Cumhuriyet tarihinin en ölümlü doğal afetini yaşadık. Depremin büyüklüğü ve verdiği zarar, 1939 Erzincan depremini anımsattı. 27 Aralık 1939 tarihinde merkez üssü Erzincan olan, 7,8 büyüklüğündeki deprem 33 bine yakın can aldı. Cumhuriyet’in 16. kuruluş yıldönümü kutlamalarını ve İkinci Dünya savaşının başlamasını izleyen günlerde yaşanmıştı.
Günün ilk saatlerindeki deprem, zamanın en hızlı haberleşme yöntemi telgrafla başkente bildirildi. Sabah 09.00’da Ankara’ya ulaşan telgrafta, yer sarsıntısıyla beraber hükümet konağı, ordu müfettişliği, ordu evi, postane ve şehrin en sağlam binaları dâhil olmak üzere bütün ev ve dükkânların yıkıldığı, şehrin baştanbaşa enkaz yığını haline geldiği bilgileri veriliyordu. Kent merkezinin telgraf bağlantısı da kesildiği için, Valilik demiryollarının telgraf hattından yararlanıyordu.
Tüm gazeteler olayı bir gün sonra halka duyurdu. Ankara radyosu gelen telgraflarla edinilen bilgileri aktardı. İstanbul’da yayımlanan Tan gazetesi, 28 Aralık günü “Erzincan civarı korkunç bir zelzele felaketine uğradı” başlığıyla yayımlandı. Aynı gazetenin 2 Ocak günlü sayısının birinci sayfasında ise Nâzım Hikmet imzalı bir şiir vardı.
Bu şiir, 6 Şubat günü yaşadığımız felaketin ardından ünlü yazarların gazetelerdeki yazılarında ve sosyal medyada da anımsatıldı. Bu yazılarda imzaları bulunan iki ünlü yazar, sözleşmişler gibi aynı hatayı yapmışlardı. Yazarlardan biri, “Nâzım Hikmet Bursa Hapishane’sinden yazıyor ve ne diyor: Kesemden bir şey veremedim, yüreğimden verdim.” Diğer yazar, “Nâzım Hikmet’in Bursa cezaevindeyken ‘Kesemde verecek şeyim yok. Yüreğimden verdim’ notuyla sunduğu” şiir ifadesini kullanıyor.
Nâzım Hikmet’in uzun yıllarını Bursa cezaevinde geçirmesi ve deprem nedeniyle bu tür hatalar yapılması olağan. Hele bir de şiir şairin ölümünden sonra derlenen ve “Yatar Bursa Kalesi” adı verilen kitapta yer almışsa... Oysa, Kemal Sülker’in yıllar önce vurguladığı gibi “Nâzım Hikmet Bursa’ya 5 Aralık 1940’ta “Mevcutlu olarak” Çankırı’dan götürüldü. (Kemal Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, C. 6, s. 6.) Şiir o yılın ikinci günü yayımlanmıştı. Abidin Dino ise bir anlatımında, şiirin Çorum Cezaevi’nde yazıldığını anımsar (Şehmus Güzel, Abidin Dino, Birinci Kitap, s. 343), Çorum Cezaevi’nin ünlüsü Kemal Tahir’dir, Nâzım Hikmet’in yolu oralara düşmemiştir.
Şair, 12 Ağustos 1934’te altı aydan fazla yattığı Bursa Cezaevi’nden çıkmıştı. 1936 yılındaki bir buçuk aylık tutuklu kalışı dışında, 17 Ocak 1938’e kadar özgürdü. O gün gözaltına alındı, Ankara’ya götürülerek tutuklandı, askeri mahkemede 15 yıl ceza yedi. Bir başka dava için İstanbul’a gönderildi. Buradaki yaşamı, kısa süreli hastalık izni dışında, Erkin gemisi ve İstanbul Sultanahmet Tutukevi’nde sürdü. 16 Şubat 1940’ta yeni “konutu” Çankırı Cezaevi olacaktı.
