Ne zaman müzik türlerinin sınıflandırılması karmaşık ve problemli bir hâl alsa, “yalnız iki tür müzik vardır: iyi müzik ve kötü müzik” söylemi gün yüzüne çıkar ve imdada yetişir. Sanat eleştirmenlerinden müzisyenlere, araştırmacılardan dinleyicilere kadar paylaşılan bu geçerli ifadenin ilk kez kimin tarafından söylendiğine dair bir fikir birliği olmamakla birlikte, en çok caz müzik dünyasından Louis Armstrong ya da Duke Ellington’a atfedildiğini biliyoruz. Her ne kadar postmodern dönemin sınırları esneten ve kategorileri geçirgenleştiren eğilimleri, saf müzik türleri yerine melez ve senkretik türleri ön plana alsa da, ne bildiğini bilen (homo sapiens sapiens) modern insan, çevresini anlamak ve bilişsel süreçlerini harekete geçirmek için sınıflamaya ihtiyaç duyduğundan beri, sanat ve müzik alanı hiçbir zaman sınıflamadan kaynaklı lineal (üst-alt) ya da kollateral (yan-yana) bir hiyerarşik yapıdan tamamen azade olmadı. Dini müzik, askeri müzik, sanat müziği, halk müziği gibi türler, alt tür, tarz ve stilleriyle, estetik, sosyolojik hatta coğrafi bağlamlarda birer otonom alan oluştururken, popüler müzik, üzerine taşıyabileceğinden daha fazla semantik yük bindirilmiş ve bizatihi kendi içerisinde sınıfsal çatışma arenası içeren bir kategoriye dönüşmüştür. Peki kimin içindir popüler müzik?
Popüler Kavramına İlişkin Sorular ve Tatmin Etmeyen Yanıtlar
Farklı meslek grupları popüler sözcüğünü, tıpkı görmek istediğine odaklı bir insanın yakına veya uzağa bakarken görüşünü netleştirmek için kıstığı veya açtığı gözleri gibi, değişen bir takım kavramsal ayarlarla odağa alma eğilimi gösterirler. Söz gelimi bir felsefeci, bir iktisatçı, bir reklamcı ve bir sanatçı, form, içerik ve işlev bakımından, kimi zaman ekonomik kimi zaman estetik boyutu ön plana alınan başka tanımlar ortaya koyabilirler. Ancak bu farklılıkta dahi bir ortaklık yakalamak mümkündür; popüler olanın yöneldiği ‘hedef’ bakımından sayıca kalabalık, hiç homojen olmayan, genel halka işaret eden fakat nerede başlayıp nerede bittiği belirsiz bir ‘herkes’ fikri.
Gece uykusundan kıstığım birkaç saati, hayatımın o döneminde okumam gereken kitaplar dışındaki kitaplara ayırmaya başladığım on üç, on dört yaşlarımdan kalma alışkanlıklardan biri, tanımlayamadığım bir hisse ayna tutan pasajları ve zihni bir anda yakalayan açılış cümlelerini not almak olduğundan, popüler kavramının müzikteki karşılığına ilişkin hiç unutmayacağım çarpıcı bir alıntı, alandaki tüm makale ve yayınlardan önce aklıma gelir. Kurgu yazını dışında, özellikle sosyal bilimler literatüründen alışık olduğumuz akademik dilin, herhangi bir duygunun parmağının ucundaki kalem oyunlarına yer vermeyen, görece mesafeli, esasen müzakereye açık fakat hayli didaktik biçeminde, bir başka ifadeyle emek-yoğun ciddi sunumunda, bu tip kancalar pek yer almamaktadır.
