Batı Yakasından Sesler: Los Angeles Filarmoni Orkestrası Konseri
Los Angeles Filarmoni Orkestrası’na kalıcı olarak ev sahipliği yapan Walt Disney Konser Salonu’nda 25 Şubat akşamı izlediğim konser ile, yaklaşık on yıl sonra yeniden Amerikan klasik müzik izleyicisini ve konser salonu pratiklerini gözlemleme şansım oldu. 2015 yılı başında post doktora yapmak için gittiğim North Carolina Üniversitesi Sosyoloji Bölümündeyken, üniversite kampüsü içinde ve oldukça yakında performans sanatları merkezi ve konser salonu olduğu için ayda en az birkaç kez ofis veya ders çıkışı konser izleme imkânı buluyordum. Bunlar arasında, 1783’te kurulmuş olan Rus Mariinsky Senfoni Orkestrası başta olmak üzere hem yurt dışından gelen ünlü orkestralar hem ülkenin yerli klasik müzik orkestraları hem de lokal oda müziği topluluklarının performansları bulunuyordu. Ancak o dönemde müzik tercihleri üzerine anket çalışmalarını içeren niceliksel veri ile çalıştığım ve istatistik analizi yaptığım için konser entnografisi yürütmeksizin küçük notlarla yetiniyordum. Yine de Maryland ve New York gibi farklı eyaletlere konferans ve seminerler için gitmişken yakalamaya çalıştığım birkaç klasik müzik konseri sayesinde, en azından doğu yakasının bir bölümündeki klasik müzikseverlerin profilini çıkarmaya başlamıştım. Uzun bir aradan sonra bu kez batı yakasında bir konser salonu toplumsal değişimi gözlemlemeye vesile oldu. Müzik sosyolojisi alanının özgün saha araştırmalarıyla ortaya çıkarmaya çalıştığı gibi, konser salonlarındaki davranış ve etkileşimlerden hareketle, bir kentte ve o kentin bulunduğu toplumda sanata verilen değeri ve gündelik hayatta sanatın konumunu ölçümlemek mümkündür. Peki güncel durum Amerikan klasik müzik dinleyicisiyle ilgili neler söylüyor?
WALT DISNEY KONSER SALONU EV SAHİPLİĞİNDE “LA PHIL”
ABD’de klasik müzik icra geleneğine baktığımızda, geçtiğimiz yüzyılın başından 1950’li yıllara kadar, New York Filarmoni, Boston Senfoni ve Philadelphia Senfoni Orkestralarının “büyük üçlü” olarak anıldığını görürüz. Ardından Chicago ve Cleveland Orkestraları bu listeye eklenince hepsi birden “büyük beşli” olarak anılmaya başlanır. Temel kriterler arasında yer alan konser verme ve radyoda çalınma sıklıkları, bu beş orkestrayı 20.yüzyılın ilk yarısında ABD’nin en iyi ilk beş orkestrası kılar. Ancak hem müzisyenlerin ve repertuvarların statik değil değişken olması hem farklı eyaletlerdeki orkestraların hızla gelişim göstermesi hem de en önemlisi bu beşlinin yalnızca doğu yakasını içermesi bakımından bu kullanım hızla terkedilmeye başlanır. 2010lu yıllara gelindiğinde artık neredeyse bütün eyaletlerin kendilerine ait birden çok orkestrası bulunduğu görülür; aralarında en çok sayıda senfoni orkestrasını barındıran eyalet ise California olur. California bölgesinde Santa Barbara, San Francisco ve Pasadena Orkestraları gibi beğenilen pek çok orkestra bulunsa da en büyük ve ön plana çıkan müzik topluluğu Los Angeles Filarmoni Orkestrası olarak gösterilir.
