İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın 23 Şubat Cuma günü Fulya Sanat Merkezi’nde verdiği konserini Raul Grüneis yönetti. Konsere kemancı Özgecan Günöz Kızılay, viyolonselci Çağlayan Çetin ve piyanist Özgür Ünaldı’dan oluşan Bosphorus Trio solist olarak katıldı ve Ludwig Van Beethoven’in Op.56, Do Majör, Keman, Viyolonsel ve Piyano için Üçlü Konçertosunu seslendirdi. Programda ayrıca Richard Strauss’un Op.40, Bir Kahraman’ın Yaşamı başlıklı senfonik şiiri yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Ayşe Özbekligil vardı.
BOĞAZİÇİ’NDEN YELKEN AÇAN ÜÇLÜ.
2016 yılında bir araya gelmeye karar veren Özgecan Günöz Kızılay, Çağlayan Çetin ve Özgür Ünaldı, kurdukları Bosphorus Trio ile bugüne kadar beklediklerinin üzerinde ilgi gördüklerini söylüyor. Bunun altında yatan neden sanırım bu üçlünün müzikal anlamda birbirleri ile olan uyumu.
Özgecan Günöz Kızılay’ı İDSO üyesi olması ve başkemancılığını da yapması ile İstanbul dinleyicisi çok yakından tanıyor. Viyolonselci Çağlayan Çetin, Trakya Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda başladığı eğitimini Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda sürdürmüş ve burada yüksek lisansını tamamlamış. Çeşitli orkestraların hem solo çellistliğini hem de grup şefliğini yapan genç sanatçı, 2016 yılında Borusan Filarmoni Orkestrası’nın açtığı sınavı kazanarak orkestranın üyesi olmuş. Piyanist Özgür Ünaldı, Avusturya’da düzenlenen 17. Uluslarası Johannes Brahms Yarışması’nda piyano dalında ödül alan ilk Türk sanatçı olmanın yanı sıra, “En iyi Brahms Yorumu” ile uluslararası müzik çevresinde tanınmaya başlamış. Moskova Çaykovski Devlet Konservatuarı’nda doktora eğitimini tamamlayan sanatçı, halen oda müziği, solistlik ve Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda doçent olarak görevini sürdürmektedir.
BEETHOVEN’İN BİR BAŞKA “TEK TAŞI”
Beethoven’in keman konçertosu gibi, keman, viyolonsel ve piyano için yazılmış bu üçlü konçertosu da türünün tek örneğidir. Çalışmalara 1803 yılında başlayan besteci, eseri de 15 yaşından beri öğrencisi olan Arşidük Rudolf’a adamıştır. 1804 yılında tamamlanan eserin notaları 1807 yılında basılmış ve ilk olarak 1808 yılında Ignaz Schuppanzig’in düzenlediği bir organizasyonda seslendirilmiştir. İlginç olan, 1803 yılında Arşidük Rudolf’a adanan konçertonun, 1807’de basılmış partilerinde bu ithaf, Prens Lobkowitz’e yapılmış olarak görünür. Politika mıdır yoksa başka şeyler mi olmuştur, maalesef burası biraz dedikoduya girer.
Her ne olursa olsun, Beethoven’in üst başlıkta da yazdığım gibi keman konçertosu gibi ayrı bir “Tek Taşı” olan bu konçerto, iyi anlaşan üçlüler için de orkestra ile konser vermek için büyük bir olanak sağlar.
Bu akşam sahnede olan Bosphorus Trio’yu ilk kez dinleme ve kaydetme şansı buldum. Öncelikle geleceği çok parlak bir ekip olduğunu söyleyebilirim. Keman-Viyolonsel / Piyano-Keman gibi ikili partilerde hem gamların entonasyon temizliği hem de artiküle notaların senkoronlarının saat gibi işlemesi takdire şayandı.
Konser öncesi yaptığım kısa röportajda, eseri ilk kez seslendireceklerini belirttikleri için merakla beklediğim yorumlarını oldukça başarılı buldum. Eseri iyi çözmüş oldukları belli olan Bosphorus Trio’nun yorumdan ziyade zaman zaman bireysel entonasyon ve teknik sıkıntı çektiklerini gözlemledim. Eserin bütününü etkilemeyen ancak benim gibi işini kulağının tam ortası ile yapan biri için bu tip çapaklar maalesef bir pırlantanın içindeki kusurlar gibi görünüyor. Bu arada performans ile ilgili küçük bir bilgi vermem gerek, konçertonun son bölümünde Beethoven’in orijinalinde kadans olarak düşündüğü ancak yazmadığı iki yere, bu gece piyanist Özgür Ünaldı küçük de olsa kadanslarını yerleştirdi. Üç çalgı için kadansın da olduğunu belirten Ünaldı, henüz buna cesaret etmediklerini ancak bunu düşündüklerini de söyledi. Bir ilki gerçekleştiren bu üçlünün, bunu da hayata geçirmelerini mutlaka bekliyorum.
