18 Mart, ülkemizde, Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitleri Anma Günü olarak belirlenmiş gururlu bir günümüz. Bu günün anısına şef Can Okan yönetiminde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO) anlamlı bir konser düzenledi.
19 Şubat 1915 günü düşman gemilerinden Çanakkale Boğazı’ndaki tabyalarımıza top ateşi ile başlayan deniz savaşı 18 Mart 1915 günü gemilerin deniz yolu ile boğazı geçmeye çalışması ve, hepimizin bildiği, büyük bir hezimete uğrayıp geri çekilmeleri ile sona erer. 28 Nisan 1915 günü sahillerimize yapılan çıkarma ile başlayan kara savaşı da 9 Ocak 1916’da, yine bizim için, zaferle sonuçlanır.
18 Mart, adına ‘türküler yaktığımız’ destansı bir günümüzdür. CSO’nun bunu her yıl bir konserle anması ise güzel bir değerbilirlik.
Yanılmıyorsam 50. yıldönümü olan 1988’e kadar Atamızın ölüm günü olan 10 Kasım’ları sadece ‘matem günü’ olarak düşünürdük. Tüm ‘eğlence’ yerleri kapatılır, radyo ve televizyonda ‘ağırlaştırılmış’ proğram uygulanır; ‘klasik müzik’ çalınırdı. Yine yanılmıyorsam, bir dinleyicinin yazdığı ‘klasik müziğin matem müziği olmadığı, bir söylemi olduğu, örneğin, o gün çalınan bir eserin Türklere karşı kazanılan zaferleri vs anlattığı için uygun bir seçim olmayabileceği’ düşüncesi aklımda yer etmiştir. (Bunun CSO konseri ile ilgisi olmadığını söylemeliyim.)
O nedenle katılacağım her etkinlik öncesi kendime bir ‘öğrenme süreci’ yaratmaya çalışıyorum. Bunların bir kısmını da sizlerle paylaşıyorum. Konsere katılan binlerce dinleyiciden bir kısmının, bir detayı önceden bilse belki de farklı bir haz duyacağını, eseri daha başka bir gözle dinleyeceğini, izleyeceğini düşünüyorum.
CSO konseri öncesi, fuayede elimize geçen proğram kitapçığında eserler hakkındaki kısa notların (bu kez, yine) şef Can Okan tarafından yazılmış olmasını ilginç buldum; hoşuma gitti. Orkestrayı yönetecek şefin neler düşündüğünü konser öncesi öğrenmiş olmak güzel bir deneyim oluyor.
Konserde, CSO'nun başkemancı sandalyesinde, 1. Derece Keman Üyesi Derya Bozok oturuyordu.
Bir dinleyici olarak, kendim için yaptığım bazı hatırlama ve öğrenmeleri ise sizlerle paylaşmak istiyorum.
Beethoven; Ah! Perfido / Ah! Hilekar (1796)
Konserin ilk parçası Alman besteci Ludwig van Beethoven’in (1770-1827) soprano ve orkestra için yazdığı ‘Ah Perfido / Ah, Hilekar’ isimli konser aryası idi. Bu eser Beethoven’in 25 yaşında iken (1796) bestelediği ilk çalışmalarından biri ve tek konser aryası. O dönemin ünlü sopranolarından (daha önceden W. A. Mozart (1756-1791) tarafından söylemesi için iki parça bestelenen) Çek asıllı Josepha Duschek (1754-1824) düşünülerek yazılmış, ancak programı uymadığı için ilk seslendirilişini 1796’da Leipzig’de kontes Josephine von Clary (1777-1828) yapmış.
Resitatif (konuşma) bölümünün sözleri o dönemin ünlü söz yazarı Pietro ‘Metastasio’ Trapassi’den (1698-1782) esinlenilmiş, arya bölümünün yazarı ise bilinmiyor.
Yaklaşık 14 dakikalık bu eser sevdiği tarafından terk edilen bir kadının kızgınlığını (tanrılardan cezalandırma isteğini) anlatmakla başlıyor; Ah’ Perfido, Spergiuro / Ah! İnançsız, Hilekar. Daha sonra bu isyan, sevginin galip gelmesi ile, merhamete (tanrılardan af dilemeğe) dönüşüyor; Per Pieta, Non Dirmi Addio / Ne Olursun, Bana Veda Etme. Şarkı içinde bu dönüşümü duygu ve ses olarak yansıtmak çok önemli; o nedenle sopranolar için teknik olarak zor bir seçim.
Ah hayır, durun, intikam tanrıları!
O kalbi bağışla, benimkini vur!
O değişse de ben neysem oyum
Onun sayesinde yaşadım,
Onun için ölürüm!