1919’da kurulan ve kısaca LA Phil olarak anılan orkestranın günümüzdeki evi olarak bilinen, kendine ait diyebileceğimiz bir yeri var; Walt Disney Konser Salonu. Ünlü mimar Frenk Gehry’nin eseri olan yapı Bilbao’daki Guggenheim Müzesi gibi diğer işlerini çağrıştırıyor. Ancak dış cephesinin daha geniş alanların dalgalı görünümde ve bütünsel kıvrımlı metal plakalarla sarılmış göz alıcı mimarisi, tasarım ve sanat çevrelerince adeta ikonik bir proje olarak anılmasını sağlıyor.
İç mekânının da titizlikle oluşturulması sayesinde en iyi akustik performansın elde edildiği konser salonu olarak gösteriliyor. Yapının, Disney ailesinden Lillian Disney’in kocası Walt Disney anısına inşa edilmesi için elli milyon dolar bağışıyla 1987’de temelleri atıldığı ve 2003’te açıldığı bilinmekte. Los Angeles Müzik Merkezi olarak da anılan bir bölgede çeşitli performans salonları ve sanat galeriyle komşu olan yapı, geniş otoparkı ve kentteki merkezi konumuyla dinleyicileri kendine çekmeyi başarıyor. Bu ün kazanmış mimari yapının en önemli bileşeni ise, kendisini yalnızca diğer pek çok orkestra gibi geçmişin değerlerini yaşatma amacıyla sınırlamayan, özellikle geleceğe ilgi duyan ve geleceği oluşturma amacındaki bir orkestra olarak tanımlayan Los Angeles Filarmoni Orkestrası. Orkestranın hem salonun girişinde konser biletiyle gelenlerin ücretsiz alabileceği aylık dergisinde ve tanıtım kitapçığında belirtildiği hem de özenle hazırlanmış internet sitelerinde bahsi geçtiği üzere, 21. yüzyıl çağdaş müziğine ve yeni bestelere repertuvarında en çok yer veren orkestraların başında yer alıyorlar. Konser salonu açıldığından beri LA Filarmoni, sayısı yetmişe yaklaşan yepyeni çağdaş müzik eserinin dünya prömiyerinin yapılmasında rol oynamış.
2009 yılından beri Los Angeles Filarmoni’nin müzik ve sanat direktörlüğünü üstlenen Gustavo Dudamel’in ismini, LA Phil adının geçtiği hemen her yerde görmek mümkün. Bu sezon da programlardan sorumlu olan Dudamel, tanıtım kitaplarında, Steven Spielberg’in film uyarlamalarındaki katkısıyla ya da Grammy, Oscar ve Nobel Ödülleri gibi tüm dünyanın takip ettiği ödül törenlerindeki performansları sayesinde, klasik müzik çevrelerinde takdir görürken aynı anda popüler kültür ünlüsü olmayı başarmış nadir bir isim olarak bahsediliyor. Tanıtım kitapçığının konser programları dışındaki kısımlarında, orkestra ve konser salonuyla ilgili övgü dolu köşe yazılarından alıntılara, müzisyen, sanat eleştirmeni ve yapımcılarla gerçekleştirilmiş hem konser salonu hem orkestrayla ilgili röportajlardan alıntılara rastlamak mümkün. Ayrıca aralarında Rolex, American Express, Hilton, Toyota gibi markaların da bulunduğu kurumsal ortakları, destekçileri ve sponsorlarına da birkaç sayfa yer ayrılmış. Ayrıca Hermes, Cartier ve Harry Winston gibi mücevher markalarının reklamları da gerek tam sayfa gerek sayfa kenarlarında göze çarpıyor. Büyük beden giysi ile emlakçı reklamları da sayfa