Hababam Sınıfı filminin çekilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 1974 yılında tamamlanan film izleyen yıl sinemalarda gösterilmeye başlandı. Çok sevildi, tutuldu, artçıları geldi. Film sinemalarda gösterilirken ünlü okulun müdür yardımcısı, tarih öğretmeni Münir Özkul da yaşamının yarım yüzyıllık bölümünü geride bırakıyordu.
Münir Özkul’un canlandırdığı Kel Mahmut karakteri filmin senaryosuna esas olan romanın yazarı Rıfat Ilgaz’ın Kastamonu Muallim Mektebi'ndeki öğretmeni Nihat Dicle’den başkası değildi. Öğretmen, yazar Mehmet Saydur, Dicle ile Ilgaz’ı günümüzden tam 40 yıl önce 11 Mart 1984 günü Kastamonu’da bir araya getirdi ve bu karşılaşmayı Rıfat Ilgaz’lı Yıllar kitabında yayımladı. 1899 doğumlu Nihat öğretmen, kendisi gibi öğretmen olan 1911 doğumlu Ilgaz ile 54 yıl sonra ilk kez görüştüler.
Nihat Dicle, filmdeki Kel Mahmut karakterinin esin kaynaklarından biri olduğunu biliyordu, ama Münir Özkul ile fiziki benzerliği olmadığının da farkındaydı. Romanın yazarı, davranışları, öğrencileriyle ilişkileri açısından Nihat öğretmeni, fiziki görünüm yönünden de 19 Ağustos 2020’de aramızdan ayrılan gazeteci Varlık Özmenek’in babası öğretmen Hamit Bey’le birleştirmiş Kel Mahmut’u meşhur etmişti. Tipleme açısından Hamit Bey’in örnek alınmasında gazeteci Mustafa Ekmekçi etkin rol oynamıştı. Hamit öğretmen eğitim çevrelerinde tanınmış bir kişiydi, yazın dünyasında da dönemin ünlü araştırmacı ve eleştirmenlerinden Muzaffer Uyguner’in Kandıra Merkez İlkokulu’nda öğretmeni olmuş, öneri ve özendirmeleriyle ona üniversitede okumanın yolunu açmıştı.
Uyguner’den 12 yaş büyük olan Rıfat Ilgaz, Kastamonu Muallim Mektebi'ni tamamlamasının ardından öğretmen oldu, Gazi Eğitim Enstitüsü’nü 1938’de bitirdi. İzleyen yıl Adapazarı Orta Okulunda Türkçe öğretmenliğine başladığında yakalandığı hastalık nedeniyle İstanbul Yakacık’taki sanatoryumun beş numaralı koğuşunda tedavi görmeye başladı. Bu koğuş, hastalığın en ileri evresinde olanlara ayrılmıştı. Yazar Sarı Yazma romanında, koğuşa “Önce bu beş numaradan çıkacağım. Sonra da bu sanatoryumdan!” diye girdiğini yazdı. Öyle de yaptı, dört ay sonra mesleğine dönme fırsatı buldu.
Geçici konukları arasında, Mahmut Yesari’nin, besteci Muhlis Sabahattin beyin kızı Ayşe operetinin baş oyuncularından Melek Kobra’nın, Abidin Dino’nun Kemal Tahir’in Nâzım Hikmet’in de bulunduğu sanatoryumuyla ünlenen Yakacık, son yıllarda hızla büyüyen bir semt. Kartal’a bağlı bu semtte yaşamına başlayan İhsan Köse, Anılarda Kalan Bir Köy: Yakacık kitabında yörenin gelişme öyküsünü tüm ayrıntılarıyla anlatıyor.
Değerli okul arkadaşım Ali Birinci’nin armağan ettiği Yakacık kitabını bir solukta okudum. Nasıl okumam ki, İstanbul Bostancı’da sıcağın bunalttığı, lodosun sahili sert dalgalarla kapladığı günlerde ailecek17 numaralı otobüsle Yakacık’ın serinliğine gider, Ayazma civarında kağıt kebabının lezzetine varırdık. Bu kağıt kebabının Aziz Usta tarafından yapıldığını yıllar sonra İhsan Köse’nin 2024 baskısı Yakacık kitabından okuyacağım hiç aklıma gelmezdi.
Emekli Büyükelçi Semih Günver’in Ankara İlkiz sokağındaki Güzel Karadeniz lokantasında yıllar önce yediği ve Milliyet gazetesindeki köşesinde övdüğü, benim de damağımda iz bırakan kağıt kebabı ile Aziz Usta’nın kebabını karşılaştırmam, aradan geçen zaman nedeniyle olanaksız. Yine de her iki kebabın birincilik için yarışacağı lezzetin benzerine bugüne kadar rastlamadığımı söyleyebilirim.