Ne olursun, bana veda etme,
Sensiz ne yapacağım?
Devlet Opera ve Balesi’nin solist sanatçısı, yurtiçi ve yurtdışında pek çok eserde başrol oynamış olan soprano sanatçımız Feryal Türkoğlu bu zor seçimi başarı ile yorumladı; Beethoven’in kızgınlık ve yakarış dolu duygularını bizlere aktardı.
Mahler: Rückert - Lieder / Rückert Şarkıları (1902)
Avusturyalı besteci Gustav Mahler (1860-1911) ‘insani duyguların, insan sesinin müzikal ifadesi’ olarak tanımlanan pek çok ‘lied’ bestelemiş.
Önceleri ‘volkslied / halk türküsü’ olarak nitelendirilen bu tür ‘ağıt’lar zamanla çağdaş müzik ile yoğrularak, sanat, biçim, teknik, eklenerek ‘kunstlied / sanat şarkısı’na (lied) dönüşmüş. Lied’lerde esas; ‘esere temel olan lirik kısa şiirin karakter bütünlüğünü yansıtan bir müzikle işlenip, bestelenmesi’.
Mahler’in çocuklara karşı olan aşırı ve içten sevgisi, düşkünlüğü onun yaratma felsefesini de etkilemiş. Belki de bu nedenle kendine yakın bulduğu şair Friedrich Rückert’in, ölen çocuklarının acısıyla yazmış olduğu şiirlerini bestelemiş. Ne acıdır ki, birkaç yıl sonra da kendi çocuğunu kaybedince şunları söylemiş: “Bu şarkıları kendi çocuğumu kaybetmiş gibi hissederek besteledim, böyle yaparak belki de kaderi gücendirdim!”.
Avusturyalı şair Friedrich Rückert (1788-1866) gençlik yıllarında Arapça, Türkçe, Farsça öğrenmiş. Mevlana dahil pek çok doğu eseri Almancaya çevirmiş; eserlerinde doğu edebiyatının batıya nasıl ilham kaynağı olduğunu vurgulamış. İki çocuğunu kaybetmenin kederini, yayınlamayı düşünmediği, 428 şiir ile ifade etmeye çalışmış.
Kendisi de çocuk yaşlarında sekiz kardeşini kaybetmiş olan Mahler, Rückert’in şiirlerinden etkilenmiş ve bunlardan beş tanesini 1901-1904 yılları arasında ‘lied’ formatında bestelemiş. Mahler, bir bütünlük ifade etmesini arzuladığı bu grubu ‘Kindertotenlieder / Çocuğun Ölümü Üzerine Şarkılar’ olarak adlandırmış.
Ayni dönemde bestelediği dört lied (Mahler’in çocuk bekleyen eşi Alma’ya sevgisini ifade eden bir diğer Rückert şiirinin 1902’de eklenmesi ve bu grubun birlikte yayınlanması ile) ’Rückert -Lieder / Rückert Şarkıları’ olarak anılıyor. Lied’lerdeki sıralama ve/veya sonradan eklenen beşinci parçanın çalınması isteğe bağlı olarak değişebiliyor.
CSO konserinde Rückert Şarkıları’nı aşağıdaki sıra ile dinledik:
1. Blicke Mir Nicht In Die Lieder / Şarkılarıma Bakma
2. Ich Atmet’ Einen Linden Duft / Hafif Bir Koku Soluyorum
3. Ich Bin Der Welt Abhanden Gekommen / Dünyaya Karşı Kayboldum
4. Um Mitternacht / Gece Yarısında (Uyandım)
5. Liebst Du Um Schönheit / Güzellik İçin mi Seversin
Rückert Şarkıları içindeki lied’ler Mahler tarafından hem piyano, hem de orkestra için bestelenmiş olmasına rağmen eşi için yazdığı Liebst Du Um Schönheit, kişisel bir hediye olma özelliği nedeni ile, sadece piyano için bestelenmiş ve seyirci önünde çalınmamış. Yayımcı ve müzik yazarı Max Puttmann’ın (1863-1935) orkestraya uyarlaması ve eserin konserde çalınması (1916) Alma Mahler’in (1879-1964) tepkisi ile karşılanmış.
Ankara Devlet Opera ve Balesi’nin solist sanatçısı, yurtiçi ve yurtdışında pek çok eserde başrol oynamış olan mezzo soprano sanatçımız Ferda Yetişer, Rückert ve Mahler’in sevgisini, duygularını, genç yaştaki ölümler karşısındaki hüznünü bize aktaran bir performans sergiledi.
