İlk gittiğim konseri dün gibi anımsıyorum. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okurken İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın Cumartesi sabah konserlerinden birine tek başıma gitmiş, orada nasıl davranılacağını bilmediğim için çevremdekileri gözleyerek bana özgü bir tavır oluşturma denemeleri yaparken kendimi salonda buluvermiştim. Bütün koltuklar doluydu. Nedenini tam anımsamıyorum, ama öğrencileri biletsiz almış olmalılar. Sahneye çıkılan yan merdivenlerden sağdakinde basamaklara oturan birkaç gencin yanına yerleşiverdim. Uzun süre ayakta durup daha fazla dikkat çekmek istemeyecek kadar çekingen olduğum için böyle yapmıştım. Ama müziğin yanı başında geçen saatler, orkestranın bir parçası, daha doğrusu uzantımsı bir uzvu gibi hissettiğim o anlar unutulmaz biçimde içime işledi. Sonrasında izlediğim her konsere o genç kızın bütün bu duygularından tortularla gittim. Başarabildiğimce hiçbir fırsatı kaçırmıyorum. Bu nedenle Köln gezimizde bir de konser olmazsa eksik kalırdı.
Yine biletleri önceden alınan, bu kez bir klasik müzik konserine gidecektik. Biletlerin önceden alınmasına yapılan vurgunun bilinçaltı izlerinden söz etmek gerekirse; tam Köln seyahatimiz öncesinde bir Euro’nun Türk lirası karşılığının yirmi olmasıdır. İster istemez psikolojik sınır epeyce aşıldığından her harcamanın üzerine düşünülmesi gündeme geldi. Sanat, Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinde ilk sıralarda yer alamasa da ruhun beslenmesinin ne demek olduğunu küresel salgının kapanmalarıyla deneyimlemiş olanlar kendini gerçekleştirme en üst basamağının anlamını kavradılar. Yaşadığını hissetmek için sanatın ruha hava olduğunu anlayanlar gereksinimlerini bu gözle değerlendirmeye başladılar. Ekonomi alt yapısı bir kez daha bu üst yapıların belirleyicisi olduğunu gösterse de önceden alınmış biletlerimizi teselliye döndürmek mümkün oldu. Operanın izleyici profilinden tek farkı, çocuklar olmadan, ama gençlerin oldukça şık izleyiciler olarak yine ileri yaştan izleyicilerle birlikte, yine saygı ve özenle, yaşlarının enerjisini etraflarına yayarak orada olmalarıydı. Olağanüstü güzel bir konser salonunda, antik tiyatrolardakine benzer bir sahneye oldukça yukarıdan bakarak Köln Filarmoni Orkestra’sından Bach’ın Yeni Yıl Oratoryosu’nu dinlemeye başladık. Öncesinde edindiğim bilgileri burada paylaşmak isterim. Klasik müzik dünyasında dinleyici olarak emekleme dönemimde, bu alana oldukça hâkim bir yol arkadaşına sahip olmanın avantajını yaşıyorum.
Johann Sebastian Bach, iman sahibi iyi bir Protestan olarak, ömrü boyunca farklı biçimlerde birçok dini eser bestelemiştir. Bunlar arasında bazıları, gerek diğerlerine oranla hacimlerinin genişliği gerek müzikal dokularındaki ince işçilik nedeniyle özel önem arz ederler. Bach’ın dini eserlerinden bazılarının tematik özelliği varken bazıları da takvim esaslı bestelenmiştir. İlk gruba örnek, bestecinin büyük boyutlu Passion’larıdır (Matthäus Passion, Johannes Passion…). İkinci grupta ise belki yine tematik bir boyutu olan, ancak temel olarak dini takvimdeki belli günlere tekabül eden eserler yer alır. Bach, belli başlı dini günler, bayramlar, yortular için korolu eserler bestelediği gibi, o tarihlerden bir, iki, üç hafta önceki ve sonraki Pazar günleri için de kantatlar yazmıştır. Bu bir anlamda o dini günleri kutsayan, adeta bir taç gibi onu zamansal düzlemde saran bir besteleme stratejisi olarak yorumlanabilir. Elbette aynı zamanda Hıristiyan inancının temelindeki üçlü tanrısallık doktrinine (trinite) gönderme yapılmıştır. Bach’ın Noel için birden fazla eseri olduğunu