Sanattan Yansımalar'daki köşemde uzun bir boşluk oldu. Yaşamın sanat dışı alanlarının bütün günlerimi ve düşüncelerimi ele geçirmesinin ardından sanata dair yazacak bir birikimim, ondan da geçtim içime sinen bir sanatsal deneyimim olmayınca burada sustum. Şimdi haykırma zamanı. Biraz anlatmak, biraz da iyileşmek için. Anlatayım…
Mayıs ayında İzmir’de Ege Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Sempozyumuna katıldığımda aklımdaki olasılıklar ve beklentiler benimle ve yakın çevremle sınırlıydı. İzmir’de olacak, eski fakültemin oralarda dolaşacak, iyileştiren hikâyelerimi kahramanlarının gözünden sunacak, mümkünse büyük sükse yapacak, hastamın şiirlerinden oluşan sunumumla dinleyenleri çarpacak, çok yakın dostlarımla görüşecek, yaşamıma bu minvalde anılar ve mümkünse başarılar ekleyecektim. Bunlar oldu olmasına da beklediğimin çok ötesindeki bir karşılaşmayı nasıl tanımlamalı?
Slobodan Dan Paich… Bir sunum yaptı. Orada bile değildi. Video konferans ile katıldı, başta seste yankılar oldu, konferans salonunun koltuklarında sıralanmış duvara yansıtılan perdede konuşmacıyı ve slaytlarını, odaklanmaya çok yardımı olmayacak bir ortamda izlemeye koyuldum. Neydi diye sorulsa birden yanıtlayamam ama beni hemen çeken, sımsıkı yakalayan, soluksuz orada tutan, üstüne daha yükseklere savuran bir şeyler vardı bu sunumda. Neydi diye ben de sordum kendime. Bir tema, bir tümce, bir görüntü değildi; hepsiydi, biraz biraz ve çokça. Bir içgüdüyle toplantıyı düzenleyen ekipten bir dosta “Slobodan Dan Paich’e ulaşmam gerek; nasıl yapabilirim?” diye sordum. Yalnızca eposta ile bağlantı kurulabildiğini söyledi ve ekledi “iletişime çok açık ve çok özel biridir”.
Yılın yarısı San Francisco’da yarısı İstanbul’da olduğunu ve eğitimciliği yanında Artship adında bir sanat vakfı adına etkinlikler yürüttüğünü öğrenmiştim. Yazdığım elektronik mektupta “Sempozyumda konuşmanızı dinledim ve çok etkilendim. İyileştiren hikâyeler üzerine bir bildiri sunmaya gelmiştim. Sizin sunumunuzdan sonra içimden bir ses size ulaşmam gerektiğini söyledi. Bir haftalığına İstanbul’dayım, sizi ziyaret etmek isterim” yazdım. Hızlı gelen yanıtı bir gün öncesinde Amerika’ya döndüğünü, ona yazmamdan çok mutlu olduğunu, o sunum beni ona götürdüyse tanışmak isteyeceğini, şimdilik uzaktan toplantı yaparak görüşüp söyleşmeyi, Ekim ayında İstanbul’a geldiğinde orada buluşmayı çok istediğini yazıyordu. Ayrıca Romanya’da Timişoara Üniversitesi Tıp Fakültesinde hikâye anlatıcılığı dersleriyle tıp öğrencilerine hikâyenin önemini anlattığı paylaşımlarından söz ediyor ve “zihnen yakın olanlar birbirini bulur” diye ekliyordu. Taşlar yerine oturuyordu, ona ulaşmam gerektiğiyle ilgili içime doğan bunlarla bağlantılı olmalıydı.
Slobodan’ın sunumuna ilişkin video elime geçince onu yeniden izledim. O zaman fark ettim neydi çağrı? https://youtu.be/Qhtyk-MGTBI Ortak dil...
Sunumunda yer alan, kendisine ait bir çizim vardı. Gözlerime inanamadım. Benim şiirle anlattığımı o çizmişti. Bir sonraki epostada bu çizimi vardı; sihir gibi… Görüp de bağlantıyı hissettiğim anda o görsel bana çizeri tarafından armağan ediliyordu. Zihnim Carl Jung’un eşzamanlılık (senkronisite) kavramının etkisinde çalışmaya koyuldu. Slobodan bu çizimi 1969’da yapmıştı; benim doğduğum yıl. O zaman 24 yaşındaydı. Ben de şiiri yazdığımda. Gençliklerimiz aynı döngünün farkına vardıkları anda mı belirlenmişti gelecekteki karşılaşmamız? Bağlantısız görünen olaylar bir bütünün parçası olabilir mi?