Yaklaşık 16 dakika süren Rückert Şarkıları’nı dinlerken; doğu kültürünün batı değerlerini etkilemesi, çocuklar, günlük hayatın karmaşası, ölüm ve sevgi üzerine yoğunlaşan bir dünyada yolculuk yaptık.
Rachmaninoff: Vocalise / Vokaliz (sözsüz şarkı) (1915)
Ünlü Rus besteci Sergei Rachmaninoff’un (1873-1943) bu eserinde söz olmamasına rağmen sopranonun nağmelerinde hayatın güçlük ve üzüntüleri, sıla hasreti, nostalji ve bunların getirdiği mutsuzluk gür bir melankoli havasında dinleyiciye yansıtılıyor.
Rachmaninoff’un 1915’de bestelediği bu parçayı ithaf ettiği soprano Antonina Nezhdanova (1873-1950), bir prova sırasında, bu güzel eserde söz olmamasından yakınır. Piyanoyu çalan Rachmaninoff şöyle cevap verir: ‘tüm düşünceni ve hislerini sesin ve yorumunla bu kadar güzel ifade edebiliyorsan söze ne gerek var?’
Önce ‘ses ve piyano’ için yazılan bu eserin prömiyeri, yine Rachmaninoff tarafından yazılan ‘orkestra’ versiyonu ile, 1916’da yapılmış. CSO konserinde de orkestra için yazılmış (yaklaşık 5 dakika süren) şeklini dinledik.
Rachmaninoff: Ölüler Adası (1909)
İsviçreli sembolist ressam Arnold Böcklin’in (1827-1901) en bilinen eseri ‘Die Toteninsel / Ölüler Adası’ ismi ile 1880-1886 yılları arasında yaptığı beş tablodur. Tabloda, deniz ortasında, kayalık sahili olan, içi yoğun selvi ağacı dolu bir ada ve ayışığı altında adaya yaklaşan bir kayık yeralmaktadır.
İlk tabloyu yaparken stüdyosunu ziyaret eden bir kadın sanatsever yarı bitmiş tablonun ona yıllar önce kaybettiği kocasını hatırlattığını söyler ve kendi için ayni tablodan ister; resimdeki kayığa beyazlar içinde ayakta duran bir kadın ve çiçekler içinde bir tabut eklenir. Böcklin bu detayları ilk tabloya da ekler; daha sonra ayni tablodan 3 tane daha yapar. Önceleri başka isimli tablo bu aşamada Ölüler Adası ismini alır. (Dördüncü tablo bombardımanda yok olur, geri kalan dört kopya günümüzde müzelerde sergileniyor. Üçüncü tablo bir ara Hitler’in ofisinde yer almış.)
Rachmaninoff 1907 yılında Paris’te tablonun siyah beyaz bir kopyasını görür; çok beğenir. Ayni isimle bir senfonik şiir besteler; ilk seslendiriliş 1909’da yapılır ancak Rachmaninoff 1930’a kadar beste üzerinde değişiklikler yapar, son halini verir.
CSO konserindeki senfonik şiirde ‘ölüler adasına giderken sularla buluşan kürek sesleri, ayışığı altında denizin dalgaları, ölülerin ardından yapılan ayin… ‘ hepsini ruhumuzda hissettik.
**
Böyle anlamlı bir günü konserle anmamızı sağlayan CSO yönetimine ve tüm sanatçılara teşekkürler. Soprano Feryal Türkoğlu ve mezzosoprano Ferda Yetişer kardeşlerin güzel, anlamlı yorumlarını keşke daha fazla parçada dinleyebilseydik.
Genç kuşağın şeflerinden Can Okan’ı (d.1986) bir kez daha izlediğim için mutluyum. Orkestrayı ve kendini konsere iyi hazırlamış olduğu anlaşılıyordu; dinleyiciye verdiği değerin bir diğer göstergesi ise üç orkestra eserinin program notunu hazırlayarak bakış açısını önceden dinleyici ile paylaşması idi.
Konserde 18 Mart’ı ve günün önemini hatırlatacak hiçbir simge olmaması dikkatimi çekti. Halbuki, yılbaşı konserinde renkli ışıklar, süsler yapmıştık. Bu kez de fuayede bir iki pano, sahnede bir köşede abartılı olmayan bir bayrak veya bize ‘denizi, gemiyi’ hatırlatacak, örneğin, bir gemi dümeni, gemici flamaları… olabilirdi. Ve, keşke, bizden bir ‘ağıt / lied’ de olabilseydi, diye düşündüm; ne de olsa bizim bayramımız, bizim hüznümüz..
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimiz kutlu olsun, şehitlerimizi hüzün ve saygıyla selamlıyoruz.
Levent TOSUN
18 Mart 2024, Ankara