İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 13 Nisan 2018 Cuma günü Fulya Sanat Merkezi’nde verdiği konserini, flüt dünyasının sayılı isimlerinden Patrick Gallois yönetti. İDSO’nun flüt grup şefliğini de yapan başarılı isimlerinden Bülent Evcil konsere solist olarak katıldı ve Aram Haçaturyan’ın Re Majör Keman Konçertosunun Flüt için düzenlemesini seslendirdi. Programda ayrıca Jean Sibelius’un Op.39, 1 numaralı Mi minör Senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Ayşe Özbekligil vardı.
FLÜTÜN USTASI, ŞEF BAGETİNİ ALIRSA.
Fulya Sanat Merkezi’ndeki konser başlamadan önce, konsere gelen dinleyici yine salona giriş kaosu yaşamaya devam etti. Geçen haftalardaki yazıma ne yazık ki Beşiktaş Belediyesi’nde hâlâ bir cevap gelmedi. Biz yazmaya devam edelim, belki bir duyan olur.
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nı bu hafta önemli bir isim yönetti. Flütün çağımızdaki en önemli temsilcileri arasına girmiş Fransız flüt sanatçısı Patrick Gallois, kariyerini artık şef olarak sürdürmekte. Jean-Pierre Rampal gibi flütün “gerçek ustası” bir isimle çalışan Gallois, 17 yaşında Paris Konservatuarına girdikten sadece 4 yıl sonra 21 yaşındayken Lorin Maazel yönetimindeki Fransa Ulusal Orkestrası’nın flüt grup şefi olarak göreve başlamış. Flüt sanatçısı olarak birlikte çalıştığı isimlere baktığımızda ise, Pierre Boulez, Seiji Ozawa, Leonard Bernstein, Sergiu Celibidache gibi saygıdeğer isimleri sayabiliriz.
Kariyerinin zirvesindeyken orkestra şefliği de yapmaya başlayan Gallois, bir süre solist-orkestra şefi olarak devam ettirdiği kariyerini, son dönemlerde orkestra şefliği üzerine yoğunlaştırmış.
Bu akşam İDSO yine kendi içinden bir soliste eşlik etti. Flüt grup şefi Bülent Evcil, Aram Haçaturyan’ın Re Majör Keman Konçertosunun Jean-Pierre Rampal ve James Galway tarafından yapılan düzenlemesini seslendirdi.
Yurt içinde ve yurt dışında verdiği konserlerle şu anda ülkemizin en popüler flüt sanatçılarından biri olan Evcil, bu akşam yine zorlayıcı bir eserle dinleyicinin karşısına çıktı. Jean-Pierre Rampal 1967 yılında Aram Haçaturyan’a ulaşmış ve bir flüt konçertosu bestelemesini istemiştir. Haçaturyan bu isteğe, keman konçertosunun flüt için düzenlemeye uygun olacağını söylemiştir. Haçaturyan’ın izni ile Rampal eser üzerinde düzenlemeye gitmiş ve ilk olarak 1967 yılının Kasım ayında Serge Fournier yönetimindeki Toledo Filarmoni Orkestrası eşliğinde eseri seslendirmiştir. Bir başka flüt ustası ve Bülent Evcil’in de hocası olan Sir James Galway daha sonra bir şekilde “Galway Edisyonu” diyebileceğimiz bir başka versiyon yapmış.
Bülent Evcil’in iş disiplinini yakından bildiğim için bu geceki performansın kusursuz olması için elinden geleni yapacağından şüphem yoktu. Keman konçertosu olarak zaten yeterince zor olan eserin flüt düzenlemesi de, flüt edebiyatının zorluk derecesi yüksek bir iki konçertosu arasında yer almaktadır. Haçaturyan’ın halk motifleri üzerine kurduğu temaların Evcil’in flütünde nefes bulması, gerçekten dinlemeye ve dolayısı ile kaydetmeye değer bir performanstı diyebilirim.
Bugün İDSO’nun nefeslilerine çok iş düştü, konçertonun sololarının temiz tınlaması için ellerinden geleni yapan nefesli grubunda her solo istisnasız çok önemliydi ve cam gibi tınladı. Özellikle korno solosu ile Altuğ Tekin eşliğinde viyolonsel grubunu ünison temada hatasız tınıları, konçertonun can alıcı fagot solosu için de Sertaç Çelikkol’u da ayrıca tebrik etmek gerekiyor.
Ermeni halk şarkılarının çoşkulu ritimleri üzerine kurulu üçüncü bölümü, bir flütçünün nefesi kesilmeden çalması için neredeyse bir körük gerektirir. Kemanın yayı zıplatarak çaldığı notaların nefesli bir çalgıdaki yansıması gerçekten güzel tınlasa da, flütçü için en zorlayıcı yerlerden biri olduğu su götürmez. Burada da Bülent Evcil, tekniği ve yorumu birleştirerek bana göre “dikişsiz” bir performans çıkardı. Son bölümde en çok dikkatimi çeken ise, flüt grubundan Recep Fıçıyapan’ın flüt tınısının Bülent Evcil’le frekans olarak inanılmaz benzeşmesi oldu. Sanırım yan yana çalmanın verdiği güzellik bu. Korangle, obua ve klarnette devam eden eşlik partileri çok net ve kusursuz tınladı.
