İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 19 Ocak 2018 Cuma akşamı Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda verdiği konserde orkestrayı, İsrailli şef Lior Shambadal yönetti. İspanyol viyolacı Isabel Villanueva konsere solist olarak katıldı ve Bela Bartok’un Viyola Konçertosunu seslendirdi. Programda ayrıca Dmitri Şostakoviç’in Op. 141, 15 numaralı La Majör Senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Özgecan Günöz Kızılay vardı.
GÜLDEN TURALI’YI HATIRLAMAK.
İDSO’nun bu haftaki konseri, orkestranın başkemancılığını yapmış, Hanımefendi çizgisi ile başta İstanbul olmak üzere, konser verdiği her yerde fark edilen, Sayın Gülden Turalı’nın (1936 - 20 Ocak 2002) ölüm yıldönümüne gelmesi (en azından bir gün önce olması) nedeni ile, dinleyiciye verilen orkestra programında en azından anısına bir fotoğraf beklerdim. Orkestranın sosyal medya hesabından yaptığı paylaşım çok güzeldi, ancak sosyal medya, sandığınız kadar konser dinleyicisine ulaşmıyor henüz. Konservatuar’da şahsen hocam olmasa da, koridorlarda rastlaştığımızda yaptığımız sohbetler ve tabii ki yıl sonu sınavlarında jüride olduğu için her zaman hocam oldu. Bir de işin tonmaysterlik tarafı var tabii, İDSO konser kayıtlarını almaya başladığımda, işini ne denli özenli yaptığını gördüm. Konser sırasında bir solo partisini çalmışsa, mutlaka konser sonrası fikrimi sorar, hatta mümkünse yeniden çalmayı isterdi. Çünkü o kayıtların geleceğe kalacak miras olduğunu çok iyi bilen ve geleceğe doğru bir miras bırakmayı isteyen bir sanatçıydı Gülden Turalı. Bu nedenle kendisini bir kez daha saygı ile anıyorum.
AYNADAKİ CİSİMLER GÖRÜNDÜĞÜNDEN YAKINDIR.
Orkestranın bu hafta ağırladığı solist, İspanyol viyolacı Isabel Villanueva’ydı (1988). Başta Yuri Bashmet olmak üzere viyolanın önemli isimleri ile çalışma olanağı bulan sanatçı, Londra Kraliyet Müzik Akademisi, Siena Academia Musicale Chigiana ve Cenevre Üniversitesi Müzik Bölümü’nde eğitim görmüş. İspanya Televizyonu’nda verdiği canlı konserler dışında bugüne kadar birçok ünlü topluluk ve orkestra ile de konser veren sanatçı, hem solist hem de eğitmen olarak çalışmalarını sürdürmekte.
Bela Bartok’un Viyola Konçertosu, dönemin ünlü viyolacısı William Primrose’un siparişi üzerine, tam da bestecinin lösemide son aşamaya geldiği 1944 kışında bestelenmeye başlanmıştır. Ölümünden kısa bir süre önce, 8 Eylül 1945’de, eserin bittiğini, sadece orkestrasyonun tamamlanması gerektiğini ifade etse de, eser ailesinin de isteği ile Macar besteci, orkestra şefi, viyolacı ve Bartok’un dostu Tibor Serly tarafından tamamlanarak 1949 yılında basıma hazır hale gelebilmiş. Aynı yıl, Antal Dorati yönetimindeki Minneapolis Senfoni Orkestrası eşliğinde William Primrose tarafından seslendirilmiş. 1995 yılında bestecinin oğlu Peter Bartok, Amerikalı viyolacı Paul Neubauer ile yeniden ele almış, bunun ardından Csaba Erderly’nin de düzeltmeleri ile eser bugünkü şeklini almış. Notlarımıza eserin viyolonsel düzenlemesinin de yine Tibor Serly tarafından yapıldığını ve ilk seslendirilmesi (ayrıca kaydını da) ünlü viyolonselcilerden Janos Starker tarafından yapıldığını da ekleyelim.
Konsere dönersek, viyolacı Isabel Villanueva’yı konser öncesinde 2017’de çıkardığı Bohemes adlı albümünde dinleme olanağı buldum ve aslında iyi bir yorumcu dinleyeceğimi bekliyordum. İşte burada stüdyo kayıtları ile canlı performans arasındaki ince çizgi ortaya çıkıyor. Her zaman yazdığımı bir kez daha yazmam gerek, ilk defa dinlediğim, kayıt ettiğim solisti bana iyi gelmeyen bir performansla yargılamam doğru olmaz. Bu nedenle Villanueva’yı da bu performansı ile yermek istemiyorum. Yine de mikrofonlarıma yansıyan performans için konuşursak, Bartok yorumcusu olmak, başka bir iş bana göre. Modern eser, nasıl olsa kaynar gider diye düşünürseniz aldanırsınız. Kaldı ki konçertonun başında bir şeylerin ters gittiği maalesef mikrofonlarıma yansıdı.
Ara başlıkta da belirttiğim gibi, aynadaki cisimler göründüğünden yakındır ve Bartok göründüğünden zordur. Bana göre Bartok dehasındaki bir bestecinin kafasından geçenleri anlamak ve yazdığı notalara hayat vermek için önce Bartok’un vatan hasretini, Nazi’lere karşı olan öfkesini, belki de ülkesi dışında yaşamak istediği tek ülke olan Türkiye’ye kabul edilmeyişindeki o kırgınlığı, Amerika’ya gittiğindeki hayal kırıklığını da özümsemek gerekiyor.
