İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 9 Mart 2018 Cuma günü Beyoğlu Emek Sineması Sahnesi’nde verdiği konserini, yine bir son dakika değişikliğiyle Antoni Pirolli yönetti. Bu haftanın şefi daha önceki programda Naci Özgüç olarak ilan edildiyse de, hastalığı nedeni ile konsere katılamayınca, İDSO’yu bu hafta apar topar Sayın Pirolli yönetmek durumunda kaldı. Konsere Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası başkemancısı olan Jülide Yalçın solist olarak katıldı ve Johannes Brahms’ın Op.77, Re Majör Keman Konçertosunu seslendirdi. Programda ayrıca Fazıl Say’ın “Kapalı Çarşı” adlı eserinin Türkiye prömiyeri ve Ludwig Van Beethoven’in Op.36, 2 numaralı Re Majör Senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Ayşe Özbekligil vardı.
YİNE BİR “İLK SESLENDİRİLİŞ” PROGRAMDA ES GEÇİLDİ.
Geçen haftalarda bu konuya değinmiştim, İDSO’nun konser programlarında daha önce eserlerin Türkiye’de ya da İstanbul’da ilk seslendirimi yapılıyorsa, mutlaka bu program kitapçığında yer alırdı. Son yıllarda programların görsel tasarımları yüzde yüz daha güzel hale gelse de, bu “ilk seslendiriliş” konuları es geçilmeye başlandı.
Bu hafta konserin açılış eseri olan Fazıl Say’ın “Grand Bazaar - Kapalı Çarşı”sı, Türkiye’de ilk kez seslendirildi. Sevilla Orkestrası tarafından sipariş edilen eser 2016 yılında tamamlanmış ve dünya prömiyeri ise Sevilla’da yapılmış.
Kapalı Çarşı’nın tarihi havasını notalarına yansıtan Fazıl Say’ın bu eseri, bana göre yine bir film müziği havasında tasarlanmış. Orkestrasyona bakıldığı zaman, vurmalı çalgılarla birlikte, darbuka ve kudümü de (neredeyse) solist çalgı gibi kullanan Say, Osmanlı döneminin İpek Yolu havasını notalarına taşımış. Eseri dinlerken bir taraftan bu havayı solusam da, bana hissettirdikleri Kapalı Çarşı’dan çok, 1964 yapımı, Melina Mercouri, Peter Ustinov ve Maximilian Schell’in başrollerini paylaştığı “Topkapı” filmini çağrıştırdığını söyleyebilirim. “Kapalı Çarşı”nın ritmik yapısı ve armonileri, o kalabalık Çarşı’nın kaosundan ziyade, orada geçen bir kovalamaca sahnesine yakışabilirdi.
Eserin seslendirilmesi için fazla bir yorum yapmak istemiyorum. Son dakikada bagetini kapıp provaya gelen bir şefin maalesef fazla birşey yapmasını bekleyemezsiniz. Bu nedenle Sayın Pirolli, giriş çıkışı çok dikkat gerektiren partisyona mümkün olduğu kadar hakim oldu diyebilirim. Orkestradaki birkaç ofsayt nota dışında, herkesin fark edeceği hatalar olmadı.
CSO’DAN GELEN KONUK.
Bu haftanın gündemini kuşkusuz 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” oluşturdu. Sosyal Medya’da sıkça gündeme gelen bu gün, kimileri tarafından magazinleştirildi, kimileri işin gerçekten sosyal kısmını gündeme taşıdı. Her ne olursa olsun, dünyada hâla eşit haklara sahip olamayan ve erkek egemen bir dünyada yaşam mücadelesi veren kadınlarımızın bu yarası, umuyorum en kısa zamanda kapanacaktır.
