Cemal Süreya, “Hayatın güncelliğidir, hayatın gazetesidir şiir” der. Onun birçok dizesinde bu görüşünün yansımalarını görürüz. Yaşamının son dönemecinde, 11 Kasım 1989’da Yeni Yaprak dergisinde şöyle yazar:
Bu hükümet
Pir Sultan'a pasaport vermiyor,
Onu anladık.
Yunus Emre'ye de
Basın kartı vermiyor,
Onu da anladık.
Ama bu hükümet
Ferman çıkarmış
Karacaoğlan'ı
Otobüse bindirtmiyor.
“Hayatın güncelliğidir, hayatın gazetesidir şiir” fikrine kanıt gösterilecek bir başka dizesi günümüzde yazım dönemindekinden çok farklı çağrışımlar da ifade edecek güçtedir.
Şair, “Patatesin ağaçtan mı koparıldığını tartışacak kadar naiftirler” hicvini “Hakçası bilmedikleri yoktur, bütün balık adlarını bilirler bir kere” dizesiyle pekiştirdiği, “Onlar İçin Minibüs Şarkısı” şiirini 1970’li yılların başında yayımlamıştı. O tarihlerde Türkiye enflasyon sarmalının içine yuvarlanmaya başlamıştı. 1973’te yıllık fiyat artışı yüzde 20’lere dayandığında şair Maliye Bakanlığı’nda ekonomik araştırmalar yapılan, bakanın danışma birimi Tetkik Kurulu’nun üyesi idi, bir dönem başkanlığına da vekalet etmişti. O zamanlar bakanlığın çıkarttığı ve bütçe ile TBMM’ye sunduğu yıllık ekonomik rapor da bu birim tarafından hazırlanırdı.
20. yüzyılın başında birbirini izleyen savaşlarla yoksullaşan Türkiye’nin açlıkla mücadelede üretimini teşvik ettiği patates o yıllarda bu günkü fiyatıyla kıyaslanmayacak derecede ucuza temin ediliyordu, kimsenin aklına da nasıl yetiştirildiğini düşünmek gelmiyordu.
Umberto Eco’nun patatese, “İnsanlığın orta çağdan kurtuluşunu sağlayan en önemli buluşlarından” payesi vermesi tüm dünyada da bol ve ucuz olmasındandı. Rıfat Ilgaz’ın Apartıman Çocukları romanında dört çocuklu Saymaner ailesinin baş yemeğinin haşlanmış tuzlu patates olduğu dönemler artık geride kaldı.
Patatesin Latin Amerika’dan yola çıkıp Avrupa mutfaklarına giriş pasaportunu alması uzun yıllara yayılmıştı. Paris Tıp Fakültesi, “yenilebilir” raporunu 1772 yılında verdi, Hristiyan din adamları ekim alanlarının yayılmasına karşı çıktılar. Kısa sürede ünlendi, ama itibar kazanması için yıllar geçti.
İrlanda, patatesi en yaygın ve çabuk benimseyen ülke oldu. Ancak 1840’larda patates zararlısının adada hızla üremesi halkı açlığa mahkum etti ve göçe zorladı. Osmanlı İmparatorluğunun o yıllarda bu ülkeye yaptığı yardım hala anımsanır. İrlanda’da 1995 – 1998 yılları arasında Türkiye’yi temsil etmiş olan Büyükelçi Murat Ersavcı, bu tarihi olayı şöyle anlatacaktır:
“Abdülmecit, söz konusu felaketi, aslen İrlandalı olan Joseph isimli şahsi doktorundan öğrendiğinde dönemin İngiltere Kraliçesi Victoria’dan, İrlanda halkına nakdi yardımda bulunmasına izin vermesini talep etmiştir. Ancak Kraliçe Victoria, muhtaç İrlanda halkına daha önce yalnızca 2.000 sterlin göndermekle yetindiği için Sultan’dan nakdi yardım miktarını 1.000 sterline düşürmesini ister. Bunun üzerine Sultan, 1847 yılında Kraliçe Victoria’dan gizli olarak erzak yüklü üç gemiyi Dublin’in kuzeyinde fazla kontrol olmayan “Droheda” limanına gönderir. İrlandalılar bu jesti yıllarla unutmazlar ve Türkiye’ye belli bir sempati duyarlar. Hatta kentin sembolüne “ay-yıldız” ekleyerek bu tarihi olayı belleklere yerleştirirler.”
İstanbul’daki konakların mutfağına ithal patatesin girişi de aynı yıllara denk geldi. Anadolu’da kuraklığın ve ardından çekirge sürülerinin ekinlere zarar vermesinin kıtlığa yol açtığı dönemde artık tahtta Abdülaziz vardı. Bu kez patates ekiminin Anadolu’da yaygınlaştırılması kurtuluş olarak görüldü.
Patatesin kullanımının yaygınlaştırılması için gazetelerde yazılar yayımlanmaya başladı. İstanbul’da Basiret gazetesi sahibi Ali Efendi, “Orta Anadolu’ya patates gönderilip tohumluk olarak kullanılması çağrısı” yaptı. İzmir’de yayımlanan Devir gazetesi patatesin ekim ve gübrelenmesinden hasadına, ekmeklik un haline getirilmesinden pişirilmesine kadar her konuda yazılar yayımladı.
II. Abdülhamid dönemindeki kıtlık dalgasının korkutucu boyutlara ulaştığı aylar yaşanmaya başlamıştı. Bu kez İngiltere’nin Anadolu Başkonsolosu Charles William Wilson, izlenimini 1882 kışında “Anadolu köylüsü o kadar kıt kanaat geçiniyor ki, ne kadar açlık çektiğini kestirmek zordur” diye aktaracaktı.
Anadolu’nun çok tanrılı halklarının ana tanrıçası Kybele’nin Latin Amerika’daki karşılığı kabul edilebilen toprak ananın kızı olan patates tanrıçası Axomama kendine yeni bir yurt daha bulmuştu. And Dağları’nın yerli halkınca günümüzde de sürdürülen ilk ürününü taş yığınları arasına gömüp pişirdikten sonra Toprak Ana’ya sunma şölenindeki lezzet de kumpir adıyla Anadolu mutfağına girdi.
20. yüzyılın başlarında görevli bulunduğu Muş’ta yemek kitabı yazan genç subay Mahmud Nedim Bin Tosun, kuşbaşı etle köz ateşinde pişirilen “leziz” patates yemeğinin tarifini verirken, Merzifon Amerikan Koleji aşçısı Boğos Piranyan, et suyu ve süt katarak hazırladığı patates püresinin üzerine haşlanmış, kavrulmuş veya kızartılmış et artıklarından yaptığı kıymayı yerleştirip fırınladığını anlatır. Kitaplara giren ilk patates köftesi tariflerinden biri de Fahriye Hanım’ın Ev Kadını kitabındadır. Özelliği, köfte harcına girecek patateslerin önce suda haşlanıp, ardından fırınlanması ve kabuklarının soyularak püre yapılmasıdır. Sonuçta kızartılacağı için üç farklı pişirme yönteminin de lezzetini barındıracaktır. Denemeye değer.
Vecdi Seviğ
14 Haziran 2022, Ankara