Bir hekim olarak küresel salgının başından beri COVID-19 ile iç içeyim. Öğrenmeye çalışırken, bana yöneltilen soruları yanıtlarken, en çok da hastalarımı tedavi ederken çok farklı etkilenmelerine tanık oluyorum. Bu konudaki farkındalığım, sosyoloji yüksek lisans tezi olarak COVID hastalarının sosyal etkilenmelerini araştırmamdan sonra çok arttı. Ardından hızla tezimi kitaplaştırdım. Ateş ve İhanet – COVID Kliniğindeki Sağlık Çalışanlarının Deneyimleri kitabını sekiz yazar olarak yazmıştık; orada salgının ilk üç ayında sağlık çalışanlarının dayanışma ve çatışma deneyimlerini, yaşamlarının nasıl etkilendiğini araştırmıştık.
Bu kez yalnız başıma, hastaların aynı dönemde ne gibi sosyal etkilenmeler yaşadığını gözler önüne sermek için kolları sıvamıştım. Tarihe düşülen ilk notu, bir bileşenini ekleyerek genişletmek istemiştim. Bu eserler, ikiz kitaplar olarak başvuru kaynakları olabilirlerdi. Beni bu denli etkileyeceğini, onu yazıp bitirene dek yaşadıklarımı anlamlandıracağını, kendim dönüşürken okurlarımı da dönüştürmemi sağlayacağını bilemezdim. Şimdi öngörebiliyorum; çünkü daha ilk aydan çok güzel yorumlar alıyor, durup durup “İyi ki!” diyorum. Adı Camduvar oldu. Ülke çapında elli bir COVID hastasıyla internet üzerinden derinlemesine görüşmeler yapıp anlattıklarını analiz ederken, biraz da yazarlığımın verdiği sezgiyle, duvarların ardında, pencerenin kıyısında olmak üzerine söylendikleri içimde girdaplar hâlinde dönmeye başladı. Bir sabah uyku ile uyanıklık arasında kitabın adını ruhum zihnime fısıldadı: “Cam Duvar; duvarlar ardında yaşananları gözler önüne sermek için şeffaflaştırmak istemiyor muydun?” İstemez olur muydum? Tam olarak buydu amacım.
İstedim ki “Eyvah, korona oldum!” diyenler bu kitap sayesinde yalnız olmadıklarını fark etsin, başkalarının deneyimlerinden yararlansın, olumsuzluklar için kendilerine kalkanlar hazırlasın. Onları tanıyanlar, yaşadıklarının doğurduğu sonuçları daha iyi anlasın. Hastalanmamış olanlar kendilerine çeki düzen versin; hastalıktan korunmanın ne anlama geldiğini, hastalar için hayatı kolaylaştırmanın nasıl mümkün olduğunu bilerek dayanışma içinde sağlıkta kalsın. Süreç içinde öğrendiklerimin kendi üzerimdeki etkilerini yakından ve en derinde gözlemlediğim için bu hedeflerimin gerçekleşeceğini öngörebiliyorum. Haklı çıkıp çıkmayacağımı zaman gösterecek. Bunu bana kitabın okurları söyleyecek. Hatta toplumsal tarihte yazılacak.
“Hastaları dinlemek ve onlardan öğrenmek” benim ilkem oldu, öğrencilerime ve meslektaşlarıma da hep önerdim. Kalbimiz Attıkça hasta öyküleri kitabım, yayımlandığı 2016 yılından beri okuyucu dönüşleriyle ne denli haklı olduğumu kanıtlıyor. Onda o zamana dek beni en çok etkileyen sekiz hastamın öyküsünü aktarıyorum; şimdi ise içerik ve aktarma şekli daha ayakları yere basan hâl aldı. Ne de olsa alaylı ile okullu arasında değişen biçimlerde fark oluyor. Cam Duvar Ardındaki COVID Hastaları kitabım hakkında çok ayrıntıya girmek istemesem de ana çizgisinden söz edeceğim. Özellikle bu kitapla sosyoloji yazınına benim alâmet-i fârikam olarak girmesini hayâl ettiğim bir akışı belirtmeliyim. Kitapta her biri iki alt bölümden oluşan üç ana bölüm var. Bunlar, saptadığım sosyal etkilenmeleri içeren bölümler. Kitabımın başındaki alıntıyla birlikte (epigram) altı bölümün de başına içeriğini çağrıştıracak birer alıntı bulmaya çalıştım. Buna gerçekten özendim. Alıntıları burada paylaşayım ki kitapta sizleri neyin beklediğinin ipuçları olsun. Her konu hakkındaki temel sosyolojik kavram ve kuramlar, onlarla ilintili görüşmeci ifadeleri eşliğinde tartışılıyor. Anlatım dilini akıcı bulursanız yazarlık deneyimime, yaklaşımda hastaları sahipleniş sezerseniz hekim geçmişime, toplumsal olana ilişkin kavramları zihninizde netleştirebilmişsem sosyolojiye karşı özenli ilgime bağlayınız. Dilerim ki okuduklarınızdan benim yazarken hissettiğim kadar etkilenip yaşamı ve sağlığı hastalık penceresinden, hastaların şeffaflaştırdığı duvarların ardından kavrayabilesiniz. Hemen kitabımın epigramı ile aktarmaya başlayayım:
“Hastalık, hayatın gece tarafıdır; vatandaşlığı da külfetlidir. Herkes doğduğunda çifte pasaporta sahip olur; iyilik krallığının ve hastalık krallığının pasaportları… Hepimiz iyiliğin pasaportunu taşımayı yeğlesek de er ya da geç her birimiz, en azından bir süreliğine, kendimizi diğer tarafın vatandaşı olarak tanıtmak zorunda kalırız.”