İDSO’da bu günü atlamayarak, ertesi güne denk gelen konserinin başlığını da bu güne ayırmış. Tabii solistin kadın bir sanatçı olması dışında, başkemancısının ve kadrosunun büyük bir bölümünün de kadınların oluşturduğu İDSO, sanırım ülkemizdeki kurumlar içinde bu konuda pozitif ayrımcılığı bünyesine taşımayı başarmış ender kurumlardan biri. Ya da esprili bir şekilde bakarsak, konservatuarlarımızda okuyan erkek öğrenciler uzun süredir tembellik ediyorlar.
Konserin solisti Jülide Yalçın, Ankara’da tanındığı kadar, İstanbul dinleyicisinin de yakından tanıdığı bir isim. Daha önce de İDSO ile konser veren sanatçı, yurt dışında da yaptığı çalışmalar ve katıldığı konserlerle ülkemizi başarı ile temsil etmiş.
Konserde seslendirilen Johannes Brahms’ın Op. 77, Re Majör Keman Konçertosunun hikayesinden bahsetmeye gerek duymuyorum, zira Brahms, Çaykovski, Beethoven gibi ünlü konçertoların hikayelerini artık sizler, en az bizim kadar biliyorsunuz.
Jülide Yalçın’ın ilk bölümdeki performansını açıkçası biraz çekingen buldum. Ara sıra entonasyonda birkaç yerde sıkıntı olsa da, teknik pasajlarda sorun yaşamadan ilk bölümü tamamladı. Brahms söz konusu olunca (ne kadar romantik olsa da) yaşanan romantizmin bile biraz hırçın havada olmasını bekliyorsunuz. Bu nedenle Jülide Yalçın’ın ilk bölümdeki yorumunda o hırçınlığı beklerken, daha kontrollü bir yorum dinledik.
İkinci bölümde, Çaykovski’nin keman konçertosunun “Canzonetta” havasını çağrıştıran melodileri ile Brahms, bana göre konçertonun da en güzel bölümünü yazmıştır. Şarkı havasında giden, yer yer derinlere dalan, bir anda oktavlarla gerilim yaşatan, obua ve kornonun eşlikleri ile yeniden şarkı söylemeye geri dönen keman, bu bölümde bizi başka bir dünyaya taşır. Jülide Yalçın ikinci bölümde, belki de ilk bölümü atlatmanın verdiği rahatlıkla, daha fazla Brahms’a odaklandı.
Üçüncü bölümün temposu yine “Alman” yorumu ile karşımıza çıktı. Oturaklı bir tempo ile başlayan son bölümde Jülide Yalçın’ın, aslında bu tempodan biraz daha hızlanmak istediği hissine kapıldım. Maalesef teknik olarak biraz sıkıntı yaşayan Yalçın, ilerleyen ölçülerde şarampolden ustalıkla kurtuldu.
Bu arada orkestranın eşliğine değinecek olursak, repertuarında zaten sıcak duran Brahms’a eşlik etmek İDSO için çok zor değil elbet. Kaç haftadır değineceğim araya başka şeyler girdiğinden es geçip duruyorum; timpanist Müşfik Galip Uzun’u son haftalardaki eşlikleri için ayrıca kutlamak istiyorum, zira eserlere göre seçtiği bagetler, dönemleri tam anlamı ile yansıtıyor, ki bu hafta Brahms ve Beethoven’e seçtiği bagetler de tabiri caizse “cuk” oturdu.
Eserin sonuna doğru kafasındaki olumsuzluklardan kurtularak tekrar esere dönen Jülide Yalçın dinleyicinin çoşkulu alkışları ile sahneden ayrıldı. CSO’nun başarılı başkemancısı, bu konserde belki de İstanbul’un o yorucu havasından, istediği yorumun biraz altında kalsa da, kemandan çıkardığı ton ile İstanbul dinleyicisine zevkli bir kırk dakika yaşattı.
HER ZAMAN BEETHOVEN.
