İlk gençlik yıllarımda İzmir Devlet Tiyatrosu’nda bu oyunu izlemiştim. Gittiğim ikinci tiyatro oyunu olmalı; ilki Adem’in Kaburga Kemiği idi. Benim gibi belleği zayıf, üstelik isim hafızası neredeyse sıfırın altında olan biri için mucize sınırlarını zorlar bu isimleri aklımda tutmuş olmam. İlk oyunu ortaokul birinci sınıfta izledim desem beni tanıyanlar daha da büyük şok yaşar. Nasıl bu denli kendimden emin söylediğimi açıklayayım. Ortaokula başladığım yıl kendime fazladan bir defter kapladım: Kompozisyon Defteri. Kimse bunu yapmamı istememişken; üstelik yine kimse istemeden sürekli kompozisyon ödevleri verdim kendime. Bu atasözünü açıkla, okuduğun kitabı anlat, teyzen için betimleme yazısı yaz, Adem’in Kaburga Kemiği oyununu anlat… O defter olduğu gibi duruyor. Her yazımın altına kırmızı kurşun kalemle “YORUM:” yazmışım. Annem de her birinin karşısını yorumlarıyla doldurmuş. Tiyatro oyununu anlattığım o yazının altında şöyle yazıyor: Bu oyundan bu kadar çok şey anlamanı beklemiyordum; şaşırttın beni. O defterde Tarla Kuşuydu Juliet yok. Ancak belleğimde sıcacık neşesi o günkü tazeliğinde duruyormuş. Ayrıntı anımsamasam da duygusunu olduğu gibi korumuşum. Bu nedenle de programda iki hafta sonraki oyunun o olduğunu görür görmez biletimi aldım.
Eşimle ve kardeşimle tiyatronun önünde...
Kardeşimin yurtdışından bizi görmeye geleceğini, benimle geçireceği zamanın yalnızca o hafta sonu olduğunu bildiğim için ona da bilet alıverdim. Beraber birçok etkinlik tasarlanabilirdi; onun ana dilinde bir tiyatro oyunu seyretmeyi özlemiş olması bu kararı verdiğim için ayrıca mutlu olmamı sağladı.
Oyunun tanıtım yazısına bakmayı ihmal etmeyelim: Shakespeare’in ölümsüz eseri Romeo ve Juliet… Onların hafızalara kazınan efsane aşkı…. Ah keşke kavuşsaydılar, ah zalim ölüm ikisine de kıymasaydı keşke… Ne mutlu bir hayatları olurdu, aşklarının meyvesi çocukları… Peki gerçekten öyle mi? Efsane aşklar sonsuza dek sürer mi?
Ephraim Kishon’un mizah dolu kurgusuyla Romeo ve Juliet, evliliklerinde 30 yılı geride bırakmış; kızları, büyük aşklarına tanıklık eden insanlar ve mezarından çıkagelen Shakespeare’le kimsenin hayal bile edemeyeceği bir hayat sürmektedirler.
YAZARINA DA BAKMALI
Oyunun bir komedi olduğunu bilmek, benim için bir kaygı unsuru olabilirdi. Yazarının Ephraim Kishon olduğunu bilmesem… Aziz Nesin’e benzetilen tarzıyla döneminin önemli isimlerinden olduğunu duymamış olsam. Bir kitabını okumamıştım. O zamanlar denk gelmemişti. Kitaplığımızda, sevgili Yıldız Annemden bize kalan kitaplar arasında iki tane Kishon yapıtı olduğunu öğrenince hemen oyundan önce okumaya koyuldum.
Kahkahaya Vergi Yok kitabındaki öyküleri arasında yol alırken, ortaokulda Şimdiki Çocuklar Harika kitabındaki tiyatro temsili konulu öyküyü okurken nasıl kahkahalara boğulduğumu anımsayarak ayrıca eğlendim. Üstelik bu kitapta, Her Şey Denetim Altında başlıklı öykü, benim izlediğim tiyatro oyunları hakkında yazı yazma hevesime denk düşüyordu. “Görüyor musunuz dostum, tiyatronun prömiyeri daha on dakika önce bitti, Y.L. Konştetter yarın sabah yayınlanacak eleştirisini yazdırmak için telefona koşuyor bile.” “Heyecanlı mısınız?” “Katiyen. Hakkımızda çok iyi şeyler yazacak.” “Emin misiniz?” “Yüzde yüz.” ….. “Çocuk olmayın, dostum. Benim gibi bir tiyatro sahibinin, umutlarını oynanan oyunun üstün niteliklerine bağladığı devirler geçti artık. Devrimiz önceden tasarlanmış eleştiri devridir. Hesaplar buna göre yapılır.”
Telif sorunu yaşamamak için bu kadar alıntı ile yetineyim. Üstüne de benimkinin böyle denetim altına alınabilir bir kalem olmadığının altını çizeyim. Polisiye yazarına öykünmenin ardından bir mizah virtüozundan etkilenme sırası da geldi demek.
**
Tarla Kuşuydu Juliet, mizah yoğun bir eser. Çevirisini Hande Kutay’ın başarıyla yaptığını söyleyerek bu konudaki düşüncemi belirttikten sonra çeviri dünyasının kadim tartışmasında hangi tarafta yer aldığını da ortaya koymak isterim. “Olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu” olarak çevrilen Hamlet’in “To be or not to be, that is the question” seslenişi için Can Yücel’in “Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?” ifadesini seçmesi ile örneklenen çeviri, daha doğrusu Türkçe yeniden söyleme, yaklaşımına yer verilmiş. Ayrıca yalnız çevrilen dilin konuşulduğu kültüre ilişkin unsurlara değil, onun yereldeki varlığına da dikkat edilmiş. “Bütün Denizli öğrendi kitabı nereye koyduğunu…” repliğinde olduğu gibi.
