞUN GÜVENLİK ÖNLEMLERİ.
Bir önceki Emek konserinde olduğu gibi bu konserde de yoğun bir güvenlik önlemi alınmıştı. Salonun bir alışveriş merkezinde olması yanı sıra maalesef terör örgütlerinin hedef aldığı bir lokasyonda da olması nedeniyle, güvenlik güçleri işlerini şansa bırakmıyor. Bu hafta konser provasından sonra salonun özel bomba ekiplerince aranması da bunun bir göstergesi.
EMEK SİNEMASINDA EMEK VEREREK KAYIT YAPMAK.
Buradaki ilk konserden sonra yazdığım gibi İDSO'nun konser mekanlarının hiçbiri orkestra ve benzeri müzik ekiplerinin performansı gözetilerek yapılmış yerler değil; Emek Sineması da bunlardan biri. Dar sahnesi nedeniyle enine yerleşen orkestranın kaydını da bir paravanın ardında iki sandalye üzerinde gerçekleştiriyor olmam her yerde kayıt yapabileceğimin kanıtı mıdır yoksa vah vah denilecek bir durum mudur karar veremiyorum.
SEN CİDDİ İŞLER YAPMA ROSSINI.
Konserin ilk eseri olan Gioacchino Rossini'nin Semiramis Operası Uvertürü bestecinin Opera Seria yani Ciddi Opera tarzındaki ilk ve sanırım son denemesi olmuş. Opera Buffa-Komik Opera alanındaki başarısını ciddi tarzda operaya taşımak isteyen Rossini'ni, eserin temsili için dönemin en önemli isimlerini bir araya toplamışsa da -ki Semiramis rolünde eşi soprano Isabella Colbran rol almış- 1823'de Venedik La Fenice Tiyatrosundaki temsil istediği başarıyı yakalayamamış.
Eserin başındaki tehlikeli nefesli partileri kısa bir sallanmanın ardından rayına oturarak dengeyi buldu. İDSO'nun geçen haftaki nefesli başarısından sonra nazar değmesin diye yazmıştım, neyseki bu eserde değmedi.
HEM SOLİST HEM ORKESTRA ÜYESİ OLMAK.
Bu hafta İDSO kendi içinden bir solist ile kendine uzak olmayan başka bir solisti ağırladı. Klarnet sanatçısı Ayşegül Kirmanoğlu İstanbullu dinleyicilerin yakından tanıdığı bir isim, ayrıca İDSO'nun klarnet grup şefi. Fagot sanatçısı Selim Aykal, Almanya'da bulunan Detmold Yüksek Müzik Okulunda başlayan yurtdışı macerasını hız kesmeden sürdürmüş ve şu an Berlin Deutsche Oper Orchester'in birinci Fagot sanatçısı olarak görev yapmakta.
Yaş olarak benden büyük olsalar da kendilerini öğrencilik yıllarından bu yana izleme şansım olduğu için bu noktaya ulaşmalarını büyük keyifle takip ettiğim Kirmanoğlu-Aykal ikilisi, "hem solist hem de orkestranın önemli bir ismi nasıl olunur"un en iyi örnekleri diyebilirim.
Strauss'un son dönem eserlerinden olan Fagot-Klarnet ikili konçertinosu, Fagotçu Hugo Burghauser'e ithaf edilmiş. Eser ilk olarak 1948 yılının Nisan ayında İsviçre'nin Lugano şehrinde, İtalyan İsviçresi Senfoni Orkestrası tarafından seslendirilmiş. Strauss'un kendi sözleri ile eserin konusu "Dans eden bir prenses (klarnet), onun dansını taklit etmeye çalışan Ayının (fagot) beceriksiz hareketlerinden ürker. Ancak prenses ayıya merhamet eder ve onunla dans eder, ta ki ayı bir prense dönüşene kadar..."
Ayşegül Kirmanoğlu'nun bir prenses nezaketine sahip olduğu su götürmez. Burada konuya uymayan, beceriksiz ayıyı canlandıran fagotçunun, usta bir yorumcu olmasıydı. Selim Aykal konu gereği bile sakar olmadan, fagotun teknik becerilerini gayet ustaca ortaya koydu. Ara verilmeden çalınan bölümlerin ardından finalde ikili, dinleyicinin ısrarlı alkışlarını Beethoven'de de sahnede olacaklarını belirterek bunu bis parçasına saymaları ricası ile sahneden ayrıldı.
