Pamukkale Filarmoni Derneği öncülüğünde düzenlenen Denizli 4. Caz Festivali’nde bir caz konseri öncesi içimize işleyecek, uzun süre çıkmayacak, üstelik hayat derslerine dönüşüp besleyecek bir sürprizle karşılaştık. Her güne bir ve bazen birden fazla etkinlik listelenen festival programından, caz ile ilgilenen herkes kendisi için cazip gelen birini ya da birkaçını seçmiştir. En yoğun iş haftalarından birinin ortasında son anda yapılan bir çağrı, önce kısa süreli bir üşenmeye yol açsa da hızla ‘belki de nefes almak için bir olanaktır’ düşüncesini tetikledi. Hakkında bilgi sahibi olmasam da denk geldikçe severek dinlediğim caz müziğinden çok daha fazlasının o gecede olması bir sürprizden başka ne olabilirdi?
Erken bir saatte başlayacağını gördüğüm etkinlik, programdaki daha geç saatli konserlerden farkını sorgulattı. İç disiplini bizi, erken giderek tenis kortunda oluşturulmuş sahnenin önüne sıralanan plastik sandalyelerde bir yer seçmeye yöneltti. Henüz aydınlık olan açık hava ortamında, sahnedeki ses kontrolünü uzun uzun izledik. Son anda plan yapmamız nedeniyle programı önceden inceleme olanağımız olmamıştı. Bu nedenle tenis kortundan bozma konser salonuna girerken caz dinletisi öncesinde bir söyleşi ve belgesel izleme etkinliği gerçekleşeceğini, bilmiyordum. Bunu öğrenmek, nötr bir hisse yol açtı. Beklerken günün yorgunluğunu yanımda oturan dostumla söyleşerek geçirme olasılığı, ses kontrolü sırasında solist bir şarkıyı neredeyse baştan sona söyleyince ortadan kalktı. Sesinin güzelliği konser için hevesimi artıracak nitelikteydi. Sonra kuartet sahneden ayrılınca biraz konuştuk. Bu sırada platformun önüne bir masa getirilip söyleşi için ortam hazırlanmaya başladı. Daha iyi bir planım yok teslimiyetiyle başlayıp yavaş yavaş ilgimi çeken süreç giderek dozunu artıran özel bir deneyime dönüşüyordu. Sedat Köse Quartet konseri çok güzeldi. Eğitimli bir sesin, birbiri ile uyumlu icracıların birlikteliğinin yarattığı atmosferi içimize çekmek elbette iyi geldi. Konser boyunca küçük oturma alanının arkasında, kokteyl masaları çevresinde ayakta söyleşen dinleyicilerin konser boyunca seslerinin uğultusunu duymak tam anlamıyla kendimizi müziğe kaptırmamızı engellese de bunda müzisyenlerin bir etkisi olmadığı açık. Sürekli olarak yaz gecelerinde Ağustos böceği seslerinin, her defasında aynı saatte ve birden kesilmesinin yarattığı şaşkınlık ve heyecan karışımı duyguyu anımsayıp Ali Ergur’un yazılarında yinelenen ifadesiyle “müziğin onun için ayrılmış zamanlarda dinlenmesi” uyarısının ne denli değerli olduğunu fark ettiren bir deneyimdi. Maalesef uğultunun kaynağı Ağustos böcekleri değildi. Sonuçta caz dinletisinden önceki söyleşi ve belgesel izleme etkinliği bu nedenlerle geceye daha fazla damga vurabildi.
İsveç’te uzun yıllar yaşayan, dünya çapında bir trompetçimiz, Muvaffak Falay’ın hayatının son yıllarını anlatan Maffy’s Jazz (Maffy’nin Cazı) belgeselinin yönetmeni aramızdaydı; belgeseli izlemeye başlamadan onunla bir konuğun söyleşisini dinleyecek ve sorular sorabilecektik. Belgeselin yönetmeni, şehrin tanınmış ailelerinden birindendi: Deniz Yüksel Abalıoğlu. Diğer konuk da hemen ardından anons edildi: Hülya Tunçağ. Adı TRT-3 radyo programlarında saygın bir marka gibi aklıma kazınmış isim…. Türk caz ve müzik yazarı, radyo yapımcısı ve müzik prodüktörü…. Hülya Tünçağ’ın genç kızlık zamanlarında tanıdığı, abisinin yakın arkadaşı olan Muvaffak Abi’si hakkında söyledikleri hem içimizi ısıtan hem belgesel için merakımızı kamçılayan etki yarattı. O dönemlerde Ankara Konservatuarı’nda caz müziğiyle ilgilenmenin yasak olduğunu, okuldan ayrılmak zorunda kalmaya dek yaptırımları olduğunu bilmiyordum.Öğrenince can sıkıntısı ile karışık üzüntü duydum.
