Abdurrahman Adil Eren günümüzden seksen yıl önce yaşama veda etti. Adını anımsayan çok az kişi vardır. Eren, döneminin önemli hukukçularından, yazar ve yayıncılarından. Gazetecilik tarihine de aktardığı anılarla katkıda bulunmuş bir yazar. Yazıları uzun yıllar tozlu sayfalarda kaldı. Şimdi bazı yazılara elektronik ortamda da ulaşılabiliyor, ayrıca hakkında İnönü Üniversitesi’nden Dr. Bahattin Çatma’nın yakın zamanda yayımlanmış makalesi bulunuyor.
Abdurrahman Adil Bey, damak zevkine düşkün yazın tarihimizde iz bırakmış Ahmet Mithat Efendi’den söz ederken, “Sandalyesinin yanı başında ve yerde bulundurduğu iri toprak testiden yoruldukça bir bardak boza doldurur içerdi” diye eklemeyi unutmaz.
Yazıda, Ahmet Mithat Efendi’nin içtiği bozanın ekşilik derecesi hakkında her hangi bir bilgi yok. Malum boza biraz fazla fermente olunca ekşir. Ekşimeyle birlikte düşük oranlı da olsa alkol içermeye başlar. Ekşisi belirgin hale gelen tür geçmişte “mırmırık” ya da “Tatar bozası” diye anılırmış. Kimsenin kulağına gitmesin ama Kanuni Sultan Süleyman’ın şeyhülislamı Ebusuûd Efendi’nin verdiği fetvalarla mırmırık içenleri falakaya yatırttığı, II. Selim’in fermanıyla İstanbul’da Tatar bozası imal edilen ve satılan yerlerin kapattırıldığı da bilinir.
“Meyhaneciye şahidin kim diye sormuşlar, bozacıyı göstermiş” deyişi de ekşi bozanın satışının yasaklandığı, bunların içildiği bozahanelerin meyhane gibi görüldüğü bu dönemlerde türetilmiş olmalı.
İbni Battûta Seyahatnâmesi’nde Sultan Uzbek’in sofrasında kendisine “dühn (darı) suyu” ikram edildiğini anlatır ve suyu tattığında ekşilik hissettiği için hemen bırakır, ikram ettikleri bu içeceğe “bûza” [boza] dendiğini de okuruna bildirir.
Gezginlerin, yazarların bozaya ilgilerine örnekler çoktur.
Refik Halit Karay, bu içeceğe ilgisini, “Türkün bozasında, bozayı ifade eden bir ağız dolduruculuk, koyuluk, tokluk, aynı zamanda son iki harfi sayesinde bir yumuşaklık, hatta yarı mayhoşluk vardır” diye özetleyenlerdendir.
Orhan Pamuk, “Hiç içmemiş olana bozayı nasıl anlatmalı?” sorusunu yanıtlarken İbni Battûta’nın bıraktığı yerden yola çıkar:
“Darı ezilerek ve mayalandırılarak yapılan, rengi saframsı, kıvamı koyu, hafifçe alkollü bir içkidir. Kışları akşam yemeğinden sonra üzerine tarçın serpilip içilir, yanında kavrulmuş leblebi yenir.”
Evliya Çelebi, şarabın katresisin haram olduğunu anımsatır, ardından bozanın sarhoşluk vereninden uzak durmayı tavsiye eder, kendisin bu konuda nasıl özenli davrandığını anlatır.
Selim İleri, 21. yüzyılın başında “Bugün hangimiz ‘Boza çıkmış, artık kış geliyor’ diyoruz” sözleriyle geçmişe özlemini aktarır. İleri’den sözü Çetin Altan alır, “Gerçek şu ki, artık boza da, bozacılar da kış gecelerinin dışına süpürülmekte; tıpkı yine vaktiyle evlere telgraf getiren postacılar gibi…” benzetmesini yapar. Artun Ünsal, İstanbul’un Lezzet Tarihi’nde “Bozacı geçse de boza alsak heyecanı bile, tarihe karıştı…” diye yakınır.
Tarihe karışan sadece boza ve bozacılar mı?
Meraklısının hızla azaldığı bozanın çevresinde oluşan kültür yumağında “Ekşi de var tatlı da var/ İsterseniz tarçın da var/ Bozayı ah bir içince/ Size verir güzel neşe” dizeleriyle dinleyenleri coşturan kantocu da unutulanlar listesinde yerini çoktan aldı.
15 Mart 1955’te hayata gözlerini yuman Şamran Hanım’ı anımsayan kaldı mı? Oysa sanatçı kantosunun sözlerinin arasına adını da sıkıştırmayı unutmamıştı: “Alınız da bir bakınız/ Hile var mıdır içinde./ Bozacı Şamrandır nâmım/ Boza yapmaktır mûtâdım.”
Usta komedyen Naşit Efendi’den önce sahneye çıkıp seyirciyi coşturan Şamram Kelleciyan, 1890’larda İstanbul’da Ramazan eğlencelerinin aranan sanatçıları arasına katıldığı günler öncesinde, “Bozacı Hacı Zeynel” de İstanbul sokaklarında ev yapımı bozasını satarken bir manzume okur: “Mırmırıktır bozam bilin / Ona göre gelin alın / Aldırmazsam baka kalın / Sübye gibi koyu bozam.” Şamran Hanım şarkısının sözleri bu manzumeden uyarlama izlenimi verir.
Bir başka Osmanlı vatandaşı Abdülaziz Bey 1900’lü yılların başında hazırlandığı tahmin edilen Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri kitabında, Bozacı Hacı Zeynel’in “evvelce” İstanbul’da yaşadığından söz ederek bir pazarlama yöntemi olarak okuduğu manzumenin tümünü kitabına aktarır. Oradaki “Bozam ilik/ Testim delik/ Dört okkası/ bir ikilik” dizeleri de Ahmet Mithat Efendi’nin sandalyesinin yanındaki “toprak iri testiyi” çağrıştıracak niteliktedir. Manzumenin devamındaki “Bozam sarı/Mayası darı/Pek seviyor kocakarı” dizeleri ise yazarın Karı Koca Masalı’ndaki ninenin bozayla şu yakınlaşmasını anımsatmaya yeter:
“Lakin bozayı pek sever. Fakat şimdiki zamanın bardaklarından ve kaselerinden pek büyük bir şikayeti vardır. Çünkü ağzına göre hiç bardak bulamaz. Hangi bardak veya kase ile boza içse, burnu bozaya girmese bile boza mutlaka burnuna girer.”
Ahmet Mithat Efendi’nin 1890 tarihli Müşahedat romanında kapının önünden ayrılmayan satıcının birbirini izleyen “Ha boza”. “Mırmırık boza”, “Kaymak gibi boza” naraları da manzumenin “Mırmırıktır bozam bilin” ya da “Bozam benim süt beyazdır/ Bunun gibi boza azdır” dizelerinin izdüşümü değil midir?
VECDİ SEVİĞ
15 Mart 2022, Ankara