Bu arada konçertino her ne kadar Fagot-Klarnet ve yaylı çalgılar orkestrası için yazılsa da başkemancının partileri de neredeyse bir solist kadar yoğundu, bu nedenle görünmez solist Ayşe Özbekligil de esere ciddi katkıda bulundu.
BAŞKA BİR SENFONİ.
Konserin ikinci yarısının ağır topu tabii ki Beethoven'in 3. Senfonisi olan Eroica idi. Eserin besteleniş konusu artık bilinen hikayelerden olduğu için, bilmeyen okuyucularımıza Google amcaya başvurmalarını salık veriyorum.
Hiç yapmadıysam en az 5-6 defa kaydettiğim bu senfoni, Beethoven'in 9 senfonisi arasında bana göre en ayrıcalıklısı gelir. Tek numaralı senfonilerin (1 hariç) çift numaralı senfonilere göre daha dokunaklı ve öne çıkmasının nedeni nedir bilmiyorum ama 3. Senfoni hem uzunluk hem de yapısal olarak 5-7 ve 9'dan ciddi olarak ayrılır.
Beethoven'in yazdığı her notanın içini doldurduğu düşünülürse, daha ilk notadan son notaya kadar yatay çok sesleme kuralları yerine duygu çok seslemesi yaptığını iddia edebilirim. Özellikle 3. Senfoni söyleyecek çok sözü olan bir devrimcinin en önemli manifestosu olarak nitelendirilebilir. Hele ki bu başkaldırış onu yarı yolda bırakan Napolyon gibi bir isme ise...
Başkalaştırılan, soyutlanan Beethoven giderek sağırlaşırken, verimi düşeceğine 9. Senfoni gibi bir über senfoniye giden yola girerek, hayata karşı isyanını daha başka nasıl ifade edebilirdi ki?
İDSO eseri iyi tanıdığı için bu konserde olumsuz bir performans beklemiyordum. Nitekim öyle de oldu, ancak orkestranın belki de "na-orkestral" bir sahnede oluşu istediğim heyecanın yansımamasının neden oldu.
Bugün bakır nefesliler azıcık yüreğimi hoplattı, tahta nefesliler de senfonin özellikle ikinci bölümünün sonuna doğru bir parça entonasyon sorunu yaşadılar. Üçüncü bölümün başı maalesef start alamayan bir araba gibi tınlamasaydı iyi olacaktı, zira üçüncü bölümün en önemli yeri ilk ölçüden tempoya girebilmektir. Burada biraz Sayın Pirolli'ye yüklenmeli miyim bilmiyorum. Ancak tüm konserin nazar boncuklarını silecek hareket üçüncü bölümde korno partilerinin hatasız çıkması oldu, bu nedenle korno grubuna bu hafta ekstra kredi çıkarmak gerekiyor.
Dördüncü bölüme yine senkron sorunu damgasını vurdu. Orkestranın bu senkron sorununa acilen bir çözüm bulması gerektiğini her defasında yazıyorum, umarım bu sorun bir şekilde halledilecek.
REFLEKS YORUM.
Tüm bu yazdıklarım neticesinde olumsuz bir tablo çizmiş görünsem de aslında beklediğim "en az bu kadar bir yorum çıkar" düşüncemde yanılmadım. Bunun anlamı da şu: orkestralar, topluluklar ve solistler repertuarlarındaki eserleri güncel tuttukları sürece minimum bir yorumu da sabit tutmuş olurlar, bu da "refleks yorum" diyebileceğimiz bir yorum olur. Bu akşam İDSO'dan da refleks bir Beethoven dinledik diyebilirim.
Ama yıllarca orkestra ile iç içe olunca doğal olarak her konserin bir öncekinden daha iyi olmasını bekliyorum. Bunu isterken de orkestranın içinde bulunduğu şartları da göz önünde tutuyorum elbet, özellikle de 2008 yılından bu yana göçebe edilmelerinin affedilecek tarafı olmadığını...
Bu akşam solistlerin gecesi oldu diyebilirim. Senfonide de orkestranın çabaları göz ardı edilemez ama biraz daha yoruma dayalı olsaydı çok daha iyi olurdu. Dinleyici ise uzun zamandır özlediğim, ofsayt alkışlara düşmeyen ve bölüm arası astım bronşiyal krize girmeyen bir dinleyici idi. Mekanın dekorunu da düşünürsek eskilerden bir konser "çaldık" diyebilirim.
Herkese sanat dolu bir hafta diliyorum.
Mehmet Sungur
4 Şubat 2017