Bana göre Bosphorus Trio’nun Beethoven’in bu eserini repertuarlarında sürekli tutması gerekiyor. Bir iki konser sonra albümlük bir kayıt çıkacağını söyleyebilirim. Tabii bu eseri çalışırken, bunu seslendiren Oistrakh-Rostropovich-Richter efsane kadrosunun 1974 kaydını dinlemelerini de naçizane tavsiye ederim.
Bu performansın ardından gelen yoğun alkışı karşılıksız bırakmayan Bosphorus Trio, Astor Piazzola’nın Mevsimler’inden İlkbahar bölümünü seslendirdi. Üçlünün birliktelik konusunda bir kez daha ortaya koyduğu başarısı bu eserde de belli oldu. Özellikle teknik pasajlardaki entonasyon ve birlikteliğin tınısı, bu iki yıllık ekibin geleceğinin parlak olduğunun da göstergesi.
STRAUSS’UN KENDİNE TUTTUĞU AYNA.
19. Yüzyılın sonuna gelinmiş ve yeni bir yüzyıla ramak kalmışken, Don Juan, Don Kişot, Böyle Buyurdu Zerdüşt gibi eserleri yaratan Strauss da, yeni yüzyıla bir eser bırakmak amacı ile çalışmalara başlamış ve “Bir Kahraman’ın Yaşamı” başlıklı senfonik şiiri ile bir anlamda otobiyografik bir esere de imza atmıştır. Romantik dönem ile 20. Yüzyıl armonisini birlikte yaşayan Strauss, bu geçiş döneminde kendi üslubunu yaratarak, ne tam bir romantik ne de tam bir 20. Yüzyıl bestecisi olmuştur bana göre.
Bu eserinde de aslında “sert bir romantizmi” hissetmek mümkündür. Rüyalara daldıran sololara, bir anda kabarık bir dalganın kıyıları dövercesine vurduğu gibi gelen nefeslilerin partileri, insanı huzurdan öfkeye sürükleyen gel-gitlerdir adeta.
Bu hafta orkestrayı yöneten Roul Grüneis, orkestranın geçen yıllarda da çalıştığı bir isim ve bana göre orkestranın da çok iyi anlaştığı bir şef. Bu hafta hem Beethoven hem de Strauss’da doğru adam olduğu bir kez daha gözler önüne kondu. Beethoven eşliğinde orkestrayı nüans, zamanında “cue” (girmesi gereken zamanı gösterme) verişi ve tabii ki yorum anlamında doğru şekilde çalıştırarak, bu hafta Bosphorus Trio’nun performansında en büyük desteği sağladı.
Strauss ise orkestranın repertuarında olan bir eser olsa da, hiçbir orkestranın “cebinde” olan eserlerden değildir, yani parlatılmazsa paslanır gider. Bu hafta İDSO, Grüneis ile bu parlatmayı mümkün olduğunca yapmış. Karışık partilerde bazı yerleri “geçmek” zorunda kalsalar da, orkestranın tümü bu eser için konsantrasyonu üst seviyede tutmuş. Tabii bu haftanın ekstra kredisi yine nefesli grubuna geliyor. Yaylı çalgıların partileri ne kadar teknikse, nefeslilerin eforu maalesef biraz daha fazla bu eser için. Trombon ve Korno grubu entonasyon konusunda sıkıntısız ve parlak tınıları ile göz doldururken, başkemancı Ayşe Özbekligil, solo partisinde küçük bir konçerto seslendirdi. Eserin son anlarında gelen korno solosunun zarif ve hata kabul etmeyen notaları ise, bu gece Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası'ndan konuk olarak gelen Cem Akçora’nın nefesinde hayat buldu.
Bu hafta hem solistler hem de Strauss ile göz dolduran İDSO, zor bir haftanın altından başarı ile kalktı. Dinleyicinin ofsayt alkış yapabileceği tek bölüm Beethoven’in 1. Bölümüydü ve maalesef o alkış geldi.
Gelecek haftaya kadar herkese sanat dolu günler diliyorum.
MEHMET SUNGUR
24 Şubat 2018