- Susan Sontag, Illness as Metaphore (Bir Metafor Olarak Hastalık)
İlk ana bölüm, tıbbi konuların sosyal yönlerini içermektedir. Bunun alt bölümlerinden ilkinde, tanıya giden yolda neler yaşandığı, korunma başta olmak üzere hastalık hakkında bilgi edinme yolları ele alınmaktadır:
“Bütün tedaviler içinde en iyisi, insanlara nasıl onlara ihtiyaç duymayacağını öğretmektir.”
Hippocrates
“Tabii, insan tanı almak istemiyor böyle bir dönemde, çünkü ben çalışan bir hekimim, çok hastamız var, çalışıyoruz, bir de hani bu işin nereye varacağını biliyorum, karantina var, hiçbir şey olmasa, çabuk bitse bile uzun müddet işinizden alıkonacaksınız, çoluğunuzdan, çocuğunuzdan, eşinizden uzak kalacaksınız. Karantina olmak zorunda. Bir tedavi alacaksınız, tedavinin etkinliği konusunda tamam, herkes bir şey söylüyor, ama, yüzde yüz bir etkinliği olmadığını biliyoruz, kanıtlanmış bir şeylerin olmadığını da biliyoruz. Karanlık bir şey olduğu için tabii üzüldüm.” Görüşmeci 10
İkinci alt bölümde hastaların, genelde tek kişilik hastane odalarındaki yalıtım deneyimi ve taburculuk sonrasında evdeki karantina dönemini nasıl yaşadıklarına ilişkin gözlemler yer almaktadır. Elbette bunların arasında beni derinden etkileyen duvar ve pencere algılarına yer verilen bölüm de burasıdır.
“Camın dışında ilkbaharın serin göğü; içinde, odada çınlamasını sürdüren sözcük: veba.”
Albert Camus, Veba
“Sadece dışarıyı gözlemledim pencereden, işten çıkan insanların işleri bittikten sonra eve gidiyor olabilmeleri veya herhangi bir sebeple hastaneye gelmiş birinin tahlil sonuçlarını alıp, çocuğuyla, eşiyle birlikte özgür iradesiyle eve geri dönüyor olabilmesi, karşı binada işine gelmiş kişilerin o an işini yapıyor olması veya hasta yakınlarının içeride yatan bir hastayı kapının önünde bekliyor olması benim için daha da olumsuz etkileyici unsurlar olarak görülüyordu. Siz artık o güne kadar fakında olmadığınız ve sizin için gerçekten çok önemli şanslar olan bu şansları ilk defa sanki orada fark ediyormuşsunuz gibi oluyor.” Görüşmeci 2
İkinci ana bölüm, etkileşimlerimiz üzerinden ilerliyorken bunun ilk alt bölümünde mahremiyete saygı – mahremiyet ihlali deneyimlerine ilişkin çarpıcı bulgular ortaya konmaktadır.
“Haksızlık yapmak, haksızlığa uğramaktan daha acıdır.”
Socrates
“Özellikle tamamı bilgimiz haricinde ve onaysız bir şekilde... Zaten biyolojik sıkıntılar yaşayan insanların ruhsal manada da çok kötü olmalarına bir sebep. O dönemde de daha ilk zatürre tedavisi görüyorken, COVID’liğimiz netleşmemişken, COVID diye bizim hakkımızda yazılmaya başlandı. Eşimin resimleri ve ismiyle açık bir şekilde. Sosyal medyada paylaşıldı ve birçok yerden de ‘bilakis hastaneden aldık’ şeklinde bilgilerle geliyorlar. Artık dayanamıyorsunuz.” Görüşmeci 22
Sonraki alt bölümde, damgalama ve dışlama davranışına maruz kalan COVID hastalarının neler yaşadığı, hissettiği gözler önüne serilmektedir. Hem üzen hem düşündüren bu anlatıların konunun toplumsal boyutundaki yeri çok önemlidir. Hasta sayısının arttığı daha sonraki salgın dönemlerinde aynı durumun sürüp sürmediğini araştırmak bir başka açılım sağlayabilir. Belki de hastaların tanılarını gizlemeye başladıkları ya da toplumda hastaların çok artması sonucunda bir tür kanıksamanın yaygınlaştığı saptanacaktır. Ele almaya değeceğini düşünüyorum.