Bu gece Villanueva’nın performansında öncelikle tempolardaki çelişki ön plandaydı ve şef Shambadal orkestrayı soliste göre ayarlamak için insanüstü bir çaba gösterdi. Daha sonrasında ise teknik pasajlarda artikülasyon ve yay-parmak geçişleri maalesef profesyonelce tınlamadı. Konçertonun orta yerlerinde ise buna tezat işler çıktı ki, bu nedenle Villanueva’yı tekrar canlı olarak dinlemeyi isterim. Bir şekilde bazı solistler aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, sahne heyecanlarını bastırmayı başaramayabiliyor. Belki de bu geceki performansın ardında yatan şey de budur, bilemiyorum.
Eserin sonunda gelen alkışlara Johann Sebastian Bach’ın 1 numaralı Sol Majör Viyolonsel Süitinden bir bölümle karşılık veren sanatçı, nedense bu bisin de tamamını çalmayarak konseri tamamladı.
ŞOSTAKOVİÇ’İN SON SENFONİSİ VE KEDİ.
Stalin ile yaptığı maçtan canını zor kurtaran Şostakoviç, ölümünden dört yıl önce, bir ay gibi kısa sürede tamamladığı son senfonisi ile İDSO’nun konserinin ikinci yarısının konuğu oldu.
1971 yılının yaz aylarında kaleme alınan, bestecinin bu senfonisi, ilk olarak 8 Ocak 1972’de Moskova Birleşik Radyo Televizyon Orkestrası tarafından, bestecinin oğlu Maksim Şostakoviç yönetiminde seslendirmiş.
Senfoniler adı üzerinde senfoni orkestraları için bestelenmiş eserlerdir. Ancak Şostakoviç’in bu senfonisi (No:15), içerdiği çalgılar dolayısı ile gerçekten “Senfoni Orkestrası için Senfoni” diyebileceğimiz yoğunlukta bir eser. Şimdi büyük eleştirmenler “ne yani, az sayıda müzisyen olsa yoğunluk olmayacak mıydı” diyebilirler aman, benim kastettiğim yoğunluğun sayı ile değil, çalgıların çeşitliği içinde yansıyan tınıların, orkestra partileri içindeki dağılımı ile ilgisi var.
İlk bölümün hemen başında kulağımıza gelen Rossini’nin Willhelm Tell Uvertürünün o tanıdık melodisi, ikinci bölümde imzası olan D, S, C, H (Re-Mi bemol-Do-Si notaları) teması, son bölümde Wagner’in leitmotiflerinden “Kader”in ve Glinka’nın bir şarkısından alınmış ezgilerin keman tarafından senfoni boyunca duyulması, Şostakoviç’in son senfonisini başka bir görkemle kaleme aldığının da göstergesi olmuş.
Alıştığımız karanlık tarafı koruyan Şostakoviç, yine de başka bir aydınlık tarafı da bu senfonide işleyerek, diğer senfonilerinden ayırmış bana göre. Vurmalı çalıgıların baskın tarafı ile birlikte, keman, flüt, obua, viyolonsel sololarını da ön planda tutarak senfoni içinde solist dengesini bir başka çizgiye taşımış. Özgecan Günöz Kızılay, Bülent Evcil, Sezai Kocabıyık, Hakkı Öztürk, Ayşegül Kirmanoğlu ve atladığım kim varsa tebriklerimi bu sololar için gönderiyorum. Bu akşam orkestranın senfonideki yorumu bir bütün olarak güzel olsa da, nefesli ve vurmalı çalgılar grubunun buna katkısı da ayrıca güzeldi.
Lior Shambadal’a gelirsek, başarılarını tartışmayacağımız nitelikteki bu şef ve İDSO’nun kimyası geçen yıl olduğu gibi bu yılda başarı ile tutmuş. Orkestranın senkronunda gözle görülür bir iyileşme olduğu gibi, Şostakoviç’in bu senfonisinde Rus ekolünün tınısını duymak beni gerçekten mutlu etti.
İDSO’nun performansındaki yükselişten geçen haftalarda bahsetmiştim. İyi solist ve iyi şeflerle çalışınca orkestradaki konsantrasyon inanılmaz derecede artıyor. Geçen akşam Maxim Vengerov’la yapılan konser kaydımı tekrar dinlediğimde, orkestranın çalışına bir kez daha şapka çıkardım. Ancak A+ orkestra sınıfına çıkmak isteniyorsa, orkestranın öyle bir senkronla tınlaması gerekiyor ki, maalesef bunu her konserde mikrofonlarımda duyamıyorum.
Bu akşam ilk yarıda değilse de ikinci yarıda Lior Shambadal ve İDSO’nun, Şostakoviç’in çok seslendirilmeyen bu senfonisini yorumlaması bana ve dinleyiciye keyif verdi. Bu arada sanırım konserden en çok keyif alansa Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nın sıcak salonuna misafir olan, müziksever kedi oldu. Konser boyunca nefesli çalgı grubunun yanından ayrılmayan tekir-beyaz Kedi Hanım, Şostakoviç’in en yüksek notalarında bile huzurla dinledi senfoniyi.
Sırada “Dinleyici bu konserde aralarda alkışladı mı?” bölümüne geldik: Evet alkışlar zayıf olsa da geldi, ancak çok şükür notaların sönümlenmesine zaman verildiği için daha sonra miks sırasında çıkarabilirim. Konser salonu ise bu akşam oldukça dolu sayılabilecek dinleyiciyi ağırladı. Yine de “nerede o eski AKM” demeye devam...
Gelecek haftaya kadar sanat dolu günler diliyorum.
MEHMET SUNGUR
20 Ocak 2018