Yazılarımı takip edenler dört “B” hayranlığımı bilirler, Bach, Beethoven, Brahms ve Bartok. İşte bu dörtlü içinde yer alan Beethoven, Tanrı’nın verdiği o üstün yeteneğe rağmen, bir taraftan da bu yeteneği yok edercesine verdiği sağırlıkla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Sağırlığının başlangıcına rastlayan 2. Senfoninin yazım aşaması da, Beethoven’in bu mücadelesinin ürünüdür. Re Majör tonunda yazılsa da, girişinde ve gelişmesinde yer alan Re minör geçişler de, adeta bu mücadelenin notalara yansımasıdır.
İDSO’nun yorumuna geçmeden önce, Antonio Pirolli’nin bu eser için mükemmel bir tempo seçtiğini söylemeliyim. Saat gibi işleyen, Beethoven’e çok yakışan bu tempo ile Pirolli bana göre maça 1-0 önde başladı. Sahnenin ince uzun olması nedeni ile yakın temasa mecbur kalan orkestra, bu dezavantajı lehine kullanarak senkron sorununu da halletmiş bir yorum yaptı. Bu da şunu gösteriyor ki, İDSO’nun ve İstanbul’daki diğer orkestraların en büyük sorunu “duyum”. Geçen gün önünden geçtiğim AKM’nin yıkım aşamasını görmek, bende derin bir hüzün yarattı. Ön cephesinin sökülmesi ile adeta çıplak bir şekilde teşhir edilmek zorunda kalan biri gibi, gururlu ama kaderine razı olmuş havası ile sanırım birçok sanatseveri de aynı hüzne sürükledi. Umuyorum yeni yapılacak AKM bir an önce orada barınan kurumları bünyesinde toplayarak, bu göçebeliğe son verecek.
İkinci bölümde Antonio Pirolli yine güzel bir tempo seçerek, nefeslilerin sololarını ön plana taşıyacak bir yorum yaptı. Kemanların bu sololara eşlikleri ise oldukça iyiydi. Sololarla birlikte Antonio Pirolli’nin de sesinin güzel olduğunu bir kez daha duyduk, mikrofonlarımdan ikisi şefe çok yakın olduğu için, Pirolli’nin eşliklerini net olarak duyabiliyorum.
Üçüncü bölümün ana teması çok alakalı olmasa bile bana 9. Senfoninin ikinci bölümünü anımsatır. O inatçı tema ile Menuet-Trio, Beethoven’in zihninde mükemmel biçimde sentezlenir. Yine bu bölümün nefesli soloları başarılı biçimde seslendirildi.
Bu arada Emek Sahnesi’nin biçiminden dolayı sağ tarafta konuşlanmak zorunda kalan timpani, bana göre kayıt dengesini bozdu. Söz sahneden açılmışken, Emek Sahnesi’nde konser boyunca seyircinin üzerinde açık bırakılan ışıklar, dinleyicinin de tepkisine neden oldu. Konser salonlarında, dinleyici zifiri karanlıkta bırakılmasa da bu kadar aydınlık içinde olması, ister istemez dinleyiciyi konserin havasından uzaklaştırıyor. Umarım bir sonraki konserde ışıklar makul ölçüde karartılır.
Üçüncü bölümün o inatçı motifi ile benzer bir karakter gösteren son bölüm, yine Pirolli’nin emin temposu ile başarılı bir şekilde seslendirildi. Yer yer kemanların volüm olarak nefeslilerin önüne geçtiği bölümler olsa da, eser başarı ile tamamlanmış oldu. Sonuç olarak bu hafta öncelikle nefesli grubu olmak üzere, İDSO gerçekten layıkı ile Beethoven yorumladı.
Maalesef Beethoven’in 2. Bölümü hariç, her bölüm arasında gelen seyircinin alkışı için bu hafta seyirci notunu kırmak zorunda kalsam da, salonu dolduran dinleyiciye teşekkürlerimi sunuyorum.
Gelecek hafta bulununcaya kadar herkese sanat dolu günler diliyorum.
MEHMET SUNGUR
10 Mart 2018