“Damgalama, diğer insanların tepkisi yüzünden normal kimliğin yağmalanması sürecidir.”
Erving Goffman
“Biz bu sitede kiracı olarak kalıyoruz. Burada, tepki aldık. ‘COVID hastası, niye gelmiş, gelmemesi gerekiyor. Hastadır o gitsin hastanede kalsın’ dediler. Kendimi çok kötü hissettim. Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Bana ‘sana inanmıyoruz’ diyor. Ben ‘üç doktor imzalamış. Testlerim temiz çıktı. Sadece karantinada olacağım. Bende hiçbir belirti kalmadı’ diyorum. ‘Sen hastasın, kalamazsın bizim sitede’ diyorlar. Çok kötü anlar yaşadım. Sonra raporlarımı, E-nabızdan tahlil sonuçlarımı kapıcılara gönderdim, yöneticiye gönderdim. Ondan sonra ‘kalabilirsin’ dediler. Ben hastalıktan korkmadım, insanlardan korkmaya başladım.” Görüşmeci 38
Üçüncü ve son ana bölüm sırasıyla ekonomik açıdan deneyimleri ve ardından aile-arkadaş ilişkilerindeki etkilenmeleri içermektedir. Aşağıda bu sıraya göre verdiğim alıntıları ve beraberindeki görüşmeci ifadesi, şimdilik genel bir çerçeve çizmeye yardımcı olabilir. Derinliğine okumaya değecek bir bölüm olduğunu söylemeliyim.
“Zengin ailelerin neredeyse hiçbir eksiği yokken, yoksul aileler çok güç durumda kalıyorlardı. Tabii ki ölümün o mükemmel 'eşitliği' yerinde duruyordu.”
Albert Camus, Veba
“Eşim garsonluk yapıyor. Abileriyle beraber çalışıyor. Aylıkçı değil. Abisi günlük harçlık veriyor. Bana da aynı şekilde. O süreçte eşimden dolayı ben de çok kötü psikolojiye girdim. Devamlı ‘fuzuli bir şey istemeyin. Bak ben utanıyorum. Zaten çalışamıyorum’ diyordu. Çocuklarım bir şey istediği zaman eşim çok tepki gösteriyordu, çok kızıyordu onlara. Çocuk bu, senin benim gibi düşünemez. Çok sıkıntılı oldu.” Görüşmeci 51
“Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”
Tolstoy, Anna Karenina
“Eğer tek başıma hasta olsam o kadar zor olmazdı. Zaten çok fazla vicdan azabı duyuyordum. Yaşayacağımı düşünmüyordum. Babam iki gün sonra yoğun bakıma kaldırıldı. Hastanedeyken yoğun bakımdan beni arıyorlardı. Annem için beni arıyorlardı. Bunlar çok zordu. Ben korona geçirmiş insanlar içinde en ağır psikolojik etkiyi yaşamış insanlardan biriyim. Annem çok şükür kurtuldu. Annemi de kaybetsem daha büyük yıkım olurdu. Kız arkadaşım, çalışanım, yan odamdaydı. Babam koridora çıktı, ‘ben ölüyorum kurtaran yok mu?’ diye bağırdı. Sonra onu aradım. Nefes alamıyorum deyip telefonu kapattı. Hemen yoğun bakıma kaldırdılar. Ben bunları yaşadığım için, bir tek Korona’yla değil, bir de ailemin sağlığıyla da ilgilendiğim için çok zordu. Aklıma geldikçe hâlâ kötü oluyorum.” Görüşmeci 40
Bu kapsamdaki bir kitabı daha farklı biçimlerde anlatmak olasıydı, ancak içimden böylesi geldi. Hem ipuçları vermek hem merak uyandırmak istedim. Sunuş yazısında da dile getirdiğim gibi: “Görmek, duymak ve bilmek, bir sorumluluk yüklüyor. O duyguyla anlatıyorum. Görün, duyun ve bilin ki boşuna yaşanmış olmasınlar.” İlgisini çekmeyi başarabildiğim okurlarıma, aynı sorumlulukta birleştiğimiz düşüncesiyle yürekten teşekkür ediyorum. İyi okumalar…
GÖKSEL ALTINIŞIK
6 Eylül 2021, Denizli