kenarlarında küçük çerçeveli reklamlara yerleşmiş. Bir diğer yaygın reklam teması ise, Sherman Oaks, Northridge ya da Beverly Hills gibi Los Angeles’ın çeşitli bölgelerde bulunan yaşlı bakım evleri. Bu bağlamda Walt Disney Konser Salonu LA Filarmoni Orkestrasının dergisinden hareketle, salonun ve orkestranın mevcut takipçileri ve ana hedef dinlerkitlesinin, alım gücü yüksek ve ileri yaşta bir profil oluşturduğu yorumu yapılabilir. Klasik müzik çevreleriyle ilgili batı cephesinde yeni bir şey yok mu diye düşündürten bu durum karşısında dikkat çeken bir değişim ise gerek orkestradaki müzisyenlerin sayısı gerek salondaki dinlerkitle bağlamında etnik çeşitliliğin artması sayılabilir. Bu sayede, ülkenin en büyük toplumsal sorunlarından biri olan ırksal eşitsizliklerin, en azından klasik müzik çevrelerindeki görünürlüğünün azaldığı söylenebilir. Zira kültür sosyoloğu Prof. Dr. Paul Dimaggio’nun Boston Senfoni Orkestrası’nı incelediği makalesinde ya da Amerika’daki kültürel girişimciliği, patronaj ilişkilerini ve beğenileri konu alan diğer makaleleri başta olmak üzere klasik müziğe yönelik ilgiyi araştıran akademik yayınlarda, önceki dönemlerde siyahlara, eğitim ve gelir düzeyi daha düşük olanlara klasik müzik ortamlarında daha az rastlandığı verilerle ortaya konulmuş bir toplumsal gerçeklikti.
KONSER PROGRAMI, DÜZENİ VE DİNLEYİCİ İLGİ DÜZEYİ
Bu sanat çevresindeki değişimi değerlendirme çabası eşliğinde 25 Şubat akşamı dinlediğimiz konseri, orkestranın daimî konuk şefi Susanna Malkki yönetti.
Susanna Mälkki. Photo: Chris Lee
Helsinki doğumlu ünlü şef, Finlandiya ve Stockholm’ün üstün sanat nişanlarına sahip olmanın dışında, Fransa ve İngiltere Kraliyet akademilerinin daimî üyesi ve Avrupa ile Kuzey Amerika’nın en iyi orkestralarını yönetmiş en çok aranan ismi olarak gösteriliyor.
Müzisyenlerin yerlerini almasından sonra sahneye geldiğinde uzun süren güçlü bir alkışla karşılandı. Başkemancının elini sıkmasıyla başlayan kısa ritüelden hemen önce içtenlikle ve dört bir yana dönerek seyircileri selamladı. Dört bir yan demişken, Walt Disney Konser Salonu sahnesi, salonun ortalama üçte ikilik kısmının önüne doğru bir yerde konumlandığı için, orkestra müzisyenlerinin arkasına gelen bölümde de seyircilerin oturacağı koltuklar bulunuyor. Bu koltukların üst katındaki balkon bölümünde üç sıralı loca kısmıyla birlikte tüm salon, oturma düzeninin kesintisiz, birbirini tamamlayan bir bütünlük içinde bulunduğu, müzisyenleri ve sanatı sarmalayan izleyicilere ferah ve pürüzsüz akan bir düzenek sunuyor. Salonun sahneye hâkim konumuna göre değişiklik gösteren iki kişilik bilet ücreti, çevrimiçi satışta ortalama üç bin ile on üç bin Türk Lirasına denk gelecek bir fiyatlandırmaya sahip. Eğer iki kişi yan yana oturma istiyorsa bilet fiyatında bir miktar artış olurken, sitede ilan edilen çeşitli promosyon satışlar ya da çok önceden satın alma ile bu rakamlar epeyce düşebiliyor.
