Ankara’ya gelişinin üzerinden 85 yıl geçen Siyasal Bilgiler Fakültesi, Mülkiye 1859 yılında İstanbul’da kurulmuş, 85 yıl önce,1936 yılının kasım ayında da Ankara’ya taşınmıştı. Eğitimine başkentteki okul binasında başlayan bir öğrenci o günleri şu anısıyla yeni kuşaklara aktaracaktı:
“Mülkiyeye kemanımı da götürmüştüm. Okulda keman, gitar çalan arkadaşlar da vardı. Bunlardan Davut Giresunlu, bir gün bana Cebeci’deki konservatuara keman dersi almaya gitmemizi teklif etti. Birlikte konservatuar müdürünü ziyaret ettik. Müdürün bizim gibi yüksek tahsil yapan gençlere ders vermekten memnun olacaklarını bildirmeleri üzerine durumu kendi müdürümüze arz ettik. Müdürümüz dersleri aksatmamak şartıyla isteğimizi kabul etti. Bize çalışmalarımızı daha rahat yapabilmemiz için bir oda tahsis emri verdi, okul idaresinin yardımcı olmasını sağladı.”
Bu anısını aktaran Vefik Kitapçıgil, 1940 yılında okuldan mezun olduktan sonra birçok ilçede kaymakamlık yaptı, vali oldu.
Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Ankara yeni devletin kimlik ve ilkelerine uygun gelişim atağına girmişti. Mustafa Kemal bu atağın her aşamasında yol göstericiydi. Atatürk’ün İzmir’de 14 Ekim 1925’te “Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir” dediği günlerde Ankara’da Musiki Muallim Mektebi kiralık binalarda ikinci eğitim yılına giriyordu. Mimar Ernst A. Egli’ye bu okul için bina yapımı görevi 1927 yılında verildi. Atatürk yapım işleriyle yakından ilgilendi.
Mimar Egli o günlerden, “Kemal Paşa tarafından çok titiz ve ayrıntılı bir denetime tabi tutuldum” diye söz edecek ve ekleyecekti:
“Tuvaletleri hariç her şeyden memnun kaldı. Tuvaletleri Avrupa tarzında yapmıştım. Bu konuda Avrupalı anlayışla Türk şark anlayışı arasındaki fark dikkatimi çekti ve temizlenmek için kağıt değil su ve tuvalete bir de bide istedi.”
Mustafa Kemal’in hedefi başkentin eğitim alanında öne geçmesiydi. 1930 yılının sonlarında gittiği İstanbul’da okullara ziyaretlerde bulundu, hemen ardından Harbiye’nin Ankara’ya taşınması talimatını verdi ve binanın yapım projesi hazırlandı. Atatürk, Mülkiye Mektebi’ne de gitmiş, okul müdüründen bilgi almıştı.
Harbiye Okulu binası yapımının sonuna gelindiği günlerde Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen, Musiki Muallim Mektebi bina yapım sınavından başarıyla geçmiş mimar Ernest A. Egli’ye “Mülkiye için bir bina projesini süratle uygulamaya koyması görevini” verdi. Böylece genç cumhuriyetin Harbiye ve Mülkiye mektepleri aynı yıl, 1936’da Ankara’da eğitime başlama olanağı buldular.
Ankara’ya taşınma sırasında adı da yasayla Siyasal Bilgiler Okulu olarak değiştirilen Mülkiye’nin yöneticileri kamuya nitelikli eleman yetiştirirken, öğrencilerin çağdaş yaşamın tüm özelliklerini uyum sağlayacak yetenekte olması için de çaba harcıyordu. Okul öğrencileri, kültürel değişim sürecine cumhuriyet öncesinden hazırlanmışlardı. II. İnönü zaferi haberi duyulduğunda okulda düzenlenen müsamerede Bach, Beethoven, Schumann, Haydn’dan eserleri, Tatyos Efendi, Zeki Mehmet Ağa, Aziz Dede, Tamburi Cemil Bey’in besteleriyle birlikte icra etmişlerdi.
Şimdi bu okulun yeni öğrencileri başkentte idiler. Mülkiye öğrencilerinden Cahit Kayra’nın, “Ankara Musiki Muallim Mektebi’ndeki konserler bizim hafta sonu olaylarımızın belki de en önemlisi” diye yazacağı günler başlamıştı.
