Leyla Gencer'in uzun soluklu koşusunda Türkiye'den gereken ilgi ve desteği görememiş olması, can acıtıcı bir gerçek. Şimdi, bulunabilen bütün kayıtları dinlenmeli ve kadir kıymet bilme üzerine derin düşüncelere dalınmalı!..
Soprano Leyla Gencer, 10 Mayıs günü Milano’daki evinde yaşama veda etti. Sanatçının vasiyeti, na’şının yakılarak, küllerinin İstanbul Boğazı’na serpilmesiydi. 1928’de İstanbul’da başlayan yaşam serüveni, bir anlamda gene aynı kentte sonlanmış oluyor. Gencer, kuşku yok ki, opera tarihinin büyük sanatçılarından biriydi ve 80 yıllık yaşamı birçok açıdan ilginç. Onun yaşamöyküsü, ülkemizde sanata ve sanatçıya verilen değer ile kadir kıymet bilme konusunda da ibret verici dersler sunuyor.
İSTANBUL’DAN MİLANO’YA
Leyla Gencer 1928’de İstanbul’da bir Türk baba ile Polonya asıllı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Müzik eğitimine İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda başlayan Gencer, eğitimini Ankara’da sürdürdü. Muhsin Ertuğrul’un başında bulunduğu ve o dönemde operayı da kapsayan Ankara Devlet Tiyatrosu’nda korist olarak göreve başladı. Burada Mascagni’nin Cavalleria Rusticana operasındaki Santuzza rolüyle, 1950 yılında ilk defa sahneye çıktı, bunu diğer eserler izledi. 1953 yılı, Gencer’in müzik yaşamının dönüm noktası oldu. Bir bursla İtalya’ya giden sanatçı, burada geçireceği parlak, uzun ve zorlu sanat yaşamına ilk adımını attı. İtalyan opera dünyasının enönemli şefleriyle ve yöneticileriyle tanışan Gencer, onların takdirini kazandı. 1957’de, hep hayallerini süslemiş olan ve yaşamı boyunca ilişkisini sürdüreceği La Scala’da sahneye çıktı. 1957’de Viyana Devlet Operası’nda Karajan yönetiminde La Traviata’da söyleyen sanatçı, bunu izleyen dönemde dünyanın enönemli opera evlerinde, enönemli sanatçılarla sahne aldı. Gencer’in sahneye çıkmadığı tekönemli opera evi Metropolitan’dı. Sanatçı, Serafin’den Karajan’a Solti’den Muti’ye enönemli şeflerle çalıştı. Bergonzi’den di Stefano’ya, Gobbi’ye; Gencer’in sahne arkadaşları da dönemin en büyükleriydi.
‘ARENA’DA BİR TÜRK KIZI
Gencer, henüz 20’li yaşlarında başladığı kariyerinde yetenekleri, tutkusu, çalışması ve sadece müzikle de sınırlı kalmayan zekâsıyla, bütün güçlükleri aşarak yoluna devam etti. Bir Türk olarak, tüm önyargılara karşın opera dünyasının zirvelerine tırmanabilmek ve kıyasıya bir mücadelenin olduğu bu “arena”da tutunabilmek gerçekten güçtü. Bunu gerekli maddi ve manevi destekten yoksun olarak gerçekleştirmesi ise Gencer’in olağanüstü başarısıydı. Dönem, Callas’ın dönemiydi; Tebaldi’den Cabelle’ye tüm sanatçılar Callas’ın opera dünyasındaki egemenliğinden nasiplerini alırken, Gencer de olumsuz yönde etkilendi. Buna karşılık, Gencer önce Callas ve Tebaldi’nin, daha sonraları ise Cabelle ve Sutherland’ın hüküm sürdüğü dönemlerde kendini kabul ettirme başarısını gösterdi. 1983’te opera sahnelerine veda eden Gencer resitallerini 1992 yılına kadar sürdürdü, bunu izleyen dönemde ise jüri üyelikleri, konferanslar, ustalık sınıfı dersleri vb. etkinliklerle müzik dünyasını zenginleştirmeye devam etti.
