İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın Caddebostan Kültür Merkezi’nde verdiği 2018 yılının ilk konserini, İtalyan şef Jakopo Sipari (1985) yönetti. Genç viyolonselci Nil Kocamangil konsere solist olarak katıldı ve Camille Saint-Saens’in Op.33, 1 numaralı la minör viyolonsel konçertosunu seslendirdi. Programda ayrıca Piotr İlyiç Çaykovaski’nin 5 numaralı Op.64, mi minör senfonisi yer alıyordu. Başkemancı koltuğunda bu hafta Özgecan Günöz Kızılay vardı.
GENÇ UMUTLAR YEŞERİNCE.
Bu haftanın solisti olan Nil Kocamangil’in benim kayıt hayatımda ayrı bir yeri vardır, zira ilk konserinin kaydını yapan kişiyim. Bu nedenle de, tıpkı onun gibi şu anda sayamayacağım kadar genç ve başarılı solistin İDSO ile verdiği ilk konserlerini kaydettiğimden, bugün onların başarılarını görmek en az aileleri kadar beni de gururlandırıyor.
Nil Kocamangil 9 yaşında MSÜGSF’de Dilbağ Tokay ile başladığı eğitimini Claus Kanngieser, Marc Coppey ve Gautier Capuçon ile sürdürmüş. Oda müziği, orkestra üyeliği ve tabii ki solist olarak giderek yükselen kariyerini şu anda Leipzig’te yaptığı doktora eğitimi ile sürdürüyor.
Nil Kocamangil’in konserde seslendirdiği Camille Saint-Saens’in Op.33, 1 numaralı la minör viyolonsel konçertosu, 1872 yılında bestelenmiş. Saint-Saens’in zor bir dönemine gelen bu süreçte, besteci önce kendisine çok yakın olan teyzesinin ölümü ile başa çıkmaya çalışmış. Bu arada Fransa-Prusya savaşının karışıklığı doğal olarak bestecinin yaşadığı Paris’i de derinden etkilemiş. 19 Ocak 1873 tarihinde Auguste Tolbecque tarafından seslendirilen eser, daha sonra 20. Yüzyıla damgasını vuran solistlerden biri olan Pablo Casals tarafından 1905 yılında Londra’da seslendirildikten sonra bugünkü ününe kavuşmuştur.
Kesintisiz geçişleri ile yazılan konçerto, bu yapısı ile de soliste sanki tek bir cümle seslendiriyormuş hissi verir. Kocamangil bu nedenle tam da eline oturan bir konçerto çalmış oldu. Romantik pasajlarda arşe bütünlüğünü çok iyi dengeleyen sanatçı, hızlı pasajlarda ise artikülasyonu kusursuz bir şekilde dinleyiciye ulaştırdı. Genç yaşına rağmen artık olgun solist tanımını rahatlıkla yazabileceğim noktaya gelen Kocamangil konçertoyu bir küçük nazar boncuğu dışında tamamen yorum odaklı seslendirdi ki, aslında kafasında konser için düşündüğü konçertonun bu olmadığını da not olarak belirteyim.
Orkestra eşliği genel anlamda hatasız olsa da, şefin aceleciliği sonucunda bir iki ofsayt ses duyduk maalesef. Keman grubunda biraz senkron sorunu ön plana çıksa da yine de eşlik anlamında bir sıkıntı yaşanmadı. Nefesli grubu da son haftalardaki çıkışını sürdürerek üstlerine düşen görevi başarı ile tamamladılar.
Konçerto sonrası yoğun alkışlar üzerine yeniden gelen Nil Kocamangil, programa ek olarak Johann Sebastien Bach’ın 2. Viyolonsel Süitinden Sarabande bölümünü seslendirdi. Son dönemlerde dinlediğim Bach yorumları içinde gerçekten beğendiğim yorumlardan biri olduğunu söyleyebilirim. Takdir edersiniz ki bazı bestecilerin yorumunu yapmak için sadece o esere çalışmak yetmez. Teknik olarak iyi olsanız da, dönemin yorumuna odaklanmanız, o dönemin tarzını benimsemiş olmanız da gerekir. Bunu başaran yorumcular zaten bestecilerin adları ile anılırlar. Ben Nil Kocamangil’in gerçekten önemli bir Bach yorumcusu olacağına inanıyorum, bunu da bir yere not edelim.
SIPARI’NIN ÇAYKOVSKİ’Sİ.
Bu hafta orkestrayı yöneten şef Jakopo Sipari ilginç bir biyografiye sahip. Piyano, kompozisyon ve şan eğitimi dışında 22 yaşındayken Hukuk Fakültesini de bitirerek avukat olan Sipari, Roman Rota Apostolik Kilisesi’nin de en genç avukatı. Kariyerinde daha çok opera şefliği yapmış olmasına rağmen başta İtalya olmak üzere birçok ülkede orkestralara konuk olmuş ve başarılı konserlere imza atmış.