Ama itiraf etmeliyim ki, Yakacık’taki kağıt kebabı ziyafetlerinden ayrılırken adını bunca yıl sonra okuduğum kitaptan öğrendiğim benim belleğimde “Helvacı Amca” diye yer tutan Azem Ağa’nın koz, susam ve kağıt helvalarının tadına bir daha varamadım. Bunun nedeni kebap ile helva lezzetini pekiştiren Ahmet Rasim’in bir yazısında “Bu ne Göztepe, ne Karakulak / Ne Kayışdağı, ne de Taşdelen / Yenidir benim gibi ismi de, / Yakacık suyu, Yakacık suyu” diye anımsattığı satıcı manisindeki su olmalı.
Yazar Refii Cevat Ulunay da yediği kağıt kebabının ardından yöre suyundan demlenen çayları içip Yakacık’ın keyfini çıkaranlardandı. Ulunay’ın yöreye merakının bir nedeni de avcılık tutkusuydu. Gazete arşivlerinde kalan şu satırlar onun av merakının niteliği hakkında fikir vermeye yeter:
“Kaç defa Yakacık dağlarına keklik çiftleri bıraktık. Üremelerine vakit kalmadı. Uçmayan palazları bile vurdular. Bunlar avcı değildir. Bunlara Garp’ta (Brakoniye=Av Hırsızları) denilir ve kanun dışı adamlardır.”
Yakacık semtinin geçmişini yeni kuşaklara tanıtan 1949 doğumlu yazar İhsan Köse, babası bölgenin tanınmış minibüsçüsü Emin Beyin avcılık merakının Ulunay ile dostluklarının ilk adımı olduğunu yazar. Köse, mali olanaksızlıklar nedeniyle tamamlanması geciken Çanakkale Şehitleri Anıtı için Milliyet gazetesinin açtığı kampanyaya babasının gayretleriyle toplanan paranın Ulunay’a ulaştırılmasına tanıklığını da kitabında okurlarına aktarır.
Geçmişin Yakacık görüntülerini günümüzde anımsayanların sayısı hızla azalıyor. Genç yaşta ressam Şeker Ahmet Paşa’nın yanında hünkâr yaverliği görevinde bulunan Hüseyin Zekai Paşa’nın 1908 tarihli Yakacık tablosundaki görüntü çok gerilerde kaldı. Şevket Süreyya’nın Suyu Arayan Adam’da dediği gibi artık “İstanbul’da, daha birkaç gün önce bulunduğumuz Yakacık'ın, Maltepe'nin, Soğanlı köyünün göğe varan çınarlarının gölgesinde, oluklarından dereler gibi sular taşan çeşmeleri hayalinizde canlanır.”
Yazarın “İrice bir misket büyüklüğünde, kokusu son derece güzel, rengi pembemsi, tadı ise inanılmaz” diye anlattığı Yakacık dolaylarının Osmanlı çileğini evimize götürüp reçel yaptığımız günler de çoktan geride kaldı. Çavuş üzümü ile adını “üzerindeki ince beyaz çatlaklarından” alan “yazılı kavak incirinin” masamızın ortasındaki meyve tabağına bütün ihtişamıyla kurulduğu Bostancı’daki liseyi bitirdiğim günlerde oturduğumuz küçük evimiz yerini göğe yükselen koca binaya terk edeli yarım yüzyıl oldu.
Yazar Köse kitabının sonunda, Yahya Kemal’in “Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan / Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan” dizeleriyle başladığı cümlesini “...geçip giderek, aramızdan sessizce ayrılan, Yakacık’ın bütün güzel insanlarına, bütün güzel varlıklarına, bütün güzel yaşanmışlıklarına ELVEDA” diye tamamlıyordu.
Kitabı kapatınca aynı yıllarda Pendik Lisesi’nde okuduğunu tahmin ettiğim yazara telefonla ulaştığımda Rıfat Ilgaz ile Nihat Dicle’nin karşılaşmalarına benzeyen bir an beni bekliyordu. Köse, lise yıllarında oturduğumuz Bostancı’daki evimize yaklaşık 55 - 60 yıl önce Yakacıklı merhum sınıf arkadaşım Zekai ile birkaç kez geldiğini anımsattı. Bana “MERHABA İhsan” demek düşüyordu.
VECDİ SEVİĞ
5 Haziran 2024, Ankara