Editörümüz Şefik Kahramankaptan’dan geçtiğimiz günlerde bir ileti aldım. Adnan Özer tarafından İspanyolcadan dilimize Sıradan Şeylere Övgüler adıyla kazandırılan Pablo Neruda’nın şiir kitabının yayımlandığını anımsatıyordu. Kitabın kapağındaki enginar fotoğraflarını da görünce iki çağrışım birbirinin önüne geçme yarışına katıldı.
Önce İlhan Eksen’in, Çok Kültürlü Osmanlı Mutfağı kitabında öyküsünü anlattığı uskumru dolmasını anımsadım. Bu lezzetin bir adı da “unutmabeni dolması” idi. Öyküsü şu günlerde sosyal medyada dolaşmaya ya başlamıştır ya da başlayacaktır. Eksen, Abdülhak Şinasi Hisarlı’nın Çamlıca’daki Eniştemiz’de de adı anılan bu dolmanın Ramazan ayının sonlarında bayramın gelişini ve meyhanelerin açılacağını anımsatmak üzere kıdemli müşterilere gönderildiğini yazar. Sanattan Yansımalar’ın editörü de incelik gösterip “yazılar nerede kaldı?” mesajı gönderiyor diye düşündüğümü itiraf etmeliyim.
Bu kısa çağrışım hemen kenara çekilerek Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye’deki “Hani, uskumru dolmasına da bayılırım pek.” dizesine yer açıverdi. Onu Nail Çakırhan’ın 1925 yılının ilk aylarından kalan bir anısını Tarık Akan ve Ali Özgentürk’e aktarması izledi:
“Uskumru dolması yaparlar biliyorsun. O dolmadan bir tane de bana ayırmış babası… Şimdi biz o gün başka bir yere gittik, Nâzım’la eve gelmeden... Nâzım dedi ki: ‘Akşam babam sana iki tane uskumru ayırmış...”
Ama Nâzım Hikmet’in yemek fiyatlarını eleştirirken yazdıkları uskumru dolması anımsamasını bir yana iterek Sıradan Şeylere Övgüler kitabına dönme zamanı geldiğini işaret etti.
Tan gazetesinde 3 Haziran 1935’te Orhan Selim imzasıyla yayımlanan yazısının başlığı: Bir Enginarın Söylevi. “Karşımdaki tabakta, sapı bir zürafa boynu gibi dimdik, ince, uzun, gövdesi yayvan ve kabuk kabuk, boyası limon terbiyesinden sapsarı bir enginar duruyor” diye başladığı yazısında enginarı konuşturacaktı:
“Beni sapımdan koparan bostancım, toptancıya altmış paradan sattı. Toptancıdan zerzevatçı (manav) iki kuruşa aldı beni, zerzevatçıdan aşçı beni almak için yüz para verdi. Şimdi ise sen beni yemek için yirmi kuruş vereceksin. Haydi diyelim ki, aşçıbaşı yüz paralık (2 buçuk kuruş) zeytinyağı limon filan kullandı benim için. Ettim beş kuruş. Beş kuruş nerde, 20 kuruş nerde?”
Bu yazıdan bir süre sonra başlayan uzun dönemli hapisliğinin sona erdiği 1950 yılının 22 Kasım’ında İkinci Dünya Barış Kongresi’nde Nâzım Hikmet ve ünlü ustalara barış ödülü verilecekti, pasaport alamadığı için törene katılamadı. Kendine verilenle birlikte Türk şairin de ödülünü alan Pablo Neruda kürsüde şunları söyledi:
“Cezaevindeki yılları boşuna geçmedi: Nâzım’ın lirik yapıtları en yüksek noktasına orada ulaştı. Sesi dünyanın sesi oldu. Barış için savaşın bu önemli günlerde şiirlerimin onun şiirleriyle yan yana olmasından gurur duyuyorum.”
1961 Paris’ten Küba’ya gidiş programını düşlerken Sovyet yazarı İlya Ehrenburg’a “Pablo çoktandır davet ediyor bizi, evini, ülkesini görelim istiyor. Bu yıl gideceğimize söz verdim. Daha önce böyle şeyleri düşünmezdim bile, fakat artık, doktorların izniyle, Havana’ya kadar uçup da kendimi çok iyi hissettikten sonra, Şili’yi de görmek istiyorum doğrusu” dedi. Eşi Vera Tulyakova’nın aktardığına göre Ehrenburg’un şu yanıtı bu gezinin başlamadan bitmesine neden oldu:
“Harika bir evi var Pablo’nun! Ve deniz yaratıklarından olağanüstü bir koleksiyonu, fakat bu yolculuğa kalkışmamanızı öneririm Nâzım. Otuz gün konuğu oldum onun. Pablo hiçbir zaman evde değildi ve bütün bu süre sahanda yumurta yedirdiler bana. Eğer sahanda yumurta seviyorsanız…”
Nâzım, “Sahanda yumurta olanaksız benim için” derken önce güldü, sonra düşünceye daldı. Anadolu’ya “Yumurta Taciri” belgesiyle geçen şair, karaciğerindeki sorunu belki de Vâlâ Nurettin ile Bolu’da öğretmenlik yaparken her gün yediği yumurtalarla ilişkilendirmişti.
Yazının burasına geldiğimde bir başka çağrışım daha belleğime düştü. Gazeteci Halit Çapın ölümünden kısa süre önce yayımladığı bir yazısında şair Özdemir Asaf’ın meyhanede her seferinde kendine özgü konuşma biçimiyle “karaciğere iyi gelir” diyerek enginar ısmarladığını yazmıştı.
İşte şair Neruda’nın Sıradan Şeylere Övgüler kitabından Enginara Övgü’yü okurken hep bunlar aklımdan geçti:
“O müşfik yüreğiyle / bir savaşçı gibi / giyinmiştir enginar, / dimdik, / alçacık bir kubbede / inşa etmiştir, / yapraklarının altında / içine bir şey işlemeden / durur öylece,”
Şiir sürer gider, bir yere gelince Nâzım Hikmet’e göz kırpar:
“sonra / gelir / Maria sepetiyle, bir enginar / seçer, korkmaz ondan, / bakar sağına soluna / bir yumurtaymış gibi / tutar ışığa”
Kitaptaki şiirler okurlarını kim bilir nerelere taşıyacak. Kitabın çevirmeni şair Adnan Özer’in ifadesiyle, “Pablo Neruda söz konusu olduğunda malum; imgeler ve metaforlardan başınızın döneceği kesin. Ama bu kadar şaşırtıcı olabilecekleri nasıl akla gelebilir...”
Övgü şiirleri, 1904 doğumlu Pablo Neruda, yaşamının yarım yüzyılını tamamladığında yayımlanmış. Şilili Şair, Nâzım Hikmet’in ardından da övgü dizeleri yazdı. Ataol Behramoğlu’nın çevirisiyle, “Nasıl yaşamalı seni örnek almadan,/ senin halk zekânı, ozanlık gücünü duymadan? / Böyle olduğun için teşekkürler, / teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.”
VECDİ SEVİĞ
21 Mart 2024, Ankara