Mikrofon plasmanı öncesi provaya kulak misafiri olduğum için eserin sonunu dinlerken, bu akşam ilginç bir Çaykovski yorumu olacağını da anladım. Sipari her şefin hissettiği, esere kendi yorumunu katma duygusunu eşlikte olmasa da senfonide ortaya koymuş. Gerek tempolardaki değişimler, gerekse nüanslardaki yorumla orkestraya bu hafta kendi istediklerini verebilmiş diyebilirim.
Çaykovski’nin 1888’in yaz aylarında tamamladığı senfoni ilk kez 17 Kasım 1888’de besteci yönetiminde St. Petersburg’da seslendirilmiştir. Bestecinin kendini çok eleştirdiği senfonide, bir rivayete göre eserin başarısının, eserden ziyade kendisinin daha önceki başarılarının öne çıkmasından dolayı olduğunu söylediği müzik tarihi notlarına düşülmüştür. Yine de daha sonraki konserlerde sanırım Çaykovski de kendine haksızlık ettiğini anlamıştır.
Birinci bölümün daha başındaki klarnet solosu ile kulaklarımıza sıcak bir yorum üfleyen Ayşegül Kirmanoğlu ve ikinci bölümün başındaki korno solosu ile kendisini özlediğimiz Ertuğrul Köse kritik soloları başarı ile seslendirdi. Tabii ki önemli bir konserden dönen Bülent Evcil ve obua sololarında beni hiç yanıltmayan Sezai Kocabıyık ikinci bölümde nefesli grubunun öne çıkan isimleri oldu.
İkinci bölümün faciası yine kendini tutamayan dinleyiciden geldi ve bölümün ortasına ofsayt bir alkış yerleştirmeyi başararak olmayan saçımı nasıl yolabileceğimi bana gösterdi. Her hafta mutlaka bu konuya değiniyorum ki, belki bir kaç kişiyi bu illetten kurtarabilirim.
Sayın dinleyici, kimseye ilk alkışladı diye madalya vermiyorlar, bırakın ses havada yankılansın, bırakın biraz geç olsun alkışınız. Erken alkışlayana madalya verilmediği gibi, kimse sizi geç alkışladınız diye yadırgamaz, bilakis eseri ne kadar iyi biliyorsunuz diye övgü bile alabilirsiniz? (Bkz. Blöfçünün el kitabı)
Üçüncü bölüm vals temposu ile bizi bir anda Viyana saraylarına götürürken, yaylı grubuna keşke bir akort müsaadesi verilseydi diye düşündüm. Spot ışıklarının etkisi ile nefesli ve yaylı grubunun arasındaki akort maalesef değişikliğe uğradı. Yine de Çaykovski’nin yaylı-nefesli grubu arasında yerleştirdiği onaltılık diyaloglar hem senkron hem de teknik olarak eksiksiz tınladı.
Son bölüm bana her zaman bestecinin Patetik Senfonisini çağrıştırmıştır. Bunda da çok yanıldığı sanmıyorum, çoğu besteci eserini tamamlarken bir sonraki eserini de kafasında planladığı için ister istemez bunun ayak seslerini bir önceki eserde duymak çok şaşırtıcı olmasa gerek. Özellikle trombon grubunun kendinden emin girişi ile bakır nefesli grubunu da ateşleyen yorumla, İDSO eserin son bölümüne gerçekten finale yakışır bir giriş yaptı. Trombon ve trompet grubunun entonasyon uyumu çok önemliydi ve en tiz notalarda bile korno grubu ile bu farkı yaşatmadan seslendirdiler. Tek sorun ışıkların sıcağından değişen entonasyonun bu bölümde tahta nefesliler ile bakır nefesliler grubunun uyumunu etkilemesi oldu. Ancak bunun dinleyiciye ulaştığını sanmıyorum.
Bu hafta Jakopo Sipari orkestra ile iyi diyalog kurmuş diyebilirim. Çaykovski’nin 5. Senfonisini 5 günlük prova süresi içinde istediği gibi hale getirmesi önemli bir detay. Eşlik konusunda bir parça daha prova yapmış olsaydı desem de, Sipari’nin bir başka konserini kesinlikle dinlemek isterim.
Bunun dışında, Caddebostan Kültür Merkezi’ndeki dinleyicinin son bölümde gelen ikinci ofsayt alkışı ile Çaykovski’ye bir kez daha hançer saplandı ve kaydım maalesef ciddi bir darbe aldı.
Orkestra yükselişini sürdürüyor, bu hafta da yoruma odaklı bir performansla göz dolduran İDSO’yu gelecek hafta Emek Sinemasının dar sahnesinde ciddi bir sınav bekliyor.
Gelecek haftaya kadar sanat dolu günler diliyorum.
MEHMET SUNGUR
5 Ocak 2018