18 Eylül 1939 günü Sultanahmet cezaevinde ziyarete, Bu Bir Rüyadır operetinin başrol oyuncusu Semiha (Berksoy) Hanım geldi, “İçerisi kalabalıkmış. Girmek istemedim” diye kısa bir not gönderdi, yanıt kısaydı: “Yumurta, yağ ve havyar aldım. Teşekkür ederim. Selam ve hasret. Nâzım.”
Sanatçı, sonraki günlerde de elleri dolu Sultanahmet’e gidiyor, Nâzım Hikmet’i göremese de getirdiklerini gönderiyor ve içeriden gelecek notu bekliyordu: “Resimleri ve tatlıyı aldım.”, “Çiçekleri ve üzümü aldım. Gözlerim ve dilim için bundan nefis ziyafet olamaz.”, “Tesbihe, çiçeğe, armuta, mecmuaya teşekkür.”
Semiha Hanım, Berlin’de Richard Strauss’un ‘Ariadne Auf Naxos’ operasında Ariadne rolünü oynayarak, Avrupa’da sahneye çıkan ilk Türk opera primadonnası olurken Sultanahmet cezaevindeki şairi unutmadı. “Sevgili kardeşim” diye hitap ettiği teyzesi Daime Hanım’a 28 Kasım’da yazdığı mektupta listelediklerinin cezaevine mümkünse götürülmesini, değilse postayla gönderilmesini istedi, listede neler yoktu ki:
“Şimdilik
1) Bir-iki kilo tereyağı, dayanıklı olabilmesi yani bozulmaması için tuzlu veya tuzsuz cinsinden olmak üzere iki çeşit alırsın.
2) Hacı Bekir’den en iyi cinsten (Baklava)
3) Portakal (yafa)
4) Evde kuru köfte yaparsınız (ricalarım!!)
5) Bir de peynirli börek, gayet iyi pişirmek şartıyla.
6) İyi cins küçük bir teneke bal, reçel, zeytin
….
Köfte ve börek çok olmasın, dayanmaz, bozulur. Mamafi orada aç çok, onlara verir.
7) Yeşil ve siyah zeytinden de birer cam şişe içinde yollarsan kuzum canım kardeşim, bir de en mühimi
8) Reçel unuttum, çilek veya erik.
Velhasıl masrafı 20 liraya kadar yap…
… Kimse duymasın. Onun adresini de dikkatli öğren!
Şimdilik seni hasretle öperim kardeşim, yiyecekleri hemen yolla. Köfteyi ve böreği haminnemle beraber pişirin ve büyük bir insaniyet yaptığınızı düşünürseniz bu işin ağırlığını hiç duymazsınız.
Haminnemi, seni çok çok öperim. Semiha.” (Nâzım Hikmet ve “Tosca”sı Semiha Berksoy, s. 41 – 43)
Berlin’den gönderilen listenin gereğinin yerine getirildiği yılın sonunda Erzincan depremi olunca, Nâzım Hikmet, bir Erzincan türküsünden esinlenen “Kara Haber” şiirini yazarak Tan gazetesine iletti. Gazetenin 2 Ocak tarihli birinci sayfasında işte bu şiir vardı:
KARA HABER
Erzincan'da bir kuş var
kanadında gümüş yok.
Gitti yârim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy, dağlar, dağlar, dağlar...
Aldı ellerine kanlı başını
karın ortasında Erzincan ağlar...
O ağlamasın da kimler ağlasın...
Kar yağar lapa lapa
tipidir gelir geçer...
Yan yana sırtüstü yatan ölüler
akşam olur tandıramaz
ateşini yandıramaz...
Gün ağarır, şafak söker
kimsecikler gitmez suya.
Ezilmiş başlarıyla ölüler
vardılar uyanılmaz uykuya.
Ses edip geceye beyaz taşından
kışlanın saati çaldı ikiyi.