O zaman öğrenmiştim çay ve mürekkeple her gün çizimler yaptığını… Hatta genç bir sanatçıyken resim otoriteleri tarafından küçümsendiği, çizmesi yasaklandığı halde vaz geçmediği tutkusunu… Evet, o bir sanatçıydı. Sanat tarihi felsefesi profesörüydü. Kültürel çalışmalar üzerine de yoğunlaşmıştı. Ondan öğreniyorum sonradan internette hakkında okuduklarımı: İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Yugoslavya’da doğmuş. Belgrad Üniversitesinde güzel sanatlar eğitimi ve sanat tarihi felsefesi eğitimi almış. Ardından yirmili yaşlarında Londra’ya, 1991 yılında San Francisco’ya gitmiş. Son yıllarda yılın yarısını İstanbul’da Kadıköy’deki ofisinde geçiriyormuş. Artship dostlarıyla kurdukları bir sanat vakfıymış. İnternet sayfalarını incelediğimde çok özgün çalışmalara imza attıklarını, sanata, sanatçıya destek verdiklerini gördüm: https://www.artship.org/ Slobodan’ın son gününe dek konferanslara, etkinliklere devam ettiğini de görmek mümkün: http://slobodandanpaich.designspektrum.com/
Dört ay boyunca başta haftada bir sonra ayda bir kez uzaktan görüşüp söyleştik. Başlamadan önce hiç aklımda olmayan bir etkisi vardı bu söyleşilerin. Dünyanın en bilge aynasına rast gelmiştim. Beni görüyor, çözüyor, bana anlatıyor, anlattıklarıyla aklımı aydınlatıyor, yüreğimi ısıtıyor, umudumu tazeliyordu. Kendinden söz ederken gözlemlediğim dinginliği bana ayrı bir dersti. Hatta bir buluşmamızda üretmek, iz bırakmak, boşuna yaşamamış olmakla ilgili telaşımdan söz etmiştim. Buna yorum yapmadan sözün başka bir yerinde birlikte yapacaklarımızı projelendirirken “aceleye gerek yok; zamanımız var” dediğinde ve Türkçe “yavaş yavaş” diye ekledi. O an anlamamış olsam da her seferinde olduğu gibi sonradan bütün konuştuklarımızın üzerine düşündükçe kendime buradan bir pay çıkarmıştım. Bir ay boyunca, sonraki buluşmaya dek bunu zihnimde çevirip sonunda yavaşlamaya karar verdim. Karşı karşıya gelir gelmez bunu ona da anlattım: “Kendimi düşündüm, nefes almadan telaşla hep bir şeylerin ardından koşturmamı. İnsanların bir anda yaşamını kaybettiklerini görmenin yan etkisi olmalı; yavaşlayamıyordum. Oysa sözlerinizin üzerine düşündükçe sakinleştim. Yanlış anlamayın, ama her şey sırasında giderse sizden daha çok zamanım olmalı; oysa siz zaman var rahatlığıyla huzuru yakalamış görünüyorsunuz.” Her zamanki kibar, anlayışlı ve ılık gülümsemesiyle yanıtladı: “Hayır, bu senin hızın. Hızınla barış, kendini olduğun gibi kabullen. O sensin. Ben her zaman yavaştım. Ama bu telaşlı hâlin senin için doğru; yapabiliyorsun ki hızlı gidiyorsun. Yavaşlama.” Onun için bilge ayna derken ne kast ettiğimi en iyi anlatan olaylardan biri bu olmalı.
İlk buluşmamızın ardından Öğretmenim Morie ile Salı Buluşmaları filminden genç yaşlarımda nasıl etkilendiğimi anımsadım. Morie ile Salı günleri bir araya gelip yaşamı felsefik boyutta sorgulayan eski öğrencisinin bu buluşmalarından ne dersler çıkardığımı; hatta bu paylaşımlarına imrendiğimi. “Slobodan ile Perşembeler” dedim, sevdi bunu. Ah o doyulmaz perşembeler… Seçtiğim filmle farkında olmadan bugüne mi hazırlanmışım?
Çay-mürekkep ile yaptığı çizimlerini bana gönderdiğinde onların üzerine benden bir şeyler ekleyerek ortak üretimimiz gibi görmek hoşuma gidiyordu. Paylaşmak için izin istediğimde buna gerek olmadığını, dilediğimi yapmamdan mutlu olacağını söylediğinde sevinmiştim. Sonrasında buna kendi bakış açısını içtenlikle açıklarken benim tercihime saygı duyduğunu söyleyerek yine de onun beklentisinin bunları biriktirip ona özel bir sürpriz hâline getirmem olduğu eklemişti. Bunu düşünemediğime üzülmüş, en uygun fırsatı bekleyeceğimi kendime söylemiştim. Şimdiyse bugüne denk gelmesi hakkında ne hissedeceğimi bilmiyorum. İyileştiren hikâyeler üzerine çalışmamı beğenmiş ve bu konuda birlikte yapabileceklerimizden söz etmişti. Kısacık bir süre sonra onu yitirmenin ardından iyileşmek için yazacağım o zaman aklıma gelmemişti. Dün aldım acı haberi. İstanbul’a gelmişti, buluşmak için işlerimi ayarlamaya çalışıyordum. Yoğunluk dinmiyor, onun zamanımız var deyişi içimi rahatlatıyordu. Yokmuş. Şimdi vedamı onun çizimleri ile hazırladığım sürpriz aracılığıyla yapmak istiyorum.
Yarın İstanbul’da dostlarıyla vedalaşacak. Artship dostlarından Dennis Letbetter’in objektifinden fotoğrafını taşıyan buluşma davetine bakıyorum. Kalabalık olacağından kuşkum yok. Çok seveni olduğunu biliyorum. Orada olamayacağım diye üzülürken onun gülümseyen yüzünü görüyorum, fısıldıyor: Biz zaman ve mesafeden bağımsızı yaşıyoruz. Yine de dinlenmek için İstanbul’u seçmesiyle avunuyorum. Yanına gidebileceğim….
Gittiğin yerde koridorlar olsun ve sen oralarda koş. Ben, gücüne inanmayı öğrettiğin, aynandan yansıyanlarla kendiyle barışan dostun, buradakilerde senin için koşuyor olacağım.
GÖKSEL ALTINIŞIK
23 Kasım 2022, Denizli