Patrick Gallois’nın çok önemli işlere imza attığını bilmeme rağmen, bugün genel prova sırasında İDSO ile çok iyi bir senkron yakalayamadığını görünce biraz endişelendim. Gallois gibi bir sanatçının şefliğini eleştirecek değilim elbet. Ancak ilk kez çalıştığınız bir orkestra ile tek konserde kendi yorumunuzu aşılamak da mümkün olmayacaktır. Konser sırasında Gallois’nın orkestra girişleri için daha odaklanmış bir yönetim sergilediğini görmek içimi rahatlattı.
Eserin sonunda gelen yoğun alkışlar üzerine yeniden sahneye gelen Bülent Evcil’in (dolayısı ile İDSO’nun) bis olarak çalacakları Haendel’in Reinaldo Operasından Lascia ch’io pianga aryasını, geçen günlerde İstanbul’da elim bir deniz kazası yaşayarak kullanılmaz hale gelen Hekimbaşı Salih Efendi yalısının sahiplerinden, klasik müzik programları ve yalıda düzenlenen konser organizasyonları ile tanıdığımız Zerhan Gökpınar Hanımefendiye armağan etmesi ise gecenin duygusal anlarındandı.
SIBELIUS’U RESMETMEK.
Konserin ikinci yarısı, konser salonlarında görmeye pek alışık olmadığımız bir performans içeriyordu. Orkestrayı yöneten Patrick Gallois’nın eşi de olan Finlandiyalı görsel ve aksiyon-ressamı Tiina Osara, orkestra Sibelius’u seslendirirken, hissettiklerini tuvale aktardı. Bayan Osara’nın tuvale çizdiğini kaydımda gösteremesem de, fırça darbelerinin sesini kayda aktardığımı söyleyebilirim.
Osra-Gallois ikilisinin bu performansı ünlü video sitelerinde bulunmakta, nasıl bir performans olduğunu merak eden okuyucularım bu sitelerden izleyebilir.
Finlandiya ve Sibelius’u ayrı düşünmek sanırım mümkün değildir. Finlandiya’nın Rusya egemenliğinde bir dukalıktan 1917 yılında bağımsızlığını kazanmasına tanıklık eden Sibelius, ulusal Fin müziğinin oluşumunda ve dünyaya tanıtılmasında büyük rol oynamıştır. İlk senfonisini 33 yaşındayken 1899’da tamamlayan ve Nisan ayında kendi yönetiminde Helsinki Senfoni Orkestrası ile seslendiren besteci, daha sonra eseri revizyondan geçirmiş ve bu hali ile de 1900 yılının Temmuz ayında Robert Kajanus yönetiminde seslendirilmiştir.
Kendisinin de itiraz etmediği, eserin Çaykovski havasında olması konusuna gelince, Çaykovski’nin ölümünden birkaç yıl sonra bestelenmiş bir eserin, onun boyutunda bir bestecinden esinler taşıması bana göre gayet normal. Gerek Çar Rusyası gerekse 1917 devrimi sonrası Sovyet Rusya döneminde egemen oldukları ülkeler, bugün bile o dönemlerin kültür izlerini taşımaktadır.
Jean Sibelius’un Op.39, 1 numaralı Mi minör Senfonisi bir süredir İDSO’dan dinlemediğimiz bir eserdi. Evrim Güvemli bu hafta hem Haçaturyan hem de Sibelius’daki klarnet soloları ile kulaklarımızın pasını aldı. Senfonide açılış solosu onda olduğu için bu ağır sorumluluğu başarı ile seslendirmesi çok önemliydi.
Eserin genel olarak hatasız seslendirildiğini söyleyebilirim. Orkestradaki gruplar üzerlerine düşeni fazlasıyla yapmaya çalıştılar. Yine de eserin genel havasında bir parça ihtiras eksikliği hissettiğimi söyleyebilirim. Son dönemlerde İDSO’nun çıkış gösteren grafiğini göz önünde bulundurursak, orkestranın bir adım ötesine geçmesini bekliyorum. Hatasız çalma refleksi bazen yorumu statik hale getirebiliyor.
Bu hafta Bülent Evcil’in (daha önceki konser yazısındaki başlığımı kullanayım) duman çıkaran performansı ve Sibelius’un az çalınan 1. Senfonisi ile İstanbul dinleyicisi gerçekten keyifli bir konser izledi. Sahnedeki resim performansı ise kolay kolay rastlayacağımız bir etkinlik olmadığından, bu hafta için “istisnai bir konser” yaşandı diyebiliriz.
Konsere gelen dinleyici ise birkaç haftadır alkışlardan muzdarip olan bana acıdı mı nedir, hiçbir bölüm arasına alkış sokmayarak benden tam puan aldı.
Gelecek hafta buluşuncaya kadar herkese sanat dolu günler diliyorum.
MEHMET SUNGUR
14 Nisan 2018