Filmin yapımcısı ve yönetmeni Deniz Yüksel Abalıoğlu, Maffy Falay’a Stockholm banliyölerindeki tek odalı evinde, farklı zaman dilimlerinde eşlik ederek çektiği bu belgeseli şöyle anlatıyor: “Maffy'i ilk kez 2016 yılında İsveç'teki evinde ziyaret ettim. Sonra art arda 2017 ve 2018 yıllarında yine Maffy’e gidip, orada kaldım ve çekimleri onunla yaşayarak tek başıma gerçekleştirdim; çünkü filmin ev içinden bir anlatıcının elinden çıkmasını, samimi bir film olmasını istiyordum. Filmi izleyenlerin bu samimiyeti ve onun yalnızlığını paylaştığımı hissedeceğini düşünüyorum.”
Bu samimiyeti ve paylaşımı en derinden hissettiğimiz gibi bizler de o koyu yalnızlığı, ona dayanma gücü verdiğine emin olduğum caz tutkusunu, trompet yarenliğini, çocuksu heyecanını ve korunaklı içine kapalılığının nedeni olarak gördüğüm geçip giden zamana sıkı sıkıya bağlanmasını izledik. Üç yıl boyunca aralıklarla “katılımcı gözlem” tekniği kullanarak gerçekleştirdiği çekimlerle yönetmen Deniz Yüksek Abalıoğlu, ortaya gerçekten çok başarılı bir iş çıkarmış. Sahneler boyunca oradaydık; Maffy’nin her hareketini odanın içinden, sahnenin önünden, masada karşısındaki sandalyeden izliyorduk. Maffy’nin cazın belgeselini nerede denk gelirlerse izlemelerini konunun açıldığı her ortamda, açılmasını bizzat sağladığım ortamlarda da öneriyorum.
Maffy’nin genç yaşında, hayranı olduğu Be-Bop efsanesi Dizzy’yi (Gillespie) havaalanında karşılayacak caz orkestrası oluşturma fikrinden başlayarak, Stockholm ve birçok ülkede müziğini icra ederek geçirdiği uzun yaşamın sonlarına yakın bir dönemi, doludizgin gidişin tanığı albümler, fotoğraflar, nota dosyaları eşliğinde gözlemek heyecan vericiydi. İlham vericiydi. Hüzün vericiydi. Bedeninin bir parçası hâline geldiğini düşündüğüm trompetini çalma gücünün kalmadığı, uzun yıllar sahneye çıktığı mekânın bir popüler kültür ikonu tarafından satın alınıp kafeye çevrilmesiyle simgeleşen yabancılaşmayı yaşadığı dönemi izledik. Duygudan duyguya savrularak… Ülkesine “sevdasını” katıldığı ortak projelerde Türk cazcı kimliğine vurgusundan, aksak ritimleri ve Anadolu ezgilerini caza renkleyerek kazandığı haklı ünü öğrendikçe gururlandık. Belgeselin gücü ödüllerle de belgelenmiş: 21. Boston Türk Filmleri Festivali ABD – En İyi Belgesel; 8. Ravenna International Soundscreen Film Festivali İTALYA – En İyi Yönetmen; 22. Frankfurt Türk Filmleri Festivali ALMANYA – En iyi 2. Belgesel. Bir değere hak ettiği değeri vermenin hakkıdır.