Konserde seslendirilen üç eserden ilki, 1879 yılında Johannes Brahms tarafından kendisine fahri doktor unvanı veren Breslau Üniversitesine teşekkür amacıyla bestelenmiş olan “Academic Festival Overture” oldu. Allegro başlayıp maestoso ve animato devam eden, takibi rahat ve görece sıcak bir eser olmasıyla, seyirciler ilk on beş dakika boyunca eser bitimine kadar çok memnun göründüler. İkinci eser ise ABD’de prömiyerini yapan Alman çağdaş besteci Enno Poppe’nin 2018 ile 2019 yıllarında bestelediği “Fett” eseri oldu. Mikrotonal sounduyla yeni armoni ve akor denemeleri içeren, doğru ile yanlışı sorgulamaya adandığı belirtilen, takibi kolay olmayan iniş çıkışları olduğu kadar durağan kısımları da talepkâr olan eserin dinlemesi de ‘rahat’ olmadığı için, birinci saatin sonlarına doğru salonda genel bir kımıldanma ve cep telefonlarıyla ilgilenme olduğunu rahatlıkla gözlemleyebildim. Aradan sonra üçüncü ve son eser olarak yine Johannes Brahms’ın 1881’de bestelediği “2 Numaralı Piyano Konçertosu” seslendirildi. Solist ise pek çok ödülün ve Grammy adaylığının yanı sıra 2019 yılında Musical America’s tarafından yılın sanatçısı seçilen 1991 doğumlu genç Rus piyanist Daniil Trifonov idi ve performansı dakikalarca alkışlandı. Böylelikle “Malkki Conducts Brahms” konseri başarıyla tamamlanmış oldu.
Konser öncesinde telefonların kapatılması gerektiği ve fotoğraf ya da video kayıtlarının alınmasının yasak oluşuyla ilgili bir anons duymadığımdan, kaçırmış olup olmadığımı kontrol etmek için arada görevlilere sormam üzerine, flaşsız ve düzeni bozmayan anı kayıtlara izin verildiği yanıtını aldım. Buna rağmen, fazla loş olmaması sayesinde ve bulunduğum sağ balkondan arkamdaki sıralar hariç hemen her yeri gözlemleyebildiğim kadar konser boyunca telefonunu çıkarıp sahneyi çekenlerin sayısı yok denecek kadar azdı. Öncesinde ve sonrasında anlık fotoğraf alanlar vardı elbette. Bu durum konser kaydını sosyal medya hesaplarında paylaşmaya hevesli interneti aktif kullanan daha genç kitlenin yokluğuyla bağlantılı olabilir. 2265 koltuk kapasiteli salonun hemen her bölümü neredeyse tamamen doluydu; tek istisna orkestranın arkasına denk gelen bölümdü. Orada neredeyse hiç kimse yoktu.
Konser boyunca gözlemlediğim dinleyiciler arasında ileri yaş grubunun çoğunluğu oluşturduğu doğru olmakla birlikte daha genç dinleyici grupları büyük bir çeşitlilik içeriyordu. Los Angeles, ABD’nin en kalabalık, en çok turist çeken, en çok göç alan ve etnik çeşitliliğe sahip ikinci büyük şehri olduğu için, Asya dillerinden ve İspanyolca konuşmaların turistlere mi yoksa etnik kökenlerine göre kendi aralarında anadillerinde konuşan Los Angeles sakinlerine mi ait olduğunu tespit etmek ayrıntılı görüşmeler yapmadan mümkün görünmedi. Salonda en düşük sayıda mevcut bulunan grup ise 25 yaş altı dinleyiciler oldu.