Aynı yılların öğrencilerinden Reşit Mazhar Ertüzün, okul arkadaşı Cihat Mutver’in klasik gitar çalmasına hayran kalmış, arkadaşı dersteyken müzik odasında onun gitarıyla çalışmaya başlamıştı. Ertüzün, ilerleyen yıllarda kaymakam olacaktı.
1937 yılında okula giren Selahattin Tuncer anıları aktardığı kitabında, “Konservatuarın devamlı müşteri ve müdavimi Siyasal Bilgiler Okulu’nun öğrencileri idi” dedikten sonra şu ayrıntıyı ekleyecekti:
“Riyaseti Cumhur Senfoni Orkestrası’nın her hafta cumartesi günleri konser programları oluyordu. Bu konserlerin en sadık ve seçkin dinleyicisi İsmet İnönü idi. Onun ön sırada bir yeri vardı. Biz de çok düşük bir giriş ücreti alındığı için devamlı konserlere giderdik. Bu işlerden anlayanlar, İstanbullu ve İzmirli varlıklı ailelerin müzik eğitimi almış çocuklarıydı. Ben de onlara uyarak, yarı anlar yarı anlamaz bir biçimde, konserlere gitmeye başladım. …Bu programlara bütün eğitim hayatım boyunca muntazaman devam ettim ve 1937-41 yıllarına ait konser programlarını da arşivimde sakladım.”
Konser programları arşivinin sahibi Tuncer, Maliye Bakanlığı’nda hesap uzmanı, ardından öğretim üyesi olacak ve binlerce öğrenci yetiştirecekti.
1943 yılında Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu’nda başladığı bürokratik yaşamında uzun yıllar devlete hizmet edecek olan bir başka Mülkiyeli Selâhattin Özmen, okulundaki müzik ortamını arkadaşlarının adlarını da sıralayarak aktarıyordu:
“Konferans salonumuzda ayda birkaç kez, marifetli arkadaşlarımız konser veriyordu. Sınıfımızda, Faruk (Aker), Ziya (Eralp) ve Turan (Tuluy) arkadaşlarımız iyi derecede keman çalıyordu.1960’lı yıllarda İstanbul Sanayi Odası Başkanı olan Ertuğrul Soysal akordeon çalıyordu.”
Kadro böylesine geniş olunca, bir de orkestra oluşturulmuştu. Bu orkestranın öyküsü de Devlet Planlama Teşkilatı’nın ilk genel sekreterlerinden Yusuf Ziya Eralp’in anılarını süslüyor:
“Biz ikinci sınıfta iken, İstanbul Üniversitesi'nden bir heyet Mektebimizde misafir bulunuyordu. Misafirlerimizin gitmesine yakın Müdür, jimnastik salonunda bir çay verdi... Bu toplantıda Mektep Orkestrası da yer almış, muhtelif parçalar çalarak, her toplantıda hissedilen sıkıcı havayı dağıtmaya gayret ediyordu.”
Orkestraya akordeonu ile katılan Ertuğrul Soysal’ın bu merakı ortaokul yıllarında başlamıştı. Bir başka planlamacı, öğretim üyesi Güngör Uras, Soysal’ın ölümünden sonra yayımlanan bir yazısında şöyle diyordu:
“Ertuğrul Soysal tangoya âşıktı. … Ortaokulda iken babasının hediye ettiği akordeon ile tango çalmaya başlamış. Ankara'da Mülkiye'de okurken konservatuvara da devam edip nota öğrenmiş. Bir tango orkestrası kurarak Ankara Radyosu'nda yayıma başlamış. Mülkiye'yi bitirip, İstanbul’a gelmiş. Gündüzleri sanayide çalışırken akşamları Kervansaray‘da Orhan Afşar Tango Orkestrası’nda Bandoneon çalarmış. … Soysal uzun yıllar İstanbul Radyosu'nda da Orhan Afşar Orkestrası ile tango çalmayı sürdürmüş. Ölümünden önce Arjantin'e gitti. Ünlü tangocularla tanıştı. Onlarla müzik yaptı.”