OYUNUN MİZAH YELPAZESİ
Oyun boyunca en çok dikkatimi çeken hedef kitle yelpazesi oldu. Paldır küldür mizahını yeğleyenlerin seveceği kısımlar bir ucunda yer alırken, diğer uçta kitabı okumadığım hâlde Kishon’a borçlu olduğumuzu düşündüğüm biçimde Shakespeare’in oyunlarına hâkim olan izleyicilerin ancak anlayabileceği mizah unsurları zekâ pırıltılarıyla parlıyordu. İlk gruptakileri benzerleri gibi itici bulmadım. En azından onlara karşı nötr kalabileceğim bir düzeyleri vardı. İkinci gruptaki repliklerin çoğu bizzat ölüler diyarından gelen sevimli, oldukça iyi canlandırılan Şekspir’e aitti ya da ona yöneltilen eleştiri ya da beklenti tümcelerinde diğer karakterlerce ifade ediliyordu. Şöyle örnekleyeyim, biz üç kişi izlemeye gitmiştik. Her birimizin farklı yerlerde güldüğü oldu, aynı espriye güldüğümüz de.
Romeo ve Jülyet operasını, küresel salgının armağanlarından biri olarak anılarımda yeri çok büyük olan Metropolitan Opera gösterimleri arasında izlemiştim. En yoğun ve stres dolu çalışma dönemimi, dayanılabilir, her defasında tazelenerek yeniden başlanabilir bir sürece dönüştüren bu operalar içinde birkaç tanesi halen yüreğimin baş köşesinde durur. Romeo et Juliette onlardan biriydi. Olağanüstüydü. Soprano Anna Netrebko ve tenor Roberto Alagna başrollerinin hakkını başarıyla veriyorlardı. Ben de tiyatro oyununa giderken trajedi kısmını o operadan hızlandırılmış, ama tadından hiçbir şey kaybetmemiş olarak belleğimde yeniden yaşamıştım. Shakespeare’in “In the name of rose” sonesinin içime işleyen etkisini yeniden canlandırarak, “güle gül demeyi bıraksam da o kokmayı bırakmayacak olduktan sonra ne fark eder adının ne olduğu?” nirvanasına bir kez daha erişmiştim.
Shakespeare ve Jüliet'in kızı
Tarla Kuşuydu Juliet oyununun dekoru ve kostümleri, hikâyenin iki zamanını birleştirmeye uygun hazırlanmış. Bir zamanların şatafatının ve naif aşkının zaman içindeki dönüşümüne uymuş. Ayrıca mizah unsurlarını görselleştirmeye de epeyce katkıları oldu oyun boyunca. Ayrıntılarını yakalamaya çalışmak benim için keyifli oldu.
Boş sahne...
Trajik aşk hikâyesinin kaldığı yerden, ama bu kez birbirine geç kalmayıp kavuşan iki aşığı evliliklerinin otuzuncu yılında, izlerken bile beni deli eden ergen kızları ve hayattan beklentileri aralarındaki makasın epeyce açıldığını gösterir şekilde değişmiş olarak izlemek farklı bir deneyimdi. Yine de hem beğeni terazimde tartarken bilançoya baktığımda hem oyunun sonunda bütün salonun ayakta alkışladığını gördüğümde oyunun sahneye konulma biçimine karşı olumlu bakıyorum. Bazı sahnelerde ben olsam bu şekilde kurgulamazdım diye düşünmeme karşın kendi içinde dengeli olması, tutarsızlık içermemesi nedeniyle severek izledim. Üstelik oyuncuların hepsi rolünün hakkını veriyordu. Aralardaki şarkılar, müzikal havasına kısa giriş çıkışlar yaparak eğlenceyi bir başka boyutla da var ediyorlardı.
Oyun izleyici tarafından ayakta alkışlandı...
ESPRİSİ KAÇMASIN
Tek tek sahnelerden söz etmeme nedenim, bir gün denk gelip de bu oyuna gidecek olanlar için kelimenin tam anlamıyla “esprisi kaçmasın” diye düşünmemdir. Sakın Ephraim Kishon’un okuması için ona verilen bir roman taslağı hakkındaki yorumlarını yazarına romanı okumadan yaptığı Açılmadan Okunan Kitap öyküsündeki gibi bu yazıyı Tarla Kuşuydu Juliet oyununu izlemeden yazdığım sanılmasın. Öten kuşun tarla kuşu olup olmadığını da söyleyemeyeceğim; çünkü hangi kuşun öttüğünü oyundaki karakterler, salonu dolduran izleyiciler, hatta Şekspir’in kendisi gibi ben de anlamadım. Giderseniz bakın bakalım siz anlayabilecek misiniz?
Oyun izlenmeye değer. Sonunda da geçtiği gibi: Dayandığı hikâye sağlam çünkü…
Yazıyı yazarken alıntılar yapmak üzere elime kitabı yeniden alınca bir kez daha hayıflandım: Ah annem, ne olurdu kitabın bir yerlerine el yazınla notlar düşseydin? Birbirine geç kalmanın trajik yükünü böyle paylaşımlar biraz olsun hafifletir mi?
Göksel Altınışık Ergur
3 Mart 3.2024, İstanbul Havalimanı