Pandemi sonrası kısıtlamaların neredeyse tamamen kaldırıldığı bir dönemde bulunmamıza rağmen yüzlerce kişinin konser boyunca maske takması, kendisi de hala kalabalık ve kapalı yerlerde maske takan biri olarak hoşuma giden bir durum oldu ve konserde tedbirli, düşünceli bir dinleyici kitlesinin olduğunu düşündürdü. Bina girişinden itibaren çeşitli yerlerde maske takılmasını öneren tabelalar da bulunuyordu. Konserin arasında ve bitiminde fuayedekilere kulak verdiğimde, birbirlerine mesleklerini ve nerede yaşadıklarını sormalarından yeni tanıştığı belli olan ancak müzik üzerine kısa sohbetler yapıp ayrılan pek çok küçük grubun olması dikkat çekiciydi. On yıl öncesinde de gittiğim klasik müzik konserlerinden benzer küçük gruplar gözümün önüne geldi. Biz de konser çıkışında, geçebilmemiz için karşılıklı nezaketle birbirimize iç kapıları tutarken kibarca selam veren orta yaşlarda iki kişinin konseri nasıl bulduğumuzu sormasıyla başlayan bir sohbette bulunduk. Birinin San Francisco’da yaşayan bir sanat eleştirmeni diğerinin ise Los Angeles’lı bir sahne fotoğrafçısı olduğunu öğrendikten sonra birbirimize yaptığımız çalışmalarımızdan bahsettik. Onların yanına gelmeleriyle tanıştığımız İstanbul’da Cemal Reşit Rey’de de sahneye çıkmış bir başka Amerikalı müzisyenin ve diğer dinleyicilerin hikayeleri bir başka yazının konusu olabilir.
DİNLEDİĞİNİ VE DİNLEYENLERİ GÖRMEK
Herhangi bir kentte belirli bir müzik türünün dinleyici tipolojisini çıkarmak, bir yıldan az olmamak üzere süregelmesi beklenen, katılım ve gözlem gerektiren, sanata ilgi ve emek isteyen bir süreç. Tek seferde ancak hızlı bir bakış atılabilir. Bu seferki hızlı bakışta, önceki konserlerden farklı olarak konser dürbünü kullananların sayısının daha fazla oluşu dikkat çekiciydi. Bu durum salonun büyüklüğü göz önüne alındığında dinleyici tarafından verilen dikkati ve ilgi düzeyini gösterir nitelikte elbette. Konser boyunca eserlerin bölüm aralarında, olmaması gereken yerlerde eserin iyi icra edilmesinin verdiği coşkuyla yükselen ve dikkat dağıtan alkışlar yine rastlanan bir durum oldu. Az rastlanan bir durum ise, epeyce özenli günlük kıyafetli dinleyiciler dışında, sayıları yirmiye yakın, pullu, payetli, ipek tüllü şık uzun elbiseli kadın ve papyonlu takım elbiseli erkek dinleyicilerin de konserde bulunmaları oldu. Bir başka davetle bütünleştirip mi yoksa yalnızca konser için mi giyindikleri merak uyandırdı. Bir kez daha, her bir konserin, bir toplumdaki çeşitliliği, yapıyı ve işleyişi, en önemlisi insan ilişkilerinden temsilî bir parçayı sunma kapasitesine sahip olduğunu gösterdi Malkki Conducts Brahms konseri.
Toplumlar, kentler ve insanlar nasıl değişiyorsa, hiçbir müzik türünün konserinin de durağan olması beklenemez. Aksine tüm konserler, dünyanın neresinde olursa olsun yıllar içinde göç hareketleri, ekonomik yapılanmalar, siyasi ve yönetimsel kararlar, hatta iklimsel değişikliklerle durmadan dönüşen kentlerin vazgeçilmez bir izdüşümü durumundadırlar. Sistemli bir şekilde sosyolojik bir araştırma yapılmasa bile, her bir konserde sanata kulak verirken, onun sergilendiği sosyal çevreyi gözlemlemek insanı anlamaya bir adım daha yaklaştırır herkesi. Bir konseri, farklı açılardan işlevleri, yöntemleri, sorunları, tarzı ve şekliyle inceleyen François Escal’in 2000’de yayımlanan “Le Concert: Enjeux, Fonctions, Modalités” başlıklı kitabında yer alan Fransız müzikolog Peter Szendy’nin makale başlığının da yansıttığı ve bahsettiği gibi, “Konserler insanların, kendi dinlediklerini ve dinlediklerini dinleyenleri, hem dinlemeye hem görmeye gittiği yerler; nihayet kendilerini ve toplumu gözlemlediği tiyatrolardır…”
Uğur Zeynep Güven Çetin
22 Mart 2024, İstanbul