Peter Wicke’in “Mozart’tan Madonna’ya Popüler Müziğin Bir Kültür Tarihi” kitabı, hem zihne kanca atan başlığı hem içeriğinin akademik dili gündelikleştiren akışıyla, aslında ‘popüler’ olanı hedefleyerek ‘popüler’ olana eleştirel yaklaşım çabası içeriyor. “Adına popüler denilen şeyi unutma” cümlesiyle başlayan kitap, baba Leopold Mozart’ın 1780 yılında oğluna verdiği ve günümüzde dahi nice kültür sanat eleştirmenini başına toplayacak öğüdünü açılış paragrafına yerleştirmiş. Çok sesli Batı müziği tarihinin dâhi ismi oğluna, çalışmalarında yalnızca müzikten anlayanları değil, anlamayanları da düşünmesini salık veren baba, “popüler denilen ve her kulağı ‘gıdıklayan’ şeyi unutma” derken, adeta 20. yüzyılın popüler müzik evreninin temel karakteristiğine dair bir öngörüde bulunmuş olduğu ileri sürülebilir.
Kitap popüler olanının tanımıyla ilgili olarak öncelikle toplum içinde birlikte eğlenmenin verdiği hazzın yeni bir duygu olmadığının altını çizer, fakat bu duygunun yeni bir kullanım arayışıyla 18.yüzyılın sonlarından itibaren tırmanışa geçen burjuva sınıfının yön verdiği bir popülerlik olgusuna odaklanır. Çünkü özellikle Fransız İhtilali öncesindeki dönemler hatta yüzyıllar, Kıta Avrupası’nın kilise ve saraylarının daimî müzisyenleri ile panayır ve halka açık eğlence yerlerinde bağımsız çalışan çalgıcıların arasında belirgin bir hiyerarşi yaratmaktaydı. Günümüzde de her sosyal grubun kendi müzik evrenini yarattığı yönündeki görüşün kaynağını buradan aldığını söyleyebiliriz. Böylesi bir toplumsal-sınıf-ve-müzik-türü denkliği çizme girişimi, bizi bu matriste yer alan insanlar kimdir sorusu ile popüler sözcüğünün etimolojisi arasındaki bağa götürüyor.
Latince populus sözcüğünden kaynak alan popüler kavramı, ‘insanlar’ (İng. people) manasına işaret etmekte ve bu ölçüde sınıfsal bir ton içermektedir. Böylesi bir kullanım bir yandan ‘sınıflı toplum’ ve ‘halk tabakası’ terimlerine keskinlik kazandırırken, diğer yandan kim(ler)den bahsettiğini bulanıklaştırıyor. Tabi bir yandan da halkbilimi literatüründe, William Thoms’ın ilk kez 1846’da ‘folklor’ terimini popüler antikler kavramını karşılamak için kullanmasının üzerinden çok geçmeden aynı sözcükle, Fransızcada traditions populaires, Almancada volkskunde terimleri üzerinden kültür kalıpları ve yapılarının tanımlandığını unutmamak lazım. O halde, medeni ve edebi olan ile birer etiket olarak cahil hatta ilkel olan arasında, bir ucu artı sonsuz diğer ucu eksi sonsuz olan uzun çizginin ortalarında mı yer alıyor bu müphem heyula? Özgünlüğün, yerelliğin, kuşaktan kuşağa aktarılan değer ve sözlü kültürün insan konağı mıdır halk, yoksa sosyal evrimci antropolojiden öz suyunu alan, geride kalmış, hiyerarşide altta konumlanan geniş yığınlar mıdır? Bu doğrultuda, popüler ile halk sözcükleri arasındaki sorunlu ya da genetiği bozuk organik bağ, popüler müziği ciddi müziğin karşısına konumlayıp dinleyicisini de sosyal sınıf hiyerarşisinde otomatik olarak alt tabakalara mı çekmektedir?