belirterek, bunlar içinde en görkemlisi olarak nitelenen BWV 248 Noel Oratoryosu’nun (Weinachtsoratorium) süre, hacim, müzikalite gibi özellikler bakımından ayrı bir yer kapladığı vurgulanabilir. Ayrıca Noel Oratoryosu, bileşik bir eserdir; zira altı ayrı kantatın bir araya gelmesinden oluşmuştur. Kantatların 4 numaralı olan dışındakilerin hepsi 1734 tarihini taşır. Bach, iki buçuk saati aşan süreli bu eseri iki ana bölüm ve altı ayrı parça olarak bestelerken, aslında tamamının bir büyük konserde icra edilmesini hedeflememiştir. Bu parçaların her biri, Noel dönemindeki ayrı bir vesileyle çalınmak üzere planlanmıştı. Ancak müzik, çağdan çağa taşınırken, tasarlandığı dönemin işlev ve anlamlarını değiştirerek seyahat eder. Günümüzün modern kültür üretim ve tüketim koşullarında, Bach bu parçalı ve dini amaçlı eseri bir bütün hâlinde bir çeşit opera olarak sergilenmektedir. Nitekim oratoryonun sahnelenmeyen opera olarak da düşünülebileceğini not etmekte yarar var. İsa peygamberin doğumu, hayatı, ilahi görevi yüklenmesi, ölümü ve göğe yükselişi gibi öyküleri anlatan oratoryo bölümleri, 18. yüzyılın, ticari örgütlenmeye rağmen hâlâ din-eksenli süren yaşam dünyasında uzun bir sürede hatırlanan ve kutlanan uhrevi deneyimlere eşlik ediyordu. Oysa bugün Hıristiyan dünyasının önemli bir kesiminde Noel süreci, ışıklı, şenlikli, güzel koku ve tatlarla deneyimlenen bir eğlence dekoruna dönüşmüş durumdadır. Sekülerleşme, insanlığın evrimiyle birlikte, her kültürde kaçınılmaz bir şekilde alan kazanıyor. Köln Filarmoni Konser Salonu’nda dinleyicisi olduğumuz Weinachtsoratorium da böyle bir modern kültür anlayışının parçası olarak, icra edildiği salonunun görkemine layık bir şekilde, bütün benzer nitelikteki eserler gibi, bütüncül ve dini kimliğinden epeyce sıyrılmış olarak sergilendi.
Konser sırasında birçok büyülü an ile yüreğimin adeta kanatlandığını hissetsem de en çarpıcı andan özellikle söz etmek istiyorum. Dört solist vardı (iki soprano, bir alto, bir tenor) ve sıraları geldikçe, kenarda oturdukları sandalyelerinden kalkıp usulca öne, orkestra şefinin yanına gelerek solist partilerini icra ediyorlar, bitince aynı süzülme ile yerlerine dönüyorlardı. Enstrümanların arkasında yer alan büyük ve güçlü bir koro, bestelenmiş eser ile sözlerin uyumunu doruğa çıkarıyordu. Birden koronun bir kadın üyesi topluluktan ayrıldı, usulca uzaklaştı. Salondan gidiyor gibiyken koronun arkasında duran devasa orgun merdivenlerinden tırmanıp balkonunda göründü. Bu hareketin ne amaçla o âna denk getirildiği biraz sonra anlaşıldı: Orkestra şefinin yanına gelen soprano solistin yankısı oldu, bütünüyle aynı ses tınısıyla. Doğada uygun fizik koşullarında ancak oluşabilecek bir yankıyı yapay olarak, ama doğayı birebir taklit edecek yetenekte, eğitilmiş bir sesle yapmak; beni etkileyen, aklıma geldikçe heyecanlandıran bu tanıklık oldu.
Konser salonundan çıkıp evimize giderken tam orkestranın üzerine denk gelen yüksek kubbeli tavan kısmının dış yüzeyinde yürüyüşe izin verilmeyen bir alanı gördük. Çevresinde güvenlik görevlileri ve şerit engeller vardı. Akustik açıdan sorun olduğu sonradan fark edilince konser sırasında eserin topuk sesleriyle karışmasını engellemek için böyle bir uygulama gerektiğini şaşkınlıkla öğrendik. Yol boyu soğuğa aldırmadan farklı çizgilerdeki Noel Pazarlarının ışıltısında yürürken zihnimde melodiler, görüntülerle dans ediyordu.
Bir nefes alma molası verip yeniden koşturmacanın, kaygıların ve çabaların içine döndük; hepsi arasındaki dengeyi sağlayanın bu yenilenmeler olduğunu bir kez daha fark ederek…
GÖKSEL ALTINIŞIK
7 Şubat 2022, Denizli