Üç Silahşorlar kitabının yazarı Alexandre Dumas, 1858 yılı sonbaharında Kafkasya’ya giderken Trabzon’da da bir süre konuk oldu ve yörede yetiştirilen fasulyelerden pişirilen yemeğin lezzetine vardı. Sonra da Mutfak Sözlüğü’ne , “Asya seyahatimde Trabzon fasulyelerinin daha lezzetli olduğunu kabul etmek zorunda kaldım” diye not düştü.
My Fair Lady müzikalini Türkiye’de ilk kez 1967 yılında sahneye koyan Todd Bolender Türkiye’de zeytinyağlı taze fasulyenin tadına hayranlığını Devlet Tiyatrosu’nun yayımladığı özel bültene anlattı.
Tiyatrocu Vasfi Rıza Zobu da fasulye severler arasındaydı ama fiyatların bugünkü gibi tırmandığı 1955 yılının haziran ayında defterine “Bu mevsimde ayşekadın fasulyesinin kilosu 190–200 kuruş! Geçen sene bu aylarda 30-35 kuruştu” diye yazmaktan kendini alamadı.
Şair Abdülhak Hamid Bey, erişemeyeceği saltanat koltuğu için sırasını bekleyen Abdülmecit Efendi’nin şehzadelik döneminde Finten adlı eserinin basılması dolayısıyla verdiği yemekte kestaneli Alman tatlısından önce zeytinyağlı taze fasulyeyi büyük bir zevkle yedi.
Abdülhak Hamid Bey’i sofrada memnun etmenin zorluğunu çevresindekiler ve misafir olduğu yerlerin aşçıları yakından bilirdi. Ölümünden birkaç yıl önce mevsim meyveleriyle donatılmış sofraya otururken “Dünyada bir karpuz da mı kalmadı?” diye yakınmasından az sonra getirilen tepsiye bakıp “Ben kırmızı karpuz istemem, sarı karpuz isterim!” huysuzluğunu gösteren de Abdülhak Hamid değil midir? Dönemin yazarlarından İsmail Hakkı Danişment, bu anı anlattığı yazısında “içi kehribar gibi sarı karpuzu” görünce, “Bunun çekirdekleri sarı! Ben siyah çekirdekli sarı karpuz isterim!” dediğini yazmasını abartma payı olarak not etmekte yarar var.
Damak zevkine düşkünlüğü dillere destan Abdülhak Şinasi Hisar ise karpuz olan masanın yakınından geçmezdi. Tophane-i Âmire kâtiplerinden Muhtar Bey, Abdülhak Hamid Bey’e olan hayranlık ve saygının ifadesi olarak ileride ünlü bir yazar olacak oğluna onun adını vermişti. Yazar, anılarını aktardığı Boğaziçi Yalıları’nda “Bahar içinde biraz mayhoş bir meyve tadılır gibi” benzetmesini yapmasına bakmayın, Abdülhak Şinasi Bey değil meyve yemek, çiğ hiçbir yiyeceği tüketmediği gibi manavın önünden geçmekten bile çekinirmiş. Dostları bunu çiğ yiyeceklerin hastalık bulaştıracağına inanmasına bağlarlarmış.
Yakında son yolculuğuna uğurladığım bir dostum ile Abdülhak Şinasi Hisar üzerine uzun sohbetler etmiştik. Kimi zaman yazarın “O enginarın ağızda tereyağı gibi eriyen tadında başka bir bekâret ve bu enginarın üstüne içilen suyun tadında genç bir vücudun tatlı serinliği duyulur” cümlesinden başlar, işi İstanbul’un unutulan kaynak sularının adlarını aklımızda kaldığı kadarıyla sıralamaya kadar uzatırdık. Kimi günler de Çamlıca tepesinden adaların görünümünü düşler, boğazda lüfer avına çıkan teknelerindeki maceralara dalar giderdik.
Onu Abdülhak Şinasi Bey’e benzetir de nedenini itiraf edemezdim. Arkadaşım da mayhoş meyve tadını sözcüklere dökmeyi becerse de saatler süren sohbetlerde önündeki tabaktaki dilimlenmiş yarım elmayı bitiremezdi. Kimi zamanlar gözü tabağa takılır, Özdemir İnce’den, “Elmanın hızını düşün sevgilim/seni beklememin hızını düşün.” dizelerini belli belirsiz mırıldanırdı.
Yemekle hiç arası yoktu. TRT Ankara radyosunda uzun yıllar program yaptı, önce dinleyicisiydim, sonra çalışma arkadaşı oldum. Programcılığa ara verdiği dönemde gazetecilikle yaşamını sürdürdü, Anadolu Ajansı’nda aynı yıllarda görev yaptık. En son yemek yediğine o zamanlar tanık oldum. Güzel Karadeniz Lokantası’nda nar gibi kızarmış hamsilerden birkaç çatal almıştı. O masanın kurulmasının üzerinden çok yıllar geçti.
Yemekle dostluğu olmayan bu arkadaşım, yapımcısı olduğu programda stüdyoda benim yemek sohbetlerimi yıllarca sabırla dinledi. Programına konuk olmamı o istemişti. Hem de ilk programda kuyu kebabının hangi ilin yemeği olduğunun tartışıldığı günlerde kebap kültürü üzerine konuşmuştum. Emekli olduğu günlere kadar programlarına katılmaya ara vermedim.
Emekliliğini izleyen dönemde radyodan aklımızda kalan ilginç anıları konuştuk güldük. Ben kim bilir kaç kez sakatat yemeklerini anlattığım gün dinlemekten nasıl kaçındığından söz ettim. Onun da unutamadıkları vardı. Bir programdan çıkarken teknik bölümde görevlilerden bazılarının etin yumuşak olması için ızgaraya nasıl hazırlanacağını sormaları üzerine sözü şarapla yapılan terbiyeye getirdiğim sırada, suratını buruşturup “O bize uymaz” diyen mangal sever arkadaşını anımsatır ve gülerdi.
Radyo 4’te her ilin türkülerinin içine serpiştirilmiş o yöreye özgü yemek tariflerinden örnekler verirken teknik nedenle programın dinleyiciye ulaşmadığını kapanış anonsunun ardından öğrenmiştik. İspanya’da bir gezideyken otobüsten yaptığım canlı yayında Yahya Kemal’in lezzet düşkünlüğünü antene çıkışından önce otobüs yolcuları dinlemiş, pek mutlu olmuşlardı.
Bütün programlarını titizlikle hazırlayan sakin dostum Cihat İleri’yi yakında kaybettik. Oğlu Şahin, kardeşleri Murat ve tiyatro sanatçısı Nihat İleri’ye sabırlar dilerim.
Vecdi Seviğ
18 Ekim 2022, Ankara