Bir Toplumsal Sistem Mikrokozmosu olarak Popüler Müzik
Popüler müziğin akademide en az ciddi müzik kadar ‘ciddiye alınması’ gerektiği fikrinin yaygınlaşması 1960’lı yıllara denk gelse de, Amsterdam’da yapılan “1. Uluslararası Popüler Müzik Araştırmaları Konferansı” için 1981 yılını beklemek gerekiyor. Aynı yıl ilk müzik televizyonu olan MTV’nin yayın hayatına başlaması da, popüler müziklerin tüm duyulara nüfuz etme kapasitesi ve heryerdeliğini artıran önemli bir faktör olur. Fakat işin başlangıcı aslında henüz 20. yüzyılın başında, 1900’lerin ilk on yılında Manhattan’ın 5. ve 6. caddeleri arasında kalan bölgesinde kurulan ve dönemin New York City müzik prodüktörleri ve şarkı sözü yazarları kolektifi olarak iş yapan “Tin Pan Alley”nin kuruluşuna dayanıyor. Tin Pan Alley bünyesinde aslında günümüzde bilinen anlamıyla müzik piyasasının tohumlarını atmakta olan ekibin, metodolojik olarak da günümüz reklamcı ve pazar araştırmacılarının yöntemlerini yüzyıl başında sistematikleştirmeyi başardığı görülmektedir. Hatta kâr amacı güdüleri çıkarılsa, şarkı sözlerinin ne düşündürdüğü, melodinin ne hissettirdiği, müzik kutusu (jukebox) kullanım şekilleri gibi, adeta müzik etki araştırmaları üzerine çalışan bir sosyal bilimcinin adımlarını anımsatır nitelikte çalışmış olmaları çok dikkat çekicidir. Kent alanında iş yapan ve kentli insanın müzik beğenisini yönlendiren bu ilksel oluşum, popüler müziğin, üretimi, temsili, dağıtımı ve tüketimi açısından sembolik ve fonksiyonel açıdan belirgin ilk tanımını da böylelikle yapmış olur.
Popüler müziğin hem iş dünyası hem akademinin odağına yerleşmesi, aslında popüler sözcüğünün estetikten ziyade iktisadi açıdan tanımı için kullanılan yüksek ‘ticari başarı’ kazan(dır)mış Britanya ve A.B.D.’deki müzik grupları sayesinde olmuştur. The Beatles ve Elvis Presley Sosyolojisi gibi söylem ve içeriklere sahip makalelerin, 1950’ler sonrası Soğuk Savaş Dönemini, sokak hareketlerini, özgürlükçü karşıt-kültürel oluşumları ve özellikle gençlerin boş zaman kullanımlarını ve hayranlık dışavurumlarını irdelerken, söz konusu on yılları makro ölçekte analiz ettiği görülür. 1990’lı yıllarda ise popüler müzik çalışmalarının odağına kimlik oluşum süreci yerleşirken, farklı sosyal grupların -yalnızca sınıf temelli değil- müzik tercihleri revaçta bir konu haline gelir. Dönemin postmodern tutumlarla şekil alan düşünsel ikliminde, net yanıtlar ve kategorik denklemler üretilmekten imtina edilmekle birlikte, anket ya da derinlemesine mülakat sonuçlarının tüm dünyada ilgi çekici demografik bir genellemeye olanak tanıdığının altı çizilir: En çok ergen gençler (teenagers) popüler müzikleri dinlemektedir. Burada popüler olanda, ‘o an moda olan’ anlamı ön plana çıkmakta ve “Top 20” vb. şarkı listelerine işaret etmektedir. Bundan yaklaşık sekiz sene önce sosyal antropoloji lisans programı son sınıf seçmeli dersi olan “Popüler Müzik ve İletişim” dersini verdiğim ve Türkiye-A.B.D. üniversiteleri arası değişim programıyla okumaya gelen pek çok exchange öğrencinin bulunduğu bir sınıfta, Amerikan gençlerinin ‘kendi dönemlerinde çalmayan’, fakat 1950’li ve 1960’lı yıllarda ‘kendi kültürlerine ait’ popüler müzik dönemlerini pek tanımıyor olmaları, dünya çapında popüler kültür eşliğinde büyüyen ergen gençlerin, -farklı beğenileri olsa da- ‘popu iyi tanıdığına’ dair araştırma sonuçlarını destekler nitelikteydi.