Belgeseli izlemenin uyandırdığı daha fazlasını öğrenme isteği ile konserden hemen önce, belgeselde yakın dostu olarak masa başı sohbetlerine tanık olduğumuz Osman İkiz’in kaleme aldığı "Maffy'nin Sevdası Caz" kitabını satın aldım. Hemen ertesi gün kitabı okumaya başladım. Muvaffak adının hikâyesinin vuruculuğuyla başlayan yaşam hikâyesinden itibaren Maffy olarak geçen 65 yıllık İsveç yaşamından sonraki yeniden Türkiye’ye dönüşü içerecek şekilde başlıklar altında dünyaca ünlü trompetçimizin dönemleri ele alınmıştı. Üstelik Deniz Yüksel Abalıoğlu'nun, Okay Temiz, Bernt Rosengren, Hayati Kafe gibi isimlerin, Türkiye'ye geldiği dönemlerde vaktini sıklıkla birlikte geçirdiği ve sağlık sorunları yaşadığı son zamanlarında da yanında olan Arda Cabaoğlu, Hakan Atala, Füsun Levet, Meltem Cumbul, ayrıca Maffy'nin oğlu Emil, yazar Orhan Tekelioğlu gibi isimlerin Maffy hakkında anlattıkları çok etkileyici. Fotoğraflarla desteklenen bu anılar, gerçek yaşam hikâyelerinin etkisini taşırken bireysel tarihin nasıl caz tarihi içinde yeri olabileceğinin de kanıtı.
Okuyarak bir baltaya sap olamayacağı düşünülürken babasının görevi nedeniyle - gittiği Kuşadası’nda belediye bandosuna katılıp trompetle tanışmasını, ilk aşkını, yaşamının son yıllarında Füsun Levet’in kapısını açtığı evinde kaldığı Kuşadası günlerini öğrenip bir de Kuşadası’nda bir heykelinin bulunduğunu görünce bir sonraki Kuşadası gezimde hikâye avcılığının öznesi belli oldu. Bu heykelin önünde bir fotoğraf çektirip kitapta adı geçen mekânları aramak fikri doğdu.
Maffy’nin Sevdası Caz kitabı için bir tanıtım yazısında “Cazseverler mutlaka okumalı” dense de ben okuyucu kitlesinin herkesi kapsaması gerektiğini düşündüm. Üstelik benim gibi kendini cazsever olarak tanımlamayacak birini bile kitabı okurken, bu yazıyı yazarken, sadece dinlemek için dinlerken caz dinlemeye yönelttiğini söylemeliyim. Sevdiğimi de…
Kitap arka kapak yazılarından ikisi hem Maffy’nin dehâsını hem caz dünyasındaki yerini sezmeye yetiyor.
“Müzikal bir infilak. Parıltılı ton ve tınılar. Ritim ve armoniden oluşan bir havai fişek gösterisi. Bu kelimeler bile Sevda’nın müziğini tarif etmeye yetmez. Muhteşem bir müzik”
Jan Engelbrektsson / Karlskoga Tidning, 14.10.1972
“İsveç’teki yabancı düşmanları ülkemize gelen yabancıların bize nasıl katkıda bulunduklarını, kültürümüzü nasıl geliştirdiklerini görüp akıllarını başlarına toplasınlar. Maffy Falay’ın müziğini dinlerlerse, müzik dünyamızın nasıl zenginleştiğini göreceklerdir.”
Lars Westman / Gazeteci, yazar, İsveç Radyosu’ndaki konuşmasından, 1993
Daha fazlası için mutlaka kitap okunmalı, belgesel izlenmeli derim. Her ikisi de yalnızca müzik tarihinin bir kesitine içinde sürüklenen bir insanın penceresinden bakmayı sağlamıyor, ayrıca özel bir hikâye ile yaşam dersleri çıkarmayı, hayatın dönemeçlerinde verilecek kararlar için okuyan herkesin kendi değerlerini tanımasını sağlıyor. Kimi dünya çapındaki bir trompetçinin seçimlerini ve vazgeçişlerini görecektir kimi ise tutkulu bir insanın yalnızlığı yaşayışına tanıklık edecektir. Ne de olsa insan yarasının penceresinden bakarak dış dünyayı algılar. Bu nedenle bir aktarım bin bir türlü yansımanın tetikleyicisi olabilir. Bendeki mi? Bende kalsın…
Göksel Altınışık Ergur
5 Ekim2024 , Denizli,