Okulun mezunlarının önemli bölümünün sanata ve müziğe ilgileri çoğunlukla hobi niteliğindeydi. Kimi zaman da bu işi yaşamları boyunca ana uğraşlarının merkezine oturtanlar da bulunuyordu. 1944 yılında okulu tamamlayan İhsan Akay, sanata erken yaşlarda başlayan ilgisini anlatırken, Ankara’daki Mülkiye yıllarının da müzik yönünden “boş geçmediğini” belirterek şunları yazmıştı:
“Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Cebeci’deki Konservatuar’da cumartesileri halka açık konserler verdiği gibi, Radyo Senfoni Orkestrası adı altında Radyoevi’nde de yayın yapardı. Kaçırmazdım Cebeci’deki konserleri. Müdür Vedat Nedim Tör’den sağladığım giriş kartıyla radyo yayınlarını da sık sık canlı olarak dinlerdik. Her iki orkestranın başında da göçmen Ernst Praetorius vardı. Yardımcısı Hasan Ferit Alnar’dı. … Cebeci’deki Konservatuar salonunda mevsim boyu geçerli davet kartı ile parasız dinlenilen konserlerin yanı sıra yine parasız oda müziği konserleri ve resitaller de veriliyordu.”
Akay, okuldan mezun olduktan sonra Varlık Dergisi’nde yazdı, Dışişleri Bakanlığı mensubu olarak yaşam boyu sanat dolu bir ömür sürdü.
Büyükelçi olarak Türkiye’yi görev yaptığı ülkelerde temsil edecek olan Turgut Tülümen de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserlerini hiç kaçırmadığını belirtmeyi unutmuyor ve öğrencilik yıllarını anlatırken şunları söylüyor:
“Çok sesli müziğe öyle alıştık ki, büyük ün kazanan soprano, tenor ve baritonlarımız ile bale sanatçılarımızın pek çoğunu, daha ilk sahne deneyimlerinde, tanıyıp alkışladık. Türk tiyatrosunun gelişmesine Büyük ve Küçük Tiyatroda sahnelenen temsilleri izleyerek tanıklık ettik.”
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 1950’li yıllarda yatılı okuyan öğrencilerinin bir bölümü, “Okulun yatakhane kısmının gerisinde öğrencilerin şahsi eşyalarının bulunduğu” dolapların yer aldığı “en güzel şiirlerin okunduğu, en orijinal espri ve olayların” anlatıldığı koridorlar “tatlı bir keman sesiyle çınlar” diye anlatırlar. Bu tatlı keman sesinin sahibi Ayhan Erman adlı öğrenciydi. Müzik yazarı Ahmet Say’ın anlatımıyla, Erman “uzun yıllar Anadolu’da kaymakam olarak çalıştı, bu değişik ortamlar onu ‘müzikçi’ kişiliğinden alıkoyamadı.”
1952 mezunu Şevket Doğan kemanı ile koridorlarda çalan okul arkadaşlarından söz ederken, “Ayhan Erman, bizleri Cumhurbaşkanlığı Filarmoni konserlerine ve Saraçoğlu Mahallesindeki eski Milli Kütüphanede İlhan Mimaroğlu’nun modern müzikle ilgili uygulamalı konuşmalarına götürür; bu konuda öğrenci arkadaşlarına biletler verir, imkânlar yaratır ve teşvik ederdi” diye yazar.
Ayhan Erman, 1961 yılında kazandığı sınavla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na keman sanatçısı olarak girecek, “Çok Sesli Musiki, çok çok dinlemekle anlaşılabilir. Bu imkânlar yurdumuzda geliştirilmedikçe çok sesli müzik özentiden ileri gidemez” değerlendirmesinde bulunacaktı.
Ayhan Erman, sadece kemanı ile CSO’da görev yapmakla kalmamış, TRT’de bin 500’ü aşkın müzik programına da imza atmıştı. TRT Radyo-3’te çeyrek yüzyılı aşan süredir çok sesli müzik programı hazırlayan Ahmet Makal, Erman’ın 28 Şubat 1999’daki ölümünün ardından yazdığı yazıda, “iki kuşaktan onbinlerce kişiye klasik müzik dünyasının büyüsünü sundu” diye söz edecekti.
Ayhan Erman’ın bir grup arkadaşını “Saraçoğlu Mahallesindeki eski Milli Kütüphanede İlhan Mimaroğlu’nun modern müzikle ilgili uygulamalı konuşmalarına” götürmesi Mülkiye’de ilerleyen yıllarda ortaya çıkacak bir başka oluşumun da habercisiydi. Ankara’da ilk kez üst üste üç yıl süren müzik festivali fikri de Mimaroğlu’nun dinleti ve sohbetlerinin devamlı katılımcısı öğrenci grubunca kurulan dernek tarafından düzenlenecekti.
Vecdi Seviğ
17 Kasım 2021, Ankara