Popüler sözcüğüne bir başka akılda kalıcı giriş yapan Richard Middleton, “Studying Popular Music” kitabında ve popüler müzikle ilgili makalelerinde ‘popüler olandan ne anlamalıyız’ düşüncesine yönelik olarak, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin açılış cümlesinde geçen ‘Amerikan halkı’ (“We, the people of the U.S.A.”) ifadesinin, aslında göçmenleri, siyahları, döneminde Kızılderili etiketiyle anılan Amerikan yerlilerini ya da çingeneleri içermediğinden hareketle, halk adı altında avantajlı ve potansiyel erk sahibi toplumsal tabakaların ön plana çıktığına, böylelikle popüler olanın nasıl tasarlandığına ve bir ölçüde “halk bunu istiyor/seviyor” söyleminin ne kadar kıymeti kendinden menkul olduğuna dikkat çeker.
Olay Ufku ve Kara Delik ya da İnsanlık Tarihi ve 20. Yüzyıl
Popüler sözcüğü günümüzde, Sanayi Devrimi’nden sonra köklü değişimlere sahne olan insanlık tarihinin geri dönülemez biçimde başkalaştığı ve önceki binyıllardan farklı olarak geleneksel üretim şekli ve ilişkilerinden uzaklaşan insanlığın, kentli, endüstriyel ve modern karakterinin değişken ve karmaşık yapısını en iyi karşılayan kavramlardan biri haline gelmiştir. Daha önemlisi, kayıt teknolojilerinin gelişmesini takiben hem işitsel hem görsel açıdan uzağın yakın edilmesi ve yeniden üretim ile standardize ürünlerin kitlelere sunulması bağlamında anlamını bulan popüler sözcüğünün, 20. yüzyılı en iyi karakterize eden kavramların başında yer aldığını söyleyebiliriz.
Az önce bahsettiğimiz gibi, toplumsal sistemin bir uzantısı olarak müzik piyasası içinde yalnızca pop müziği değil rock vb. farklı müzik türleri içeren popüler müzik alanı, bir kategori, etiket, piyasa ve ilişkiler ağı oluşturur. Tam da bu sistem niteliği sayesinde yüksek kültür, alt-kültür ve halk kültürü kapsamındaki müzikleri de kullanma, kullandıkça bir kare delik gibi içerisine çekip yutma potansiyeline sahiptir. “Best of Mozart” vb. başlıklı CD paketleri ya da “Ölmeden önce dinlemeniz gereken 20 türkü” tarzında sunum paketleri, popüler olanın nasıl ‘herkes’ için ‘her şeyi’ kullanabileceğinin göstergelerinden sadece birkaçıdır. Benzer şekilde, en hızlı, en çok ve en etkili biçimde ‘kulağı gıdıklayanlar’ yarışında, listelere girmek için yarışan, hızla parlayıp aynı hızla ‘yıldızı sönen’ şarkıcılar ve şarkılar da, popüler müzik piyasasının kara deliğinde sonsuza dek sürüklenip, popüler kültürün olay ufkunu genişletir durur.
Fonograf ve radyoyla başlayıp internetle biten, başı ve sonu birbirinden çok ama çok farklı olan, bu ölçüde de insanlık tarihinde değişimin en hızlı olduğu bir yüzyıldır 20. yüzyıl. Bu açıdan bana hep insan ömrünün 10’lu yaşlarını anımsatır; 10 yaşındaki dünyayı öğrenmeye, farklı bilgiler edinmeye başlamış oyun çocuğu ile 19 yaşındaki erişkin, çeşitli hak, özgürlük ve sorumluluklarla donatılmış genç bireyi arasındaki büyük farkın bir dengi gibi gelir bu yüzyıl bana. Fiziksel gelişim de aynı ölçüde gözle görülür niteliktedir. Esasen değil on yıl içerisinden, her geçen an büyüyen, gelişen ve kendi ölümüne biraz daha yaklaşan birey, elbette 30’lu, 50’li, 70’li yaşların başında ve sonunda da farklıdır. Ama 20. yüzyıl -tıpkı 10lu yaşlar gibi- geriye dönüp insanlık tarihine bakıldığında, Charles Dickens’ın “İki Şehrin Hikayesi” romanın “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü” diye başlayan açılış cümlesini söyletecek kadar başı ve sonu farklı, değişimin hızı ve yoğunluğunun en yüksek düzeyde görünür olduğu bambaşka bir çağdır.
UĞUR ZEYNEP GÜVEN
14 Nisan 2021, İstanbul