GENCER’İN SANATI
Gencer’i Gencer yapan, opera standartlarına göre çok da güzel sayılamayacak ve volüm olarak sınırlı sesinden olağanüstü tekniği, müzikal ve teatral aklı ve zekвsıyla malzemenin kendisini aşan müzikal sonuçlar elde etmiş olmasıdır. Sesözellikleri itibarıyla bir lirik soprano olan Gencer’in sesinin kıvraklığına ve etkileyici yumuşak söyleyişine daha hafif, lirik karakterli roller uygun düşüyordu. Ancak, ‘bel canto’ repertuvarda Callas’ın, ‘verismo’ repertuvarda Tebaldi’nin egemen olduğu bir dönemde, Gencer’in bu yarışta var olabilmesi, repertuarını genişletmesine, farklı sesözellikleri gerektiren karakterlere de uzanabilmesine bağlıydı. Gencer hafif, lirik karakterli sesini, dramatik karakterli rolleri de seslendirebileceği bir araç haline dönüştürdü. Bu durum teknik açıdan sorunlar da yaratmakla birlikte, elde ettiği renkler ve ortaya çıkan dramatik etki olağanüstüydü. Müzik eleştirmenlerinin Gencer’in alameti farikası olarak kabul ettiği pianissimo -çok yumuşak- söyleyişi ve sesini dramatik kullanmasıyla elde ettiği sınırsız renkler, onun sanatının ayırt edici çizgileridir. Rolün dramatik taleplerine uygun biçimde oluşturulan bu renklerle Gencer seslendirdiği karaktere derinlemesine vakıf olabiliyor, müzikal aklı ve kültürüyle, rolün duygusal olduğu kadar düşünsel olarak da içine giriyordu. Onun en başarılı olduğu roller, Donizetti ve erken dönem Verdi operalarındaki dramatik koloratura rollerdi. Yaklaşık 30 yıl süre ile opera sahnelerindeki yerini koruyan Gencer, 1957-1965 dönemini ise sanatsal açıdan zirvede olduğu yıllar olarak nitelendiriyordu.
‘KORSANLAR KRALİÇESİ’
Callas’ın repertuvarındaki 40 kadar operaya karşılık, Gencer’in repertuvarında 70’i aşkın opera vardı. üstelik, Gencer’in repertuvarı, o dönemlerde yeterince bilinmeyen birçok eseri de içeriyordu. Bu eserleri enönemli orkestra, sanatçı ve şeflerle seslendiren onun düzeyindeki bir sanatçıdan, günümüze bu eserlerin çok sayıda stüdyo kaydının kalması beklenirdi. Ne yazıktır ki, 1956’da ve 1974’te kaydedilen iki plak dışında, plak endüstrisinin Gencer’e ilgi göstermemiş olması bunu olanaksız kıldı. Buna karşılık, o korsan plak endüstrisinin belki de en çok ilgi gösterdiği sanatçıydı.öyle ki, Gencer’e “korsanlar kraliçesi” sıfatı yakıştırıldı. Sanatçının temsillerinde ya da radyo yayınlarından yapılan ve sayısı 80 kadar olan bu korsan kayıtlar, plak ve CD olarak defalarca basıldı. Ses kalitesi açısından iyi olmasalar da, müzik tarihi açısından çokönemli olan bu kayıtların en değerli bölümünü, o dönemlerde nadirattan sayılan Donizetti operaları oluşturuyor.
BİLEMEDİK KIYMETİNİ, KADRİNİ
Gencer’in bu uzun soluklu koşusunda Türkiye’den gereken ilgi ve desteği görememiş olması ise can acıtıcı bir gerçektir. İtalya’ya gittikten sonra da Ankara Devlet Operası’ndaki kadrosunu koruyan, çağrıldığında gelerek temsillerde rol alan Gencer’in işine, 1959’da, dönemin bugün adı dahi hatırlanmayan Maarif Vekili’nin isteği üzerine Opera Müdürü, ünlü besteci Necil Kazım Akses tarafından son verildi. Bunda sanat camiamızın bilinen çekememezlikleri ile Türkçe’mizdeki güzel ifadesiyle “kifayetsiz muhterisler”in belirleyici olduğu muhakkaktır. 1971’den itibaren verilmeye başlanan o tartışmalı “devlet sanatçısı” unvanı da, Gencer’e epeyce gecikmeli olarak ve ancak 1988’de verilebildi. Buna karşılık, Gencer’e daha 1950’li yıllardan başlayarak birçok ülkede verilen sayısız ödül, bizim açımızdan sadece bir utanç kaynağıdır. Sanatçının yaşamının son yıllarında, devletin esirgediği ilgiyi bazı sivil toplum kuruluşlarının göstermiş olması, acaba küçücük bir teselli olarak kabul edilebilir mi?
NE YAPMALI?
Şüphesiz, Gencer’in bulunabilen bütün kayıtları dinlenmeli ve ülkemizde sanatın ve sanatçının durumu ile kadir kıymet bilme üzerinde derin düşüncelere de dalınmalı!.. Gencer’in Opera d’Oro etiketli CD’lerinin bir bölümü, şu anda ülkemizdeki müzik mağazalarında da bulunuyor. Operalar yanında, sanatçının Chopin şarkıları kaydı da dinlenmeye değer. Zeynep Oral’ın Gencer’i anlatan Tutkunun Romanı kitabını ise dinlemeye eşlik edecek bir okuma olarak içtenlikle öneriyoruz.
Not: Bu yazı Leyla Gencer'in ölümünün ardından Radikal-2'de yayımlanmıştır. Ölümünün 8. yıldönümünde tazeliğini korumakta olan yazıyı, Leyla Gencer'in anısına yayımlıyoruz.