Ne çabuk, lahzada bitti yaşamak.
Kimisi altı aylık,
kiminin sakalı ak,
kimi on üç, on dört yaşında;
kimi yola gidecek,
kimisi mektup bekler
yan yana sırtüstü yatan ölüler...
Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
ak peynir torbaya koyulamadı,
hasret gitti ölüler
dünyaya doyulamadı...
Uyanıp kaçamadılar,
kuş olup uçamadılar,
açıldı kuyular kimse inemez.
Erzincan beygiri rahvandır amma
ölüler ata binemez
yan yana sırtüstü yatan ölüler...
Şiirin bütünleyici cümlesi altta sonundaydı:
“Kesemde verecek şeyim yok. Yüreğimden verdim.
N. H.”
Şair için günün birinde “Sen komünist şair Mayakovski'nin mukallidisin! O, komünist rejiminin Rusya'ya nakşından sonra ‘bu beni tatmin etmiyor ve ben, artık buna inanmıyorum!" deyip kafasına bir kurşun sıkarak intihar etti. Ya sen niçin ustanı sonuna kadar takip etmiyorsun?” diyebilen (Kısakürek, Babıâli, s. 93.) Necip Fazıl Kısakürek, 3 Ocak 1940 tarihli Son Telgraf gazetesinin birinci sayfasında “Bir Şiir Münasebetiyle” başlığı altında şu değerlendirmeyi yapacaktı:
“Nâzım Hikmet’in bu şiirini ben sevdim ve beğendim. Her şeye rağmen bu şairin, içinde taşıdığı inkar götürmez şiiriyet nefesi ve hassasiyet mayası, çok şahsi bir eda içinde, kendisine yeni ve güzel bir tecelli zemini bulmuş. ...Orada Nâzım Hikmet, zihin haletiyle yok da, yalnız ruh haletiyle var. Öyle bir ruh haleti ki, şehirli zarafetiyle giyilen köylü elbiseleri halinde...”
Nedim Gürsel, yıllar sonra Dünya Şairi Nâzım Hikmet kitabında (s. 144-145), bu şiiri değerlendirirken şöyle yazacaktır:
“Şair Anadolu halkının özlemlerinin, doğal ve toplumsal yıkımlardan gelen acılarının çoğunlukla türkülerde ifade edildiğini bildiğinden, dizelerinde ya doğrudan ya da dolaylı olarak türkü sözlerine yer vermişti.”
Gürsel, başlangıçtaki “Erzincan’da bir kuş var/Kanadında gümüş yok,/Gitti yârim gelmedi/gayri bunda bir iş yok.” dizelerindeki “yok” sözcüklerinin, esin kaynağı türküdeki var sözcüğünün karşıtı olarak kullandığını anımsatıyor. Sonra da şairin “Halkın duyarlılığıyla halka seslenmek istediğini ve Erzincan depreminde yaşamlarını yitirenlerin acılarını paylaştığını” vurguluyor.
Şiirin yayımlandığı gün tüm gazetelerin birinci sayfalarında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün bölgedeki incelemesinden sonra yaptığı açıklama yer alıyordu:
“Bugünlerin en az sarsıntı ile biteceğine ve her zorluktan milletimizin yeni bir kudretle çıkacağına imanımız vardır.”
Erzincan dışında, Sivas, Amasya, Tokat, Samsun, Ordu, Giresun, Gümüşhane, Yozgat ve Tunceli’de de yıkım vardı, ölenler olmuştu. Yaraların hep birlikte sarılması için yapılan yardımların, sanatçıların düzenlediği konserlerin, sinemaların gişe hasılatlarının, düzenlenen futbol turnuvalarının gelirlerinin tümü deprem bölgesine yönlendirildi.
Depremlerde aramızdan ayrılanlara ve doğumunun 120. yılında Nâzım Hikmet’e saygıyla...
VECDİ